Evimizin oğlu yazdı: “Benim Adım Günah”

Cumartesi Pazar demeden çalışan “evimizin oğlu” Murat Güloğlu neden bu kadar çok seviliyor? Üç nesil de seni seviyor, “evimizin oğlu” sözünün içini doldurduğun için mi acaba? Tabii bunu sevenlerine sormak lazım ama, biz senden de dinleyelim.

“Evin Oğlu olmak içtenliği, sıcaklığı içinde yaşatan bir durum. Söyledikleriye, anlatmak istedikleriyle, enerjisiyle, fırlamalıklarıyla belki, belki şakalarıyla, kimi zaman hüznüyle, yanlışa karşı isyanıyla evin içinden birisi olmak oldukça önemli. Bunu, bu durumu hane halkına benimsetmek her şeyden daha önemli. Düşünsene evden biri senden önce uyanmış, bütün enerjisiyle –aman nazar değmesin- evin ahalisine memlekette dünyada olan biten haberleri sunuyor. Süper bir şey bu. Ben bu sloganı ismimin önüne koyduğum ve bunu dillendirdiğim zaman bu denli bir etki yaratacağını, benimseneceğini düşünememiştim aslında. FOX’un sabah kuşağında, kadınlara dair bir program yapalım derken yöneticilerle gerçekleştirdiğimiz uzun toplantılarda çıktı bu düşünce. Murat Güloğlu madem evin içinden biri, programı böyle sunsun, konuklarını evinde ağırlasın dedik ve dekorumuzu da evin bir odasıymış gibi tasarladık. Bu fikir çok güzel yankı buldu ve Evinizin Oğlu Murat Güloğlu oluverdim. Bunu haberlere de taşıyınca çok daha leziz oldu. “Aç bakalım televizyonu da, evimin oğlundan alalım haberleri” kadar eşsiz bir cümle olabilir mi benim için. Bu tabiri ismin önüne koyup da söylemek çok kolaydır. Esas olan seyircinin buna evet demesidir, onaylamasıdır. Şimdi sosyal medyada aldığım mesajlardan, yolda yürürken selamlaştığım insanlardan, üniversitelerde yaptığım konuşmalardan bana “evimin oğlu” diye seslenilmesi, yaptığım şeyin çok doğru olduğunu ortaya koyuyor. Spontan gelişen hadiseler daha etkili oluyor.”

“Evinizin oğlu” derken “ben sizdenim” demek istiyorsun herhalde. Öyle misin peki? Sen öyle olmak isteyebilirsin ama, habercilik bazen bunun sınırlarını çok zorluyor.

“Yaptığım iş ortada. Evin içinden biriyim. Söylediğin gibi habercilik bu duruma o kadar izin vermiyorsa, habercilik kavramını masaya yatırmak gerek o halde. Yeni bir güncelleme yapmak gerekiyor belki. Sosyal medyanın geldiği nokta ortada. Mobil teknolojilerle habere daha çabuk ulaşıyoruz. Peki bu durum vatandaşı televizyon haberciliğine yaklaştırıyor mu yoksa ondan uzaklaştırıyor mu? Ne kadar toplumdan dilinden konuşup, pespayeleşmeden olanı biteni onun anlayacağı dilden konuşursan halka yakınlaşıyorsun o da seni benimsiyor. Ne yaptığımız ve ne demek istediğimiz ileri ki yıllarda daha iyi anlaşılacak.”

Bir şeytan tüyü olayı mı, yoksa bilinçli bir konsept mi yaratıldı senin için…

“Konsept yaratılma diye bir hadise olmadı. Yol alırken gelişti hepsi. Bana sahanın çizgileri belli çık oyna, gol at dediler ben de işimi yaptım. Genel Yayın Yönetmenimiz Doğan Şentürk’ün arkamda durmasıyla oldu bütün bunlar. Yeni bir şey denedik, risk aldık, başta gelen eleştirilere göğüs gerdik ve kazandık. Farkında mısınız bilmiyorum ama Fox Haber olarak gelecekteki Türk Haberciliğini konseptini yaratıp, temelini atıp, binasını inşa ediyoruz. Özellikle son yıllarda bu kadar çok izlenmemizin ve bizlerin birer haber markası olmamızın en büyük nedeni bu. Biz seyirciyi habere katarak bülteni hazırlıyoruz. Kişisel becerilerimiz çok fazla, orkestra şefimiz de bunları nasıl kullanacağını çok iyi biliyor. Yoksa benim, Fatih’in, İsmail’in bilinirliği bu denli yüksek olmazdı. Bende ki şeytan tüyünün sevilmemde katkısı büyüktür onu inkar edemem.”

