Şeytan Üçgeni…

Ama bu gölgenin garip bir özelliği vardır, çok iştahlı, önüne gelen gemileri hatta uçakları yutuyor, siz siz olun sakın gemi ya da uçak ile o bölgeden geçmeyin…


Sizi bilmem ama her nedense, bu şeytan üçgeni deyimi ben de; “Siyaset – Tarikat – Ticaret” üçgenini çağrıştırıyor ve bu üçgen içerisinde bütün ihtirasları, hırsları ve acımasızlıklarıyla varolmaya çalışan ve amaçlarına ulaşmak için her yolu deneyen, bunu yaparken de başkalarını kullanmaktan, kötü emellerine alet etmekten çekinmeyen bir yığın arsızı, uğursuzu, vurguncuyu, soyguncuyu anımsatıyor.


Adeta “sac ayağını” andıran bu durum; aynı zamanda iç-içe geçmiş sarmal (helezonik) bir yapılanmanın da temelini oluşturduğu gibi, iktidarı elinde bulunduranlara hem yön veriyor hem de onların dümen suyunda yol alarak, gerekli olan alt yapıyı, kadrolaşmayı oluşturuyor.


Ne yazık ki, bu üçgene dahil olmayı başaranlar bir şekilde;devletin bünyesine yerleşerek ve yandaş olarak gördükleri insanlar arasında yaşamın vazgeçilmezleri olan (din, tarikat, siyaset, ticaret… gibi) alanlarda sağlam yerler, kaleler edinerek ve “son kale”nin de düşeceği inancıyla, her geçen gün yaşamını devam ettirebilmek için kan arayan vampir misali bu sarmal içerisinde kendilerine yeni yaşam alanları yaratarak yollarına devam ediyorlar ve kendilerine kolayca yandaş buluyorlar. Maalesef bu duruma dur diyecek güçlü bir muhalefette henüz ortada görünmüyor.


Ve işin tuhafı bu duruma alet olan, yataklık, yaltaklık ve yalakalık yapan, daha önceleri aklı başında ya da en azından laik, sosyal-demokrat, evrensel hukuk normlarına, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına, sivil toplum örgütlerinin etkinliğine inanmış kimseler olarak bildiğimiz yaşamın her alanından, her meslekten, kimlikten ve kişilikten o kadar çok insan var ki…


İnsan, bunların daha önce söylediklerini düşününce, yaptıklarına şahit olunca, insanlığından utanıyor ve bir kez daha anlıyor ki; bu türe giren insanlar arasında ‘insanlığın’ adı yok. Bu insanların her türlü ortak değeri, dini – imanı – mezhebi  aslında  “PARA ve GÜÇ” olmuş ve bu durumda ister istemez “ PARAYA TAPANLAR” tarikatının oluşmasına zaman, zemin ve olanak hazırlamış.


Elbette bütün bunlar salt bugünün ve bugünkü iktidarın sorunu değil. Bu tür ilişkiler neredeyse insanlık tarihi kadar eski. Onun içindir ki, ta o zamanlarda “siyaset- tarikat- ticaret” ilişkisi içerisinde gelinen son noktada denilmiştir ki; “Sezar’ın hakkı Sezar’a Papa’nın (kilisenin) hakkı, Papa’ya (kiliseye)”…


Yine ülkemizdeki yaşanan olaylarda ve geçmiş hükümetler döneminde denilirdi ki; “yolsuzluğun yapılabilmesi için üç unsur gerekir. Siyasetçi, bürokrat ve iş adamı.  Bunlardan ikisi yatağa girerken ki, bu genellikle siyasetçi ve iş adamı olur. Diğeri yani bürokrat erketeye yatar, yani herhangi tehlikeli duruma karşı gözetleme yapar.”…


İşte bugün de durum aynı ama bir farkla, şimdi bu kişilerin hangi siyasi kimliğe, hangi, ticari kimliğe ve hangi tarikat kimliğine sahip oldukları çok daha fazla önem ve anlam ifade ediyor. Eğer iktidara biat etmemiş ve ters düşüyorsan avucunu yalarsın artık!


