Eskiçağ ahlakları

Eskiçağ ahlakları diye bir kitaba başlamıştım. Epeyce de yazdım. Aşağı yukarı iki yıldır öylece duruyor. Araya daha başka işler girdi. Görev kitaplarının arasına eğlence kitapları giriyor. Eğlence kitabı da neymiş? Şunun bilinmesi iyi olur diye yapılan kitaplarla benim canım böyle bir kitap yazmak istiyor diye yapılan kitapları ayrı ele almak gerekir. Birinde emek ve istek var, görev var, öbüründe görev yok, emeğin ve isteğin yanında bir de yaratma heyecanı var. Düşünün, romanınızı yazıyorsunuz ya da şiirlerinizi derliyorsunuz. Bu iş Eskiçağ ahlakları yazmaya benzer mi? Son zamanlarda görev duygusunun yerini dinlenme duygusu aldı bende. Gene de başladığım birkaç çalışma var ki onları ömrüm olursa bitirmeliyim. Bu yazdıklarım size şu duyguyu vermesin: bu adam felsefe kitaplarını görev duygusuyla acı ilaç içer gibi yazıyor. Edebiyata geldi mi günlük güneşlik. Olur mu öyle şey! İstemeden yapılacak iş midir bu? İnsanın gönlünü dinleye dinleye yazmasıyla sürekli araştırarak yazması aynı şey değil. Bir kere düştük bu kuyuya duygusallığıyla indeksli dergilere makale yetiştirmeye çalışanlardan değiliz. Sevinçle yapılmayan işten hayır gelmez. Görev diye kitap yazmak berbat bir iştir.

Bu sabah erkenden garip bir duyguyla uyandım. Hep erken kalkarım, bazen iyice erken kalkarım. Kalkıp diri kafayla çalışmaya koyulurum. Geceden kalktığım da olur. Şimdi gece çalışmalarını daha seyrek yapıyorum. Onun da bir başka tadı var. Gece boyu çalışıp gün ışırken yatmak pek hoş oluyor. Erken kalkışımın bir nedeni de Çoban Yıldızı’nı gözlemek. Hava açıksa Doğu’da pırıl pırıl parlar güzel yıldız. Eskiden otobüsle gece yolculuğu yaparken bir uyur bir uyanır, bir anda dalar gider, o güzelim yıldızı bir görür bir kaçırırdım. Bir de bakardım ki gitmiş. Nereye gitti bu? Birdenbire nasıl gider? Sonra anladım: Güneş’in önünden kaçıyor. Güneş ışıkları yükseldikçe o da yükseliyor ve bir süre sonra gün ışığı onun ışığını boğuyor. O Güneş’den kaçıyor, Güneş onu kovalıyor. O zaman bu güzel yıldızın akşamları da aynı parlaklıkta bize Batı’dan göz kırpışının nedenini anlamış oldum. Evet, bu sabah çok erken kalktım: içimde kötü bir duygu. Çoktandır hiç mi hiç ilgilenmediğim Eskiçağ ahlakları bilgisayardan silinmiş olmasın? Baktım, hayır, silinmemiş. Epeyce de yazmışım. Şimdiden kocaman bir kitap olmuş.

Platon’a gelince duraklamıştım. O birbirini izleyen iki bilgi denizine, Platon’a ve Aristoteles’e yeniden dalmak gözümü korkutmuş olmalı ki oracıkta kalıvermişim. Platon için çok çok okumak gerekiyordu, Aristoteles bu konuda biraz daha kolaylık sağlıyor: Nikomakhos ahlakı’nı okudunuz mu sorunu çözersiniz. Ondan sonra zaten geriye dişe dokunur bir Epikouros ahlakı bir de Stoa ahlakı kalıyor. Eskiçağ bitiverir böylece, kitap da bitmiş olur. Bir ara kolaya kaçmayı düşünmediğimi söylersem yalan söylemiş olurum: Sokrates’e kadar ahlak adı altında işi kolayından bitirip çıkmak. Ama gönlüm razı olmadı buna. Daha doğrusu kendime yakıştıramadım. Olmaz. Yaşamı kolaylıklara göre düzenleyenlerden yakınıyoruz, sonra biz da aynı şeyi yapacağız, olur mu hiç? Kolaycılar canına okudu bu dünyanın. Kolaycılar yazık ki başıboşluklarıyla, uyuşukluklarıyla şu güzelim dünyayı yaşanmaz ettiler. Ruhlarını kirlettiler, kurumların altından girip üstünden çıktılar. Biz de kolaya kaçarsak çelebi var anla dünyanın nereye doğru gittiğini.

Ezan okundu. Birazdan Çoban Yıldızı parıldamaya başlayacak. Onunla uzun uzun konuştuktan sonra biraz uzanmak iyi olur. Her şey bir yana, kendimi dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi duyuyorum bazen: yapılması gereken o kadar çok iş var ki. Tasarılar hiç bitmiyor, biri bitip öbürü başlıyor. Artık tamam diyorum, bundan sonra okumakla yetineceğim diyorum, az sonra aklıma bir başka tasarı geliveriyor. Hiç ölmeyecek gibi yaşamamız gerekiyor demek ki. Belki de varolmanın, insan olarak varolmanın yasası bu. Olsun, ne yapalım. Hele ölümden korkunuz yoksa hiç aldırmayın. Çoban Yıldızı pırıl pırıl çıkmış. Servinin bir karış yukarısında çocuk gibi gülümsüyor. Koskoca Venüs’ün çok uzakta kaldığı için bu kadar güzel görünmesi garip değil mi? Kocaman bir şey olsaydı karşımızda yadırgardık. Ay bile Venüs ve Mars kadar büyüleyici görünmez bana. Yatağıma uzanıp perdeyi hafifçe araladım mı Çoban Yıldızı’yla sohbete başlarım. Onun bana anlattıklarını bir bilseniz! Ay’la Çoban Yıldızı garip oyunlar oynarlar. Bazen Ay Çoban Yıldızı’na arkasını döner küsmüş gibi. Bazen de tersine onu kucaklayacakmış gibi durur. O zaman ikisi de birbirlerine gülümserler. Bana inanmadığınızı biliyorum. Bir sabah erken kalkıp Doğu’ya bakın. Orada size dünyada olmanın, kendini insana adamanın, hiçbir şeyden korkmamanın güzelliklerini anlatan Çoban Yıldızı’nı göreceksiniz.

642630cookie-checkEskiçağ ahlakları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.