Etiketleri kendin yapıştır…

“Küçüklüğümden itibaren tek bir şey tembihledi ailem bana: Etiketleri Kendin Yapıştır, başkalarının  seni belirlemesine  olanak tanıma! Hiçbir dine, arayışa, inanca ait olmadım tam anlamıyla. Bu yüzden ne zaman bir şeye bağlanacak olsam, çekincelerimi  ve nesnelere uzaktan bakmamı sağlayan kuşkularımı korudum. Bana böyle öğretilmişti: Dünyadan, cevapları kesin sorulardan,  büyük guruplardan şüphe et!”
 
ITALO CALVINO


Kulaktan kulağa oyununu herkes bilir; bir grup insan bir araya gelirsiniz, grup başındaki kişi herhangi bir kelimeyi yanındakinin kulağına fısıldar;o kelime   grup sonundaki kişinin kulağına gelinceye kadar şekilden şekle girer ve sonunda bambaşka bir kelime olarak karşımıza çıkar… Örneğin ‘karakalem’ sözcüğünün kulaktan kulağa oyununun sonunda ‘elalem’ haline dönüşmesi pek muhtemeldir.

Karakalem nerede, elalem nerede…
Sadece ses benzerliği var aralarında…

Şimdi bu da  nereden çıktı diyenler olacaktır… Aslında çok alakalı bu örnek  anlatmak istediğim şeyle; ya da Italo Calvıno’nun “Etiketleri kendin yapıştır” dediğe şeyle…

Birincisi bir başkasından duyduğumuz veya okuduğumuz düşünceler, kulaktan kulağa oyunu gibi, bir çok önyargıdan, değer ve anlayış biçiminden, din ve inanış süzgecinden geçerek  bize geleceği için, mutlaka ki aslından sapmış olacaktır. Bu yüzden dünyaya sağlıklı bakabilmek, çevremizde olup bitenleri sağlıklı yorumlayabilmek için, her şeyden önce  bunu bize temin eden sağlam bir düşünce sistemine sahip olmamız gerekmektedir.

Bu düşünce sistemimizin içinde kuşkuculuk, bilimsel tutarlılık, çok yönlü bakış açısı olmalı ve bunlar tarihsel bir süreçle de desteklenmelidir. Dünün ve bugünün koşulları, iç ve dış dinamikler, pratiğin ve teorinin örtüşümü, tüm bunlar dikkate alınarak edinilmelidir bu sistem…


Ayrıca, iç dünyamızı, yeterlilik veya yetirsizliklerimizi, zaaflarımızı, kabiliyetlerimizi, kısacası varlığımızın sınırlarını  bizden iyi kimsenin bilmesi mümkün değildir. O yüzden birinin çıkıp bize neye inanmamız gerektiğini söylemesi, ihtiyaçlarımızı belirlemesi, senin için en iyi  olan bu demesi  taşıdığımız potansiyeli tahrip etmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Eğer kendimizin söyleyecek bir sözü yoksa, ya da karar verme yetisi, bilgisi, o zaman bizim yerimize birilerinin düşüneceği ve bir şeyler söyleyeceği kesindir, ama bu ne derece bizim ihtiyaç ve arzularımızı yansıtacaktır, o şüphelidir…

Yetkin insan olmak, kendini, sınırlarını çok iyi bilmek ve ona göre ihtiyaçlarını saptayabilmektir. Yani kendi etiketlerini kendin yapıştırabilmektir. Neye inanacağına, nasıl yaşayacağına, yaşamını nasıl yönlendireceğine kendin karar verebilmektir.

Peki başkaları bizim yerimize karar veriyorsa; Ya da dinimiz, milliyetimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz, davranış kalıplarımız, rollerimiz, bir çok şey  daha biz doğmadan belirlenmişse?!

