“Ey Halk, sinirlenince daha da güzelsin!”

Sonuçta ortalık toz duman olunca, İstanbul Borsası’nın endeksleri başaşağı gitmeye başladı ve bir günde 60 milyar lirayı aşkın bir zarar yarattı. Karakteri gereği insan hayatına, patlayan gözlere, polis marifetiyle altüst edilen özel ve kamusal yaşamlara hiç aldırmayan sermaye çevreleri, borsanın başaşağı gitmesi karşısında paniklediler. Hazır başbakan da yurtdışında iken, devletin tepe noktaları acilen toplandılar ve duruma “ılıman çözüm” getirmeye kararı aldılar. Cumhurbaşkanı ve başbakanın ayrı notalardan konuşmaya başladığı da gözden kaçmadı.

(Bu arada, son bir haftadır yaşananlar, kanımızca, Türkiye kapitalizminin beklentilerinde başka durumlar da yarattı. Taksim Gezi Parkı muharebelerinin, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi henüz tam uygulanmamışken projenin taşeronunun “neden olduğu” yeni bir sorun olarak ortaya çıkışı, ABD ve müttefiklerini hazırlıksız yakalamışa benziyor. Zaten Başbakanın aşırı kabarmış egosu, dizginleyemediği hırs ve kini, tekrar tekrar dile getirdiği savaş histerileri, hem kendisini ve hükümeti iyice yormuştu, hem de ABD açısından bir “problem” momenti idi. Şimdi Taksim muharebeleri bunun üzerine tuz biber ekmiştir. Böyle bakınca, ABD’nin, hızla Recep Erdoğan’ın yerine alternatif lider arayışı içine girmesi şaşırtıcı olmaz. ABD’nin yakın dostu Fas Kralının Erdoğan’la görüşmeyi reddetmesi bunun bir işareti olabilir. Ama öte yandan, Cumhurbaşkanı A.Gül’ün de AKP yöneticileriyle aynı projenin parçası olduğu, bu ekibin Türkiye’de Cumhuriyet’le gelen burjuva kazanımların üstüne Sünni İslam (ABD ılımlı İslam diyor) gömleğini giydirmek, hatta giderayak halifeliği gündeme getirmek gibi bir gündemi olduğu, “yeni Osmanlı” vb rüyalarının da buna bağlanabileceği kulağımızın bir kenarında durmalıdır.)

Taksim muharebelerinde birinci raundun sonunda ne oldu? Borsa başaşağı gidince, devlet, Başbakan yardımcısı B.Arınç’ın şahsında özür diledi, ama bir yanıyla da dilemedi. Bir anlamda nedamet getirdiler ve psikolojik olarak gerilen Recep Erdoğan’ı özür dileme zahmetinden kurtarıp, elini rahatlattılar. BDP’li Mv. Sırrı Süreyya Önder’in Köşk’e çıkıp Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşmesi, durumun nasıl “yumuşatılacağı” konusunda ipuçları vermekte. Ama, Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika turu dönüşünde tekrar ortaya çıkıp, bazı yerlerde çatışmalar sürmekte ve onbinlerce genç hâlâ Taksim’de nöbetteyken, hiçbir olay yaşanmamış gibi davranıp, “Taksim’e cami ve kışla projesinde nerde kalmıştık” diye yine bildiğini okuyacağını söylemek, çok da zorlama bir tahmin olmayacaktır. Bizce, “Osmanlı’da hile tükenmez” atasözü sürekli hatırda tutulursa yararlı olur.

Birçok yeni gelişme olabilir, hâlâ çeşitli kentlerde çatışmaları süren olaylar çok farklı çizgilerde seyredebilir. Komünistler olarak, işi falcılığa dökmeden serinkanlı düşünmek, cesur bir “durum değerlendirmesi” yapmak, mücadeleye soyunmuş muazzam kalabalıkların bilincinin bir adım daha ilerlemesine yardımcı olmak durumundayız.

Taksim Olayları nereden çıktı?