Bir yandan dünyayı ele geçirmeye çalışan güçlerle ülkeyi ele geçirmeye çalışan güçlerin işbirliği halinde olarak ötekiler diye bellenen ve gittikçe ötekileştirilen kitleler üzerinde oynadığı oyunlar ve uyguladığı baskı-şiddet, öte yandan her yerde önlenemeyen terör olayları, silah tüccarlarının ekmeğine yağ süren, onların içki sofralarındaki muhabbetlerini artıran silahlanma ve daha fazla palazlanma merakı, herkesi bezdirmiş durumda.


Kimi doğanın koynuna sığınıyor, kimi “din”e sığınıp radikalleşiyor. Kimi dehşet olaylarına bulaşıyor.


İşte bunun içindir ki, son zamanlarda bir dağ köyüne çekilip de televizyondan, gazetelerden kısaca her türlü iletişim, bilişim aracından hatta radyodan bile uzak, doğal bir ortam içinde basit ve sade bir hayat yaşamak isteyenlerin sayısı giderek artıyor.


Üstelik bunlar, hem de okuyup yazmış entelektüel kişiler…Modern hayatın bütün nimetlerinden, konformizminden, kaçmak istiyorlar… Kimi hormonsuz topraklarda doğal sebze ve meyve yetiştirmeyi, tavuk, koyun besleyerek et gereksinimini karşılamayı, kimi tenha koylarda balık avlamayı, kimi okuyarak, kitap yazarak, müzikle uğraşarak, kimi dost bildiklerini etrafında toplayarak; her türlü çıkar ilişkilerinden ve kazanç hırsından arınmış olarak kavgasız, gürültüsüz yaşamayı düşlüyor.


Ve bütün bunlara, olan bitene ve her şeye rağmen, bir yandan da, küreselleşme sürecinin ve medeniyetler çatışması adıyla yazılmış olan senaryonun hayata geçirilmeye çalışılmasından umulan amaç bu mu acaba? diye de düşünmeden edemiyorum.


Yani insanları bezdirip yıldırmak, sorumluluk duyması ve bu sorumluluk çerçevesinde dünya barışı için mücadele etmesi gerekenleri, kendi iradeleriyle bir kenara çekilmeye zorlamak mı?


İnsanlığın, temelinde derin bir bezginlik, yılgınlık ve umutsuzluk olan depresif ruh hallerini, zulüm, şiddet ve baskı görenlerin zamanla nasıl radikalleştiklerini, medeni oldukları savında bulunanların vahşi yüzünü, insanların çaresizliğini, çilekeşliğini ve dünyanın nasıl bir ateş çemberi içine girdiğini şu sıralarda dünyada ve ülkemde oynanmakta olan kirli oyunlar ve ilişkiler ağını gördükten ve bu filmlerin her defasında başka başka oyuncularla çevrilmiş ama konusu, içeriği üç aşağı, beş yukarı aynı olan yeni versiyonlarını tekrar tekrar izledikten sonra daha iyi anladım.


Öyle sarsıldım ki, ben de bir an her şeyden uzak; “Bermuda Şeytan Üçgeni”n de yok olan uçak ve gemiler misali ya da “Siyaset- Tarikat- Ticaret”in Şeytan Üçgeni, sarmalı, anaforu adına her ne derseniz deyin. Bunların içinde yok olup giden, mesleğini, mesnedini, kimliğini ve kişiliğini yitiren insanlardan olmadan bir yerlere kaçma isteği duydum.  


