Esrârlı bir kadın*

İsim öğrenmek arzusu kadına alâkanın ilk işaretidir!

Lokman Ruhu almaya yatkın hâlleriyle buğulu, dalgın bakışlı kadınlara duyulan dayanılmaz bir isim öğrenme arzusu, bakın, ruh ateşi daima 37 dereceyi geçen biri olmak nedeniyle başıma ne işler açıyordu…

Bu seferki ateş, Antalya’da başıma geldi. Nerdeyse çocukluktan dostluğum bulunan bir arkadaşımla yola çıkmıştım; bir bakıma davetlisiyim… Arkadaşım bir uluslararası emlak kuruluşunun temsilcisidir. Antalya’ya, onların şu çok sıkıcı, yavan yıllık toplantılarından birine gitmektedir.

Kemer’de bir oteldeyiz, o gündüzleri toplantılarda; bense geziyorum. Akşam oldu, yemek saatinde salona indik, masalar hıncahınç dolu… Bekledik, yerinden kalkan yok, yemek de bedava, dışarı gitsek dünya para… Ayakta dikiliyoruz.

Salonun ortalarındaki bir masada, bir kadın tek başına oturuyor: Poker masasında bob, pas, rest, relans çekmiş, oyun arkadaşları kaçıp gitmiş gibi yalnız başınadır…

Birden göz göze geldik, el etti bize… Derhal o tarafa, iki erkek, vals yapar gibi kaydık; gel gelelim işaretten pek emin de değiliz… Yoksa, emlakçı toplantısındaki arkadaşımı kılık kıyafetindeki cici bicilikten dolayı garson sanmış olmasın!

“Buyrun, ayakta kalmayın, oturunuz!” dedi. Bu emre uymamak cezaya tabidir. “Refâkatınızda olmaktan iftihar ederiz” gibi birşeyler saçmaladım; paldır küldür oturduk…

Çok çok otuzbeşindeydi davetkâr hanım. Saçını başını, kılığını kıyafetini uzun uzadıya, Adalar macerasına çıkmış acemi çapkınlar gibi anlatmaya gerek yok! Tamamiyle, müfrit hâlden başkası değildir: Her hâlinde cazibe, çok bilmişlik, bana dokunanı yakarım diyen bir kıvraklık var. Sanki, eski Yunan tanrıça heykellerinden biri canlanmış, gidip 1001 Gece Masallarına bir geceliğine uğrayıp feyz almış, Hindû ülkesine varıp Kama Sutra eğitimini tamamlamış, 18.yüzyıl Fransız saray koketleriyle düşüp kalkmış, Tolstoy’un Anna Karenina’sıyla Petersburg treninde bezik oynamış, Paris’de Mata Hari’den casusuluk dersi alıp sinema dünyasında tüm seksi şöhretleri işsiz bırakmıştır.

Eğer günah ve şeytanlık kadın kıyafetine girse, bundan başkası olamaz. Herhangi sıradan bir romancının Messelina tipi vamp kadın karakter ihtiyacını bu hanım tek başına karşılayabilir…

Sohbet başladı: Kimdi, nerden geliyor, burada ne yapıyor, neyle meşgûl, hatta hangi millettendir; bir sır perdesiydi… Çarpık Türkçe aksanla konuştuğundan merak kuduzumuz iyice azdı… Arada, bir Almanla evli olduğunu söylerken, sonra bu kocası birden Fransız oluyor, bir bakıyorsunuz bir şirket adına orada bulunurken, âniden karar değiştirip, sanatla, antikayla uğraşan hür bir kadın olarak kendini tanıtıyordu. Hiçbir lafı kaçırmıyor, hazırcevap, her konuya malûmatfuruş, sanki sizi kırk yıldır tanıyor gibi içli dışlı, ama bir o kadar uzak…

Hay aksi, bir de adını öğrensek! Kâh Türk ismi veriyor, kâh Almanya doğumlu diye Alman ismi sıralıyor, sarhoş da değil, saçmalamıyor…

Bir ara, oyundan sıkılmış çocuk hâliyle dudaklarını büzüştürüp kalktı, “Odama çıkıyorum” dedi. “Üstüme rahat bir şeyler giyeyim, barda buluşuruz çocuklar. Ba-bay!”

Benim bildiğim, üstüne rahat birşeyler giyilince odada kalınır. Bu, demek, aşağı inmeyi sevenlerden…

Manken edâsıyla yürüdü, gitti; arkasından iki arkadaş az daha kanlı bıçaklı oluyorduk. Tarihte kadın yüzünden çıkmış ilk kardeş kavgasındaki Habil ile Kabil gibiyiz! Sonra bu çocukluğumuza güldük, nasılsa kadın gitmişti, tekrar gelecek hâli yoktu ya… Biz, yine de bir umutla bara yollanmadan duramazdık. Laf esrârengiz kadın üzerine dönüp duruyordu. Aldatılıp çocuk yerine konmanın zavallı hisleriyle gülüyorduk.

Az sonra, arkamızda bir ses: “Merhaba çocuklar..” Gelmişti!

Gülerek, “Bir tek kadehlik yerim kaldı”, dedi, “Sonra odama gitmeliyim, kocamdan telefon bekliyorum da… ” Hay senin kocana!

Bir yarım saat oyalandı bizimle, sonra, artık tamamen sıkılmış olmalıydı, izin alıp ayrıldı. Garsona sıkı bir bahşiş bırakıp onu sordum, hatta oda numarasını bile… Öğrendiklerimiz sadre şifa verecek cinsten değildi, Habil’le Kabil’i oynamaktan vazgeçtik.

Ertesi sabah otelin aynı salonunda yalnız kahvaltı ediyordum, esrârlı kadın geldi, yanıma oturdu, makyajı eksik, üzerindeki giysisi yataktan çıkmış gibi özensizdi. Bana öyle geldi ki gece biz bir afyon yutmuş, onun tesirinde kalmıştık. Abuk subuk da konuşmaya başlamasın mı, hay yarabbim, akıllara sezâ… Zar zor başımdan defettim…

Az sonra arkadaşım, yani Kabil geldi yanıma… Ona kadının sabahki hâlini anlatmadım. Esrârengiz dişiyi böyle görmediği için hâlâ onun meftûnuydu. Hatta iyice âşığı olmuş, bütün gece uyuyamamış, kâbuslar geçirmişti.

Bu var ya bu, ben uyurken, muhakkak beni öldürüp rakibinden kurtulmaklığı da istemiştir…

Emlakçı dostum hâlâ esrârengiz kadının tesirindedir. Arada telefonlaştıkça, “Ne kadındı yahu, kaçırdık!” diyor, ben gülüyorum. Bilirim, arkadaşım Kabil, büyücü kadınlara sık sık âşık olur.

Fusûnkâr hanımları, 3-5 nöbetinden sonra bir de sabah içtimasında görmek, erkeğin, yanaşık düzen eğitiminden alması gereken en önemli derstir.

[email protected]
*Bu yazı GazeteKent’te de yayınlanmıştır.

1592030cookie-checkEsrârlı bir kadın*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.