• Olaylar basit gibi görünen bir park yıkımı / ağaç kesimi sorunundan büyüdü. “Aniden” ve muazzam bir yığınsallaşma ve yayılma eğilimiyle patlak verdi. Örgütsüz ve kendiliğinden! Bir genç çevrecinin öfkeli tvitinde yansıyan “iki ağacı korumak için onlarca genç fidanın başlattığı hareket” ifadesi, hareketin ne denli siyasetdışı, çevreci ve masum başladığının anlatımıdır. Ancak, “Recep kuvvetleri”nin halka yoğun gaz sıkması, geleni geçeni coplayarak bu “masum” olayda vatandaşa haksızlık yapması, yani polisin kanunsuz-adaletsiz davranması karşısında, çevre dostları iyice öfkelenmiş, daha da inatçı ve kararlı bir direniş geliştirmişlerdir. Olanları izledikçe öfkesi patlayan “alelade şehir halkı”, “yeter beeeaa” diyen genç yaşlı çoluk çocuk orta halli insanlar sokaklara dökülmüşlerdir. Ne için? Polise ve Başbakana “yeter be!” demek için. (Kimse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının adını ağzına almamıştır, çünkü adam yerine bile koymamıştır.) Tepki, İstanbul’dan dalga dalga tüm büyük kentlere, Anadolu’nun ücra köşelerine ve hatta yaşadıkları süreç nedeniyle hükümetin incitilmemesine özen gösteren Kürt kentlerine kadar yayılmış, siyasallaşmış toplulukları (bazı MHP’liler de dahil) giderek artan sayıda içine çekmiştir.

• Tepkinin bu denli ani, şiddetli ve yaygın oluşuna bakılırsa, yalnız İstanbul’da değil ülke halkının önemli bir kesiminde siyasal iktidara karşı sessiz ve derinden büyük bir öfke birikmiştir. “Recep şaşırmış, halkın da sabrı taşmıştır”.

• Olaylar, eylemciler açısından bakıldığında, ani ve kendiliğindendir. Ama devlet açısından böyle değildir. Bir gazetede basılan ilk gaz sıkma resimleriyle de belgelendiği üzere, bizatihi devlet, bu çevreci karşı çıkışın özünde basit bir karşı çıkış olmadığının farkındaydı ve her zamanki gibi, “yılanın başı küçükken ezilmeli” tavrını gösterdi. Bir avuç çevreci vatandaşı terörize edip önce sindirmeye ve onların şahsında tüm kamuoyunu susturmaya yeltendi.

• Çevreci ağaç dostları “siyasal” niyet taşımamış olabilirler. Ama, başbakanından gaz silahının tetiğini sıkan “Tayyiban” polisine dek devletin mücadelenin bir tarafı olarak yer alışı göstermektedir ki, Gezi Parkı’ndaki “iki ağaç” meselesi özünde derin bir “siyasal” meseledir. Yığınların tepkisi de tabii ki siyasal olmuştur, milyonlarca vatandaş, en başta Başbakanı, onun polisini hem makaraya alıp hem de “eleştirmiştir,”, hâlâ da eleştirmektedir. Öte yandan, olayların başlangıcından bu yana göstericileri “terörist” ve “illegal” olmakla suçlayan kendini bilmezler şunu açıklayamamaktadırlar: 7 gündür gösteri yapan onbinlerce insan bunca polis terörüne, kışkırtma hakaret ve saldırıya karşı tek bir molotof kokteyli savurmamıştır. Bu Taksim’de kendiliğinden gelişen yığınsal karşıkoyuşun başarısıdır.

• Devletin başındaki İslamcı sermaye kliği eliyle yürütülen “vatandaşın terörize edilerek sindirilmesi” operasyonu, ne büyük şanstır ki, Taksim gibi şanlı bir meydanda betona toslamış, yığınların kendiliğinden başkaldırısı, hakiki bir “irade çatışması”na dönüşmüştür. Bu bile ortada ciddi “siyasal mücadele” olduğunu anlatır.

• İrade çatışmasının şiddetinin artması karşısında başbakan, “ayyaşlar”, “çapulcular”, hatta “yabancı devletler” falan diyerek ne denli kültürlü(!) olduğunu halkımıza gösterdi. Ama sonuçta, devlete hakim olan İslamcı burjuvazi, Arınç eliyle “özür dilemek” zorunda kaldı. Kavganın ilk raundunun galibi, sokakta polis kuvvetiyle devlet terörü estiren AKP iktidarı karşısında dağınık, ama Spartaküs gibi direnen onbinlerce genç oldu. Halk, vatandaş büyük bir moral üstünlük elde etti. Dünya kamuoyunu yanına aldı.