Bu arada sevmeyenlerin de çoktur, erkekler mesela…

“Eksik olmasınlar başlarda daha fazlaydı beni sevmeyen ya da kıskanan erkekler ama tanıdıkça ve evin oğlu olduğum iyiden iyiye ortaya çıktıkça, ukala olmadığımı, sağlam haberci olduğumu da gördükçe bir çoğunun fikri değişti. Niyet çok önemli. Ben insandan, kişinin özgürlüğünden, söz söyleme hakkının kutsallığından tarafım. İlla ki muhalefet edeceğim diye saçmalamam da. Bu anlamda partiler üstüyüm. Hiç kimseye eyvallahı olamayan tavrım da ortada. Bu özgüvenin bu kadar ekrandan yansıması belki kompleksli seyirciyi çıldırtıyor olabilir. Fakat onlarda benim nasıl bir insan olduğumu anladı. Gayet iyi aramız seyircimizle.”

“Yeni nesil haber spikeri” tanımı cuk oturmuş üzerine. Senin için biçilmiş kaftan gibi… Kimin tanımlaması bu?

“Kullandığım mottolar, sloganlar tamamen benim üretimim. Hiç kimseye eyvallahı olmayan, içi dışı, özü sözü bir, yalansız dolansız gibi yan sloganlarım da var. Bir kaç kez kendim için ‘şehzade’ nitelemesini kullandım inanılmaz tuttu. Şimdi bir çok kişi şehzadeyi de kullanıyor bana seslenirken. ‘Yeni Nesil Haber Spikeri’ bu ortamda benim yaptığım işi tastamam anlatan bir tanımlama. Televizyon haberciliği farklı bir yere gidiyor ve bu gidiş benim gibi özgün iş çıkaran, özgün yorumu olan habercileri ön plana çıkaracak. Sosyal medyada dönen konuşmalardan farkında olmak gerekiyor. Y kuşağı denilen kitlenin yeri ve zamanı geldiğinde nasıl patladığını ve kendini ifade etme biçimini gördük geçtiğimiz yaz başı. Klasikleşmiş, reformunu yapamayan bir siyaset anlayışı nasıl çökecekse, kendisine çeki düzen veremeyen, reform gerçekleştiremeyen televizyon ve habercilik anlayışı da topal ördek olacak. Ben yeni nesil derken o gençlerin dilinden konuşmanın öneminden bahsediyorum biraz da.”

Televizyon ve yazılı basın aynı anda gidiyor? Belli ki ikisinden de memnunsun. Tercih yapma durumu söz konusu olsa…

“Televizyon ilk göz ağrım ama yazılı basın da inanılmaz keyifli. Tercih yapmam, ikisi de gayet güzel gidiyor. Hatta yazarlığıma ağırlık verip iyi bir de yazar olma yolunda ilerleyebilirim tüm bunlara ek olarak.”

Televizyon ve yazılı basın arasında sen nasıl bir fark hissediyorsun? Kendini hangisinde daha rahat ve daha sen olarak hissediyorsun?

“Televizyon, ekran olmam gereken yer. Gayet iyi bir televizyon markası olma yolunda da ilerliyorum Ratinglerden, gelen tepkilerden anlayabiliyorum bunu. Fakat yazı kalıyor, söz uçuyor. İki tarafta gayet rahat hissettiriyor beni. Yazıdan aldığım keyifle, konuşmaktan aldığım keyif biraraya gelince tadına doyulmaz bir hadise oluyor ki, bizim mesleğin şanslılarından biriyim diyebiliriz. Ama bu da kolay olmadı tabii. Azmettim, sabrettim, istediğimi elde ettim. Daha da sürecek bu güzellikler umarım.”

Canlı yayın olayı zordur. Senin gibi sözünü esirgemeyen bir programcı için daha da zor oluyordur. “Hay Allah bunu da söylemeseydim” dediğin şeyler sık oluyor mu? Çok eleştiriliyor musun?

