Ezilenler

İnsan yaşlandıkça bellek partal bir torbaya dönüyor. Unutuşlar çok şeyi bulandırıyor. Dostoyevski’nin Ezilenler’ini çocuk yaşlarımda okumuştum. Babamın kitaplığından çekip almıştım. Babam ne okuduğuma karışmazdı. Bende Ezilenler olmalıydı. Var da ben mi bulamıyorum. Budala’yı çok geç bir zamanda okudum. O kadar karmaşık bir romanla yüzyüze geleceğimi düşünmemiştim. Ecinniler’i gözüm kesmemişti, bir yıldır elimde sürükleniyor. Dostoyevski dendi mi benim için öncelikle İnsancıklar var. Sonra da Suç ve ceza’yla Karamazof kardeşler. Dostoyevski’nin ilk romanıyla son romanları arasındaki süreç çok verimli değil sanki. Biraz daha yaşasaydı daha büyük romanlar yazabilirdi. İnsanın yazgısı tuhaf: insan olgunlaşınca ölüyor. Madem Ezilenler’den bir şey kalmamış aklımda, tuttum bir Ezilenler daha aldım. Çevireni Nihal Yalaza Taluy olduktan sonra gözüm kapalı alırım.

Ezilenler’i okurken belleğimde yollardır bozulmadan kalmış olan şu cümleyle karşılaştım: “Dön Nataşa, henüz geç kalmadan dön!” Nedense ben bu cümlenin Beyaz geceler’de geçtiğini sanıyordum. Diyorum ya, bellek eskiyince işler kötüye gidiyor. Ezilenler’de Dostoyevski aşkın en acılı ve en çaresiz biçiminden sözeder. Sevdiğiniz insanın kulu kölesi olurken ona insan olarak doğru ya da yanlış birçok yönüyle hayran olursunuz değil mi? Kötü yanlarını da iyiye yorarsınız. Örneğin sevgilinin gevşekliklerini bir güzel özgürlük tutkusu diye değerlendirirsiniz. Nataşa gözü kapalı biri değildir. Bilir sevdiği adamın tutarsız bir kişi olduğunu. Onu savunamadığı gibi eleştirir de: “Alyoşa’yı hoş gör, onu kınama! dedi. Başkalarına benzemez o. Çocuğun terbiye şekli böyle, bize hiç benzemiyor. Çocuk gibi. Hareketlerinin anlamını düşünüyor mu sanıyorsun? Yeni bir izlenim, ilk yabancı etki onu bağlı olduğu yeminine bir anda ihanet ettirebilir. İradesiz, zayıf. Şimdi sana söz verir, aynı gün aynı içtenlikle başka birine de söz verir, üstelik gelip sana yaptığını anlatır. (..) Göz kırpmadan en büyük özverilere katlanır, ancak yeni bir etkiyle karşılaştı mı yine her şeyi unutuverir. Hep yanında olmazsam beni de unutur. Öyledir o!”

Aşkta kendini vermenin en aşırı biçimi olmalı bu. Doğrudur, aşk bir eleştiri ortamı değildir. Aşk bir eleştiri ortamı olmaya başladığı zaman aşk olmaktan çıkar. “Gereğinden fazla seviyorsun onu. Bu kadarı fazla Nataşa, böyle aşkı anlamam ben.” Böyle eleştirir Vanya bir zaman sevgiyle bağlandığı ve gene de çok sevdiği Nataşa’yı. Nataşa savunmaz kendini, savunmak için dayanağı yoktur ki. “Evet, deli gibi seviyorum, dedi. Seni hiçbir zaman böyle sevmemiştim Vanya. Aklımı yitirdiğimi, böyle sevmemek gerektiğini ben de biliyorum. İyi bir sevgi değil bu… (..) Ne yapayım ki ondan gelen ıstırap bile beni mutlu ediyor.(..) Eve dönmem için beni kandırmaya çalışıyorsun. Neye yarar? Dönerim, ama beni yarın çağırsın yine çıkar giderim; bir köpeği çağırır gibi ıslıkla seslense bile arkasından koşarım. Istırap mı? Onun verdiği hiçbir ıstıraptan korkmam. Ondan geldiğini bilmek bana yeter…”

Vanya’nın aklına yatmaz bu. Gerçek bir aşk çılgınlıktır. Olacakları düşünebilen birine aşık demek olası mı? Aşkta insanın tümüyle kendinden çıkışı ve toplumsallığından tam olarak sıyrılırcasına kendini birine adayışı vardır