• Olayların gelişmesine borsanın gösterdiği şiddetli tepki, konuşmalarına allah bismillah ile başlayan Recep Erdoğan’a, kapitalizmin allahının “sermaye ilişkisi” olduğunu (ki Adam Smith buna “görünmez el” diyordu), bunu ürkütecek bir tavır takınma lüksüne sahip olmadığını, yetkin ve etkin biçimde gösterdi. Taksim’de karizmayı çizdirten Erdoğan, bir de TV şirketlerinden reklamlarını çekenlere, İstanbul’a turist rezervasyonlarını vb. iptal edenlere “kükremek” istedi ama, nafile, kapitalizmin allahına söz geçiremedi. İstanbul Borsası’nın bir günde yüzde 10.5 dolayında değer kaybına uğramasıyla, sermaye çevreleri başbakanı ezip geçtiler, “doğru olanı” yapmak üzere Cumhurbaşkanından yardım istediler. Sonuç: Devlet, yığın hareketinin demokratikleştirici etkisi altında, kapitalizmin allahı öyle gerektirdiği için, belki de tarihinde ilk kez özür diledi.

Yine de, bu sonuç direniş cephesindeki vatandaşları rehavete sevketmemelidir.

Nedenleri çoktur:

• Birincisi, son bin küsur yıllık tarihe göz atanlar anlayacaklardır ki, Kemal dönemi dahil, devletin, karşısındaki muhaliflere sunduğu seçenek, her zaman “ya teslim ol, ya da geber”, olmuştur. Taksim olaylarının fotoğraflarını inceleyin, başınıza gelenleri hatırlayın, kırmızı elbiseli genç kıza gaz sıkan polisin tavrına bakın, hep aynı şeyi göreceksiniz: Ya bizim dediğimizi yaparsın, ya da al sana! Kürt meselesinde de yaşanmakta olduğu üzere, bu devlet, ancak karşısında hatırı sayılır bir fiziksel güç olduğunda muhalefeti “dinlemekte”dir. O zaman bile “anlaşalım, görüşelim” demesinde hile hurda vardır. Atasözü boşuna değildir: İtten post devletten dost olmaz!

• Üstelik, bu iktidar şiddetle kinci-intikamcı ve revanşisttir. Başbakan Recep Erdoğan ve çevresinin, Gezi Parkı’nda çizilen karizmanın, sarsılan “devlet iradesi”nin intikamını almak üzere tekrar saldırıya geçeceklerini hesaba katmak durumundayız. Belki de oraya, planlanandan daha yüksek minareli, her minaresinden 20 kilovatlık hoparlörle allah propagandası yaptırılacak olan camiyi dikmek için, şimdikinden daha da azgınlaşıp gelecekler. İktidar cephesinde özel mülkiyet, ticaret sermayesi, devlet ve allah içiçe geçmiştir. Bu ittifaka güvenmek, bir nevi siyasal intihar addedilmelidir.

• Egosu tavan yapmış insanların karizmaları çizilince ne denli tehlikeli ve pis işlere yöneldiklerini kendi pratiğimizden az çok biliyoruz. Başbakanın siyasi tartışmayı geleneksel laik-dinci karşıtlığı bağlamında ele alarak, dine inananları göstericilere karşı kışkırtmak için tedbir almayı aklından geçirdiğinin kanıtı ortadadır. İslamcı AKP’nin dinci siyasal gündemi o denli kuvvetli basınç yapmaktadır ki, başbakan, tüm toplumu temsilen başbakanlık yaptığını unutup, “bizimkilerin lideri” gibi konuşmadan da edememiştir. Bu hayırlı bir davranış çizgisi değildir.

• Tabii, gösterilerde (hâlâ) yasa, yönetmelik ve kılavuzları çiğneyen, hayasızca 2 metreden insanların suratına, ağzına tetik çeken polisin (çekilen resimlere göz atmak yeterlidir), bir emirle melek olmayacağı da herkesin malümüdür. Üstelik bunlar, Tayyibandırlar. Arkalarından iktidarın eli sopalı, testereli, satırlı paramiliter çeteleri gelmektedir. Bunları akılda tutmak, siyasal tedbirli olmak şayanı tavsiyedir.