“Canlı yayın çok zor evet ama neyi söylemeceğinizi bildiğiniz zaman, saygı sınırlarını aşmadığınız zaman, doğru yorumlar yaptığınızı bildiğiniz zaman hiç de zor değil. Kelime hazinenizin çok olması gerekiyor. Bunun cevabını en güzel beni uzun zamandır tanıyan arkadaşlarım söyler mesela: “Dışarda, kendi aramızda neysen ekranda da aynısın” sözünü çok duymuşluğum vardır. Çok da doğru. Ben sempatik ya da enerjik olmak için, samimi davranmak için ekstra bir şey yapmıyorum. İçim dışım bir, neysem oyum. Hatalarımla, sevaplarımla, doğrularımla… İnsanlığın her hali var bende. Mükemmellik kusurla olur. Hata yapılabiliyor tabii ki. Mühim olan hatayı nasıl toparlayabildiğiniz. İşte orada devreye tecrübe, bilgi, birikim giriyor. Mütevazı olmayayım bende de bu tecrübe var elbette. Ekrandaki samimi, sempatik duruşuma matematiği kurulmuş, üzerinde düşünülmüş, tanjantı, kotanjantı hesaplanmış, ince ayarlanmış tatlılıklar da katılınca harikulade keyifli bir tat çıkıyor ortaya. Bir şeyler olunabiliyorsa –özellikle bizim işlerde- hiç tesadüfi değildir söyleyeyim. İzleyene oturduğu yerden, “ya adam sunumunu ne rahat yapıyor, ya ben de yaparım bu işi, ne var ki ” dedirtebiliyorsan doğru yoldasın demektir.”

Bir de şimdiki politikacılar eleştiri pek kaldıramıyor gibi… Aranız nasıl…

“Ben ironik eleştirileri severim. Anlayabilenler olduğu gibi anlamayan da var elbette. Senin söylediğin ‘şeytan tüyü’ bu noktada devreye girebiliyor sanırım.”

Dava edenler oluyordur tabii…

“Bir iki devlet kurumu şikayet edip, dava açtı ama haklı eleştrilerim karşısında davadan sonuç alamadılar.”

Kendine dikkat ediyorsun. Belli ki spor da yapıyorsun. Kıyafetlerinle duruşunla bir stilin var. Hep öyle miydin? Ekran önünde olduğun için mi bunları önemsiyorsun?

“Yok, hayır ekranla ilgili değil. Benim bir iç disiplinim vardır. Detoksla da vücuduma bakarım sporla da. Ekranla ilgisi olmayan bir meslekte çalışıyor olsam da bunları yapardım. Bedenimize bakmamız gerekiyor. Yememize, içmemize dikkat etmemiz gerekiyor. Ölüp gidersek de yakışıklı gitmek gerek diğer tarafa. Stilimi de kendim oluşturdum. Özellikle haftasonu sabah haberlerine çok uygun bir tarz bence. İzleyenler renkli kol saatimle, kıvırdığım gömlek koluyla, renkli çoraplarımla da ilgi gösteriyorlar.”

Fox TV’de çok hoş bir durum oluştu. Hafta sonları “Murat Güloğlu ile Çalar Saat Hafta Sonu”, hafta içi her sabah “İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat”, hafta içi “Fatih Portakal ile Fox Ana Haber” sevilerek izleniyor. Habere resmen damga vuruyorsunuz. “Mahşerin Üç Atlısı” gibisiniz. Gerçi o “Mahşerin Dört Atlısı”ydı değil mi; hadi hafta sonu “Gülbin Tosun ile Fox Ana Haber Hafta Sonu” nu da ekleyelim, takımı tamamlayalım. Güzel bir ekip çalışması içindesiniz, birbirinizi tamamladınız…

“Evet. aman nazar değmesin. Başta da söyledim. Saha da iyi top çeviren ekibiz. Herkesin hoş bir tavrı tarzı, çelik gibi iradesi var. Seyircinin bizi birbirimizden ayırt etmemesi harika bir durum. Yolda beni gören bir teyzenin ‘oğlum sana bayılıyorum’ demesinin ardından İsmail de, Fatih de çok iyiler demesi Fox Haberin başarısını ortaya koyuyor. Çıkın sokağa bir çok vatandaş diğer kanallardaki habercileri bırakın tanımayı isimleri tek tek sayamaz. Bu bir böbürlenme ya da övünme değil, önemli altı çizilmesi gereken bir örnek. Haberlerimizle ve haber sunanlar olarak haberciliğimizle dokunarak sunuyoruz. Yukarıdan bakmayıp hakkımızı da yedirmeden yapıyoruz işimizi. Bana kalırsa Fox Haber Türkiye’de gazeteciliğin, haberciliğin namusunu, onurunu kurtarıyor. Söylemek istediğim de bu. Başka bir kanalda da çalışsam da bu sözü söylerdim. Hakkını teslim etmek gerek Fox ve Fox haber yöneticilerinin.”

