”Eski tüfek”ler, yeni çıraklar*..

Kemal, Cengiz, Sabri, Mürsel, Mehmet ve ben Ankara Atatürk Lisesi’nin
tıfıl öğrencileriydik. Boyumuza, posumuza bakmadan, ” Deli Veli’ gibi
zalim bir okmüdürünün baskılarına aldırmadan, Hukuk’ta, Siyasal’da
düzenlenen siyasi toplantılara katılır, anfilerde üniversiteli
ağabeylerimizin arasına karışarak konferans dinlerdik. Sol düşünceyle
yeni tanıştığımız günlerdi. Mihri Belli’nin, küçük kitapçık halinde
basılmış Milli Demokratrik Devrim broşürü başucu kitabımızdı. Liseli
altı kafadar, parklarda, açık alanlarda oturur, birimizin yüksek sesle
okuduğu broşürü yorumlayarak anlamaya çalışırdık…

Siyasal Bilgiler Fakültesi anfisine gittiğimiz bir günde, Muzaffer
Erdost, toplumların tarihi gelişimini anlatıyordu: İlkel toplum,
köleci toplum, feodal toplum diyerek o güne geldi… İşçi sınıfının,
proleteryanın özelliklerini sıraladıktan sonra, küçük burjuvazi, orta
burjuvazi ve büyük burjuvazinin özelliklerini anlattı. Kafamız
karmakarışıktı. Yarı anlamış, yarı anlamamış bir halde anfiden
ayrıldık, yürüye yürye Kurtuluş Parkı’na, oradan da Ankara Koleji’nin
önüne geldik. İlk, orta, lise bölümleri bulunan Ankara Koleji, o
yıllarda tek özel öğretim kurumuydu…Akşam üzeri, kolejin ilkokul
öğrencileri kapıya yanaşan özel arabalarla evlerine götürülüyordu.
Mürsel, aniden durdu, onları göstererek, ” Konferansta hocanın sözünü
ettiği ‘küçük burjuvalar’ bunlar olsa gerek ” dedi. Olurdu, olmazdı,
diyerek yeniden tartışmaya başladık. Cebimizdeki Milli Demokratik
Devrim broşürünü çıkarıp kitapta yerini bulmaya çalıştık. Evet,
tutarsızlıklarına, kararsızlıklarına karşın, ”küçük burjuvazi” diye
bir sınıf vardı ve mücadelede devrimci güçlerin safında yer alıyordu.
Herşeye aklımız yatıyordu da, ”kolej bebesi” diyerek alay ettiğimiz
bu bacaksız zengin çocuklarının devrimci mücadeleye nasıl katkıda
bulunacaklarına bir türlü akıl erdiremiyorduk… Daha sonra, konuyu
Kemal’in, Ziraat Fakültesi’nde okuyan ağabeyi Oktay’a sorduğumuzda,
aldığımız yanıt karşısında mosmor olmuştuk. İleriki süreçte de,
Oktay’ın etkisiyle PDA’cı (Proleter Devrimci Aydınlıkçı) olduk…

Sonraları farklı görüşlere sahip olmamıza karşın, Mihri Belli’ye
sevgimizi, saygımızı yitirmedik. O, bizim için devrimci mücadeleye
yıllarını vermiş bir ”eski tüfek”ti; bizlerse çırak… Karadeniz’de,
15 yoldaşıyla katledilen Türkiyenin ilk sosyalistlerinden Mustafa
Suphi ve arkadaşlarını bir anma toplantısında sesimizi Mihri hocanın
sesine katmıştık:

Hayâli gönlümde yadigâr kalan

Bir yanım deryada çalkanır şimdi

On beş yoldaşıyla boğulup ölen

Bir yanım deryada çalkanır şimdi…

Mihri Belli, 1940’lı yılların Che Guavera’sıydı. İlk sosyalist
fikirlerle üniversitede okuduğu Amerikad’da, Misisipi’de tanıştı.
1947’de, Yunan İç savaşında devrimcilerin safında dövüştü, yaralandı,
ölüm tehlikeleri atlattı, yüzbaşı rütbesine dek yükseldi. Yunanlı
arkadaşları, ona, Mustafa Kemal’i çağrıştıran ”Kapetan(yüzbaşı)
Kemal” adını vermişlerdi. Yasaklı Türkiye Komünist Partisi(TKP)
Merkez Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Milli Demokratik
Devdim(MDD) hareketinin ve 68 Kuşağı devrimci gençlik hareketinin
önderi oldu.

12 Eylül darbesinden sonra ömrünün önemli bir bölümünü İsveçte
geçirmek zorunda kaldı. Ancak ”sığınmacılığa” hiç sıcak bakmadı. Ona
göre, ”sığınmacılık”, ülkedeki devrimci mücadeleye yeniden
dönebilmek için başka bir ülkede ”bir nefes molası”ydı.
Sığınmacılar, gittikleri ülkelerde yok olmamalı, birgün yeniden
ülkeleriene dönmeliydiler. Bu düşüncelerini kendi yaşamında da
gerçekleştirdi, koşullar elverdiğinde Türkiye’ye geri döndü,
mücadelesini kaldığı yerden sürdürdü. Türkiye Emekçi Partisi(TEP),
Özgürlük ve Dayanışma Partisi(ÖDEP) ve Sosyalist Demokrasi Partisi
(SP)’nin kurucuları arasında yer aldı. Geçirdiği bir kaza sonucu kalça
kemiğinde meydana gelen kırılma nedeniyle son yıllarını yatakta
geçirdi. Buna karşın, mücadeleden çekilmedi. Son seçimlerde ”Emek ve
Demokrasi Bloku” nun milletvekili adayları arasında yer aldı.

Mihri Belli için uzun yıllar yaşadığı İsveç’te de bir anma toplantısı
düzenlendi.

Runt Hörnet Salonunda yapılan konuşmalardan sonra gazeteci Abdullah
Gürgün tarafından İsveç Televizyonu için hazırlanan ”Mihri Belli
Belgeseli” gösterime sunuldu. Belgeselin sonunda, Paul Robeson’un,
ABD tarafından öldürülen İsveçli devrimci Joe Hill için seslendirdiği
şarkı yer alıyordu. Şarkıda, Joe Hill, sadece kendi mücadelesini
değil, dava arkadaşı Mihri Belli’yi de anlatıyordu adeta;

” Mücadele neredeyse,

ben oradayım..

Ben hiç ölmem,

Ben hiç ölmem!..”

[email protected]

* Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesinde de yayımlandı.

648430cookie-check”Eski tüfek”ler, yeni çıraklar*..

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.