• Sonuçta, isteyen istediği gibi düşünebilir, ama bizce devlete, allaha, Gül’ün ya da Arınç’ın verdiği sözlere güvenenler yanlış yaparlar. Ortada bunlara inanmayı, güvenmeyi gerektiren hiçbir durum yoktur. Şu ünlü dizeleri nasıl olur da unutabiliriz:

“Tanrı paşa bey ağa sultan, nasıl bizleri kurtarır / Bizi tüm kurtaracak olan kendi kollarımızdır”

Taksim eylemlerinde kim vardı kim yoktu?

Gösterilere katılanlarla Bilgi Üniversitesi’nden araştırmacıların yaptığı anketin ilk sonuçları ilginçtir.

Göstericilerin üçte ikisi gençtir (19-30 yaş arası nüfustandır).

Yarısından çoğu bundan önce hiçbir eyleme katılmamıştır. Hatta çoğu varolan “sol” ya da sağ siyasi partilerin dışından gelmektedirler.

Kentlidirler. Katılımın akşam iş saatlerinden sonra artışına bakılırsa, işsiz güçsüz değil, iş güç sahibidirler, ya da eğitim görmektedirler.

Bunlara “serseri”, “aylak”, “ayyaş”, “ahlaksız”, çapulcu vb. yakıştırmaları yapanların zihinleri gerçekten zavallıdır.

Dahası, iddia ediyoruz ki, bu gençler, küresel kapitalizmin içine doğan yeni üretici güçlerin ürünüdürler. Ülkenin geleceğidirler. Siyasal örgütler ileride bunlardan taze kanı sağlayacaklardır.

Göstericiler kesinlikle AKP seçmeni değiller, muhafazakar değiller, devletten ve dinden özgürlük istiyorlar, yani devlet otoritesine başkaldırıyorlar. Üçte biri bir şekilde dindarken, üçte ikisi dindışı kalmayı tercih ediyor.

Göstericiler, kimilerinin utanmadan ima ettikleri gibi “Ergenekon vb.” sempatizanı, Türkçü vb. değiller, ordudan, Kemalistlerden medet ummuyorlar. Gösteriler sırasında Kürt halkına bir eğilim olarak herhangi bir karşı söz edildiğinin verisi yok. Hatta, Kürt ulusal hareketinin, bir – iki Kürt ili dışında devlete karşı gayet terbiyeli kaldığı ve gösterilerde yer almaktan kaçındığı bir vakıa iken, gençler bunu da anlayışla karşıladılar.

Göstericiler işsiz güçsüz, aç-açık olmadıkları gibi, “çapulcu” da değiller. Gösteriler sırasında AKP binaları, polis malları haklı olarak fiziki eleştiriye tabi tutulmuş olabilir, ama yağmalama, hırsızlık, cinayet, vb olmamıştır.

Başbakan bu yakıştırmayı, karizması çizildiği için kızgınlıkla, sürç-i lisan ederek, belki de kendi çevresindekilere bakıp söylemiş olabilir. Ama zaten gençler başbakanı pek de ciddiye almayarak, münasip cevabı vermiş oldular.

Önce de söyledik ama yineleyelim: Genç vatandaşlar, sokakta, evlere dükkanlara kadar girip kendilerine terör uygulayan polise karşı tek bir molotof kokteyli savurmamışlardır. Onlar, emeğin ve insanlığın silahsız yığınsal güçleri olarak da devlet terörüne karşı çıkılabileceğini göstermişlerdir.

Medyaya, büyük çoğunlukla devletten ihale alma peşinde koşan patronlar sahip olduğu için, Taksim muharebeleri sırasında medya ve basın genelde hükümetin suyuna gitmiş ve üç maymunları oynamıştır. Gösterici gençler, bu yalakalığı hemen görmüş, bir yandan NTV, CNNTürk gibi iktidarın borazanlarını yığınsal ve etkin kınarken, bir yandan da ileri teknolojinin en son ürünlerinden (twitter, facebook, e-posta vb.) yaratıcı tarzda (mesaj atma, video ve fotoğraf çekip anında iletme, haberleşme ağları yaratma vb.) yararlanmış, “dijital çağın evlatları” olarak tüm topluma örnek olmuşlardır. Tayyiban polisin tvit atan gençlere şimdi duyduğu öfke, bu durumun sonuçlarının ne olacağını görmesindendir.

Sendikalar, sonradan uyanan KESK ve DİSK gibi örgütler dışında, yer yerinden oynarken aylak aylak bakınmışlardır. Bu onlar için ayıp bir durumdur.

Taksim muharebeleri, “tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, ötekileştirilenlerin haklarını” en azından savunmak gibi bir görevi olan sendikal hareket açısından “uyan borusu” olmalıdır.

Umarız, sendikal hareket hızla silkinip kendine çeki düzen verir ve Türk-İş, sermaye sınıfının bu İslamcı iktidarına kesin tavır geliştirir.

Son Durum

Taksim Dayanışması adını alan hareketin temsilcileri 5 Haziran günü, Başbakanvekili Bülent Arınç’la görüştüler ve Taksim muharebelerinde yer alan onbinlerin ve onları destekleyen milyonların taleplerini devlete ilettiler.

Taleplerin bazı yönleri hakkında yorumumuz şöyle:

Taksim direnişçileri, devlete kibarca, “Gezi Parkı’na müdahalenin ‘özel hayatlara müdahale ve hor görülme’ biçiminde algılandığını, gösterilerin de iktidarın bu tutumuna karşı verilmiş büyük bir toplumsal tepki olduğunu” söylüyorlar.

Vatandaşın Gezi Parkına ilişkin talebi şu: “Gezi Parkı park olarak kalsın”, cami, AVM vb yapılmasın… “AKM korunsun..”.

Başbakan, kişiliği gereği bu konuda da karar verme yetkisini kendinde görüyor ama, gerçekten, bir kentte varolan kamusal alanların nasıl kullanılacağı hakkında kent halkının doğrudan söz sahibi olabilmesi gerekir. Londra gibi kentlerde yandaki binada bir değişiklik planlandığında bile belediye size soruyor, “ne düşünüyorsun” diyor.

Bu açıdan, “gezi parkı park olarak korunsun” demek, Taksim eylemcilerinin siyasal bir tavrıdır. Zaten açıklamanın belediye başkanına değil devlete hitabedişi, Başbakan Recep Erdoğan’ın “ben yaparım olur” tavrının reddidir. “Bilmemneyin başı olabilirsin, senden büyük halk var, haddini bil” demektir! Eh, bu da kendini halife – padişah gibi görmeye başlayanların karizmasını çizdirmeye yeterlidir.

Açıklamada vurgulanan; “toplumun en temel demokratik ve insan hakkı olan taleplerinin barışçıl ve demokratik şekilde ortaya konması” siyasal tutum almaktır. Siyasal düşünüp siyasal davranmayı, mücadelenin karşılıklı olarak tırmanacağını hesaba katmayı gerektirir. Siyaset ise bir güç ve örgütlülük sorunudur.

Açıklama şöyle diyor: “Halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan… başta İstanbul, Ankara , Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumlular görevden alınsın… Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılması yasaklansın… gözaltına alınan yurttaşlarımız derhal serbest bırakılsın…”

Bu talep, devlet iradesine yönelik bir taleptir. Arınç’ın yarım yamalak özürü bu talebin hiçbir yanını karşılamamaktadır. İstemlerin karşılanması, ulusal ve uluslararası hukuk süreçlerini bir bilgin gibi inançla ve ardıcıl bir şekilde kullanırken, hakiki bir fiziksel güçle devletin ve hükümetin “kulağından tutmakla” mümkün olabilir. Bu bir yana, küresel pazarda yer alan Türkiye’de Recep Erdoğan dahil hiç kimsenin istediği gibi at koşturamayacağı, uluslararası hukuk organları ve gerekli kuruluşlar devreye sokularak pratikte gösterilmelidir.

“Taksim başta olmak üzere meydanlardaki, alanlardaki eylem yasaklarını ve filii engellemeleri aşmanın” yolu, yukarıda da vurguladığımız üzere fiziksel, yığınsal güç olmak ve kuvvet göstererek devletin inine çekilmesini, böylece vatandaşın özerkliğinin artırılmasını sağlamaktır. Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta devletin işçilere karşı kullandığı silahlar gerisin geri ona çevrilirse, yani koca kent “adedi devir sıfır” noktasına getirilirse, köprüler, ana arterler, otoyolları, ulaşım durdurulursa, ancak o zaman, bu hakiki bir kuvvet gösterimidir. Aynen ufak bir örneğini iki-üç gün önce yaşadığımız gibi… “Genel grev” diyenler, aslında bu istemi dile getirmektedirler. Ama bu, plansız programsız, örgütsüz olamaz! Olursa da kısa süreli, geçici bir durumdur.