Sanırım geçtiğimiz günlerde ölen; ekonominin işleyişinin özünde güç ilişkilerinin bir yansıması olduğunu ortaya koyan ve yalnızca güçlülerin sözünün geçtiği bir düzene karşı ömür boyu mücadele veren Kanada asıllı ekonomist John Kenneth Galbraith’in “Savaş, insanlığın en büyük başarısızlığı ve ayıbı olmaya devam ediyor” sözü her şeyin kısa bir özeti olsa gerek…


Son söz olarak bugün iktidarı ve gücü ellerinde bulunduranlar ve kendi inançları doğrultusunda ve (laiklik, türban, şeriat) gibi konularda devrim yaptıklarına ya da yapacaklarına inanan veya bir şekilde inandırılmış olanlar şunu asla unutmamalıdırlar ki;


1789 Fransız Devrimi; “Özgürlük, kardeşlik, eşitlik” belgesini yaşama geçirmek üzere var oldu. Ne yazık ki bir süre sonra binlerce insanın kellesini uçurdu. Aralarında devrim yöneticileri Danton ve Robespierre de vardı; devrim kendi çocuklarını da yemişti.


Adım gibi biliyorum ki, devrim tıpkı Satürn gibi kendi çocuklarını yiyecektir. Tarihsel süreç içerisinde ve yakın tarihimizde bunun somut örnekleri apaçık bir şekilde ortada dururken ve yine yaşananlara ya da yaşanacaklara en yakın örnek olarak komşumuz İran’da olan-bitenler gözler önündeyken…


Bilmiyorum bunu söylemek için de illa “ulema”  olmaya gerek var mı?


“Anneme Şeytana uyduğumu söylemeyin! O benim mışıl mışıl uyuduğumu sanıyor!”



Mete karakaş: araştırmacı/yazar
e- mail :  [email protected]


METE KARAKAŞ’IN DİĞER YAZILARI


– Aşk eski bir yalan…
– Aşklar, şiirler ve şarkılar 
– Gittim, gezdim, gördüm
– …bağlı kadınlara selam olsun! (1) 
– Destan’dan destana yol gider (II) 
– Bunu biliyor muydu Bay Bush? (III) 
– ‘Amazon’ kadınlarından ‘Amansız’lara (IV) 
– Panik Odası mı? Nanik Odası mı? (V.) 
– Meryem ve Meryem (VI) 
– İki farklı Recep öyküsü… (VII) 
– Teflon insanlar (VIII) 
– Hippiler (Hippie) ve bonomolar (IX) 
– Hindi ve papağan (X) 
– Şiir üstüne ne varsa… (XI)
– Sanat (zanaat) ve sanatın başlangıcı (XII)
– Erkek Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (XIII) 
– Düşünce yazıları…(XIV)
– Sigara – Nargile – Pipo (XV) 
– Acele karar vermeyiniz… (XVI) 
– Kararlı ol ve seçimini doğru yap! (XVII) 
– Öğrenmenin yaşı yoktur (XVIII) 
– Bitmeyen Senfoni (XIX) 
– Nazım Hikmet Kültür Merkezi…(XX) 
– Hayatın aynasıdır tiyatro! (XXI) 
– Mağdurlar ve mağrurlar (XXII) 
– Şu Çılgın Türkler (XXIII) 
– Benim sinemalarım… (XXIV) 
– Muhteşem gece! (XXV) 
– Pamuk eller cebe! (XXVI) 
– Yurttan Tipler Korosu! (XXVII) 
– Anıların izinde radyo günleri! (XXVIII) 
– Yaşamak ve sevmek üstüne! (XXIX) 
– Suçlular aramızda… (XXX) 
– Sen neymişsin be abi! (XXXI)
– Durdurun dünyayı inecek var! (XXXII) 
– Bir demet maydanoz…(XXXIII) 
– Tersine dünya…(XXXIV) 
-Yukarıdakiler – Aşağıdakiler (XXXV) 
-Bahar Rapsodileri… (XXXVI)
-Düşman kardeşler…(XXXVII) 
-Uçurtmayı vurmasınlar!…(XXXVIII) 
-Ateş düştüğü yeri yakar…(XXXIX)  
-Sağdan soldan estarabim!…(XL) 
-Paradigma değiştirmek!.. (XLI)


 

690140cookie-checkŞeytan Üçgeni…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.