Kendimiz olmadığımız, özgür olmadığımız kesindir bu durumda…Birtakım etkenlerin, güç ve değerlerin belirlediği bağımlı bireyler olduğumuz kesindir. Bizde saklı olan asıl potansiyel farklı  bir şeyken, kulaktan kulağa oyunu gibi her safhada biraz daha deforme olan, aslından uzaklaşan, oradan buradan yapıştırma etiketlerle suni bir oluşum haline gelen eklektik bir varlıktan başka bir şey olmadığımız kesindir.

Her bir birey için bu kulaktan kulağa oyununu çoğaltırsak ve her bireyin tek tek taşıdığı potansiyelden saparak bu şekilde deforme olarak gerçekleştiğini var sayarsak, dünyadaki beşeri zenginliğin ne kadar verimsiz kullanıldığını ve insanlığın gelişiminde işleyen sürecin ne kadar aykırı olduğunu daha kolay saptayabiliriz böylece…

Sonuç şudur; mevcut sistemde bireyler gerçek potansiyellerini ortaya çıkaramamaktadırlar. Başkalarının yapıştırdığı etiketlerle, yapay oluşturulmuş kimlik ve benliklerle, yapay bir dünyada  yapay bir süreç yaşamaktadırlar.

Kulaktan kulağa oyunundaki son kişinin ağzından çıkan kelimenin anlamından sapması kadar gerçek, öz benliklerinden uzak, potansiyellerinden uzak,  yanılgılar içinde suni bir hayat yaşamaktadırlar…

Peki etiketlerimizi kendimizin yapıştırdığı, gerçekleşimini doğal sürecinde tamamlamış, potansiyelini mümkün olduğunca tam kullanmış ve böylece daha az deforme olmuş bireyler haline nasıl dönüşebiliriz. Kendi değerlerimizi, kendi inanç sistemimizi, kendi dünya görüşümüzü kendimizin oluşturabileceği özgür bireyler haline nasıl gelebiliriz…

Kapitalist sistemde böyle bir özgürleşmenin olabileceği kuşkuludur… Egemen kültürün gerek medyayla, gerek internet ve diğer kitle iletişim araçlarıyla, sanat ve kültür kaynaklarının da kullanımıyla yaşantımıza dayattığı değerlerlerin biçimlendirici gücünden sıyrılıp özgürleşebilmemiz, bağımsız bireyler haline gelebilmemiz hiç kolay değildir…

Ayrıca etiketlerimizi kendimizin  yapıştıracağı bireyler olmayı seçmekle toplumdan dışlanmayı ve yaşam boyu yalnız kalmayı da göze almış olmamız gerekmektedir…

Peki bu dönüşümün, sistem değişikliği şeklinde, toplumsal olması mümkün müdür?  Buna cevabım şimdilik çok kısa olacak… Kapitalist sistem kendi değer ve inanış biçimini dünyaya yayacak araçlar ve silahları üretirken, çok şükür ki bunu kendisine karşı kullanacak güçlere henüz engel olamamaktadır.

Silahlar her an geri tepebilir ve bir gün kapitalizmin kendisini yok edecek şekilde işleyebilir her şey…

Yani bugün kapitalizmi güçlü kılan her ne varsa yarın bunlar kapitalizmin kendi kuyusunu kazmasına hizmet edebilir….

Kendi silahlarıyla kendisini vurabilir Kapitalizm…

Örneğin İnternet,  dünyaya hakim olmak için kapitalizmin icat ettiği bu mucizevi güç bir gün gerçekten kapitalizmin kendi  mezarını kazmasına sebep olabilir…

Siz her koşulda ‘etiketlerinizi kendiniz yapıştırmak’tan hiç vazgeçmeyin;

Çünkü, gerçek özgürlüğe ve içinizdeki potansiyeli en iyi şekilde gerçekleştirmeye ancak bu şekilde yaklaşabilirsiniz…

İyi şanslar…

____________________

* Yrd Doç. İÜ’de öğretim üyesi

 

1079840cookie-checkEtiketleri kendin yapıştır…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.