“İfade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması”, tarih boyunca en kilit bir talep olmuştur. Bunu da, aynen Taksim’de yaşadığımız gibi, “yaşamak için ölümü göze almış” yığınsal ve militan mücadele güvence altına alır. Uygun zihinsel ve fiziksel hazırlık, zorlu nefesli mücadele gerekir.

Bu arada, Recep Erdoğan’ın polisinin (Tayyiban) zor kullanarak, tehditle cep telefonu, internet iletişimini kesme, kestirme girişimleri, şiddetle üzerine gidilmesi gereken bir insanlık suçu, toplumsal suçtur. Devletin kendi yurttaşlarına karşı suç işleyen – veya suç işlenmesine göz yuman – bir örgüte dönüşmesi, toplumdaki köklü değişim, devrim ihtiyacının ne denli yakıcı olduğunun anlatımıdır. Bu suçun işlenmesine yardım ve yataklık eden telekomünikasyon kuruluşlarından, telefon şirketlerinden, uluslarası platformlardan da yararlanarak mutlaka hesap sorulmalıdır.

Tabii, üç gün önce “dünya interneti İstanbul’dan idare edilecek” diye ahkam kesen AKP’nin gösteriler sırasında interneti, cep telefonu şebekesini kapattırmaya ya da (jammerları kullanarak) felç ettirmeye teşebbüs etmesi, başbakanın ağzından “twitterın toplumsal bela olduğunun” ilanı, gizli gündemleri açık etmektedir, kendi ayaklarına sıktıkları kurşundur.

Ne yapacak yani 21.yüzyıl gençliği? Sizler gibi kafası örümcek bağlamış cami hocalarının vaazlarıyla irşad olmayı mı bekleyecek? Kara komedisiniz! Toplumu taş devrinde yaşatmak isteyenlere kapı açık: Buyrun, Afganistan’a, Arabistan’a kadar yolunuz var!

Habercilik görevini nasılsa “unutan”, iktidarın suyundan giden, korkak ve çıkarcı basının ve medya kuruluşlarının toplumca cezalandırılması gerekmektedir. Gezi parkı eylemcileriyle dayanışma içine giren, AKP’nin ve devletin yaptığı haksızlıklara adaletsizliklere ezici ağırlığıyla karşı çıkan ve bu sınavdan alnının akıyla çıkan tüm sanat camiası ve aydınlar, NTV, CNNTürk başta olmak üzere tüm öteki yalaka kanallara ve yazılı basına uygun toplumsal cezalar bulup, yaratıcı biçimde uygularlar diye düşünüyoruz.

5) Taksim Dayanışması’nın dile getirdiği, “Başta 3. Köprü ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısına ilişkin itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşun ve barış talebinin, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerinin, kadınların bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, başta Türk Hava Yolu işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin, yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması istemlerinin” gerçekleştirilmesinin yolu siyasal mücadeledir, sınıf mücadelesidir.

Ülkede vatandaşların, genci yaşlısı ile işçisi işsizi ile tüm ezilen, hor görülen, ötekileştirilen toplumsal kesimlerin demokrasi ve barış özlemini yerine getirmenin yolu, hedefli, ilkeli, programlı ve yığınsal mücadeledir. (Bu konuda Kürt ulusal hareketinden öğrenilecek çok şey vardır.)

Bu mücadele, emeği ve emeğin değerlerini öne çıkartır, yerel ve kesimsel çıkarları tek bir sancak altında toparlar, küresel dünya pazarında emeğin, emekçi vatandaşın kendi kaderini tayin hakkını hayata geçirmeyi hedeflerse doğru yapar, diye düşünmekteyiz.

* Örgüt / topluluk / insiyatif içinde her düzeyde her alanda açık tartışma ve demokrasi,

* Farklılıkların tanınması temelinde en geniş birlik,

* Özgürlük ve tam demokrasi için kararlı militan mücadele.

Bu felsefi ve örgütsel ilkelerin bugün yaşamın doğruladığı, hak ve adalet arayışı içinde olan ve devlete ve rejime meydan okuyan herkese yol gösterecek ilkeler olduğu kanısındayız.

Bu anlayışla, Taksim direnişçilerini ve tüm ülkede devletin haksızlığına, terörüne başkaldıran herkesi kutluyoruz.

Ey halk, sinirlenince daha da güzelsin!

TKP WEB SİTESİ

764120cookie-check“Ey Halk, sinirlenince daha da güzelsin!”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.