Birbirimizi hatırlamıyor olabiliriz, sen sanırım Radyo Televizyon Sinema Bölümü öğrencisiydin. Ben ise Gazetecilik Bölümünde ders veriyordum. Okul hayatın sana neler kazandırdı? İletişim Fakültesi mezunu olmak eğitimin için yeterli oldu mu? Olmamış olmalı ki Galatasaray Üniversitesinde master yapmışsın…

“Eğitim sürekli devam eder. Yeter bu kadar eğitim tamam oldum ben demek zinhar mümkün değil. İletişim Fakültesi öğrencileri okulla işi aynı anda yürütmesi gerekiyor. Çünkü hem alaylı hem de okullu olmak şart bu meslekte. Yeri geliyor okulda öğrettiklerinden taban tabana zıt hadiseler başına gelebiliyor. Önümüzdeki dönemlerde hem doktora yapıp, bir taraftan da ders vermek istiyorum üniversitelerde. Durmak yok , eğitime devam.

Medyada kimlerle çalıştın, kimler öğretmenlerin oldu?

Çok fazla insanla çalıştım. Özellikle ilk gençlik yıllarımda çok fazla iş değiştirdim, iyi ki de öyle yapmışım. Çünkü bir çok kişiyi yakından tanıma fırsatı buldum, iyi ilişkiler kurdum böylelikle.

Güneri Civaoğlu duruşuyla, hayata bakışıyla sayıları epeyce azalan beyefendilerden biri tabii ki… Ben böyle insanların sofrasından geçmiş olmayı önemserim. Tabii bunu şans olarak algılayıp değerlendirenler genellikle azdır. Sen değerlendiren azınlıktansın sanırım.

“Ben Güneri Cıvaoğlu Üniversitesini bitirip bir de üstüne master, doktora yapmış bir gazeteciyim. Harika bir yaşam gurusudur. Haberciliğinin yanısıra nasıl yaşamak gerektiğine dair çok önemli altın değerinde bilgiler de öğrendim. Araştırma geliştirmeye çok yatırım yaptım. Şimdi onun meyvelerini yiyorum. Mesleğimizde bulunan nadir, zarif bir kişilik Güneri Bey. Çok uzun yıllardır beraber çalışıyoruz. Onun gibi bir kişiliğe baba-oğul mesafesinde yakın olmak anlatılamaz bir duygu.”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi olman normal de, IPI Türkiye Ofisi, Uluslararası Basın Enstitüsü Derneği yönetim kurulu üyesi olman önemli… Nasıl bir bağlantın oldu?

“Boğaziçi Üniversitesi’nde seminerler ve kurslar düzenlerlerdi. Beni de derneğe kabul ettiler sağolsunlar. Yer yer de iş yoğunluğuna göre yönetim kurulunda görev alıyorum. Genel Kurulumuzu topluyor, gidişat hakkında fikir alışverişlerimiz oluyor. Benim için önemli bir deneyim IPI.”

Yeni kitabın, ilk romanın Benim Adım Günah çıktı. Öncesinde bir de şiir kitabın vardı. Neden roman yazdın?

“Roman edebiyatın en güzel yolculuklarından. Şiir yazmayı sürdürüyorum ama Benim Adım Günah birden bire çıkıveren bir roman oldu. 330 sayfada geçen 2 günü anlatmaya çalıştım. Farklı bir gidişatı var, içinde büyük sürprizler barındırıyor. Bence okuyucu çok farklı bulacak ve çok sevecek.”

Ne anlatıyorsun Benim Adım Günah’ta?

“Metropolün tüm nimetlerinden faydalanan Selim’in hikayesi. Psikolojik çözümlemelerle masumiyeti, aşkı, aile kurma isteğini anlatıyorum. Siyaset ve rant ilişkileri de yerini alıyor tabi.”

Kalp sevabı, akıl günahı sever diyorsun. Tartışılır bir durum…

“Evet aynen öyle. Sosyal medyada bu mottoyu paylaşmamın ardından bolca tartışılır oldu. Ben kalbin saf ve temiz, aklınsa şeytana uymaya daha hevesli olduğunu düşünüp savunanlardanım. Tersini ya da farklı düşünen varsa oturur tartışırız.”

Ne bekliyorsun romanından?

“Çok okunacağını düşünüyorum. Dizi ya da film olabilecek gücü de var. Muhtemelen olacaktır da.”

736990cookie-checkEvimizin oğlu yazdı: “Benim Adım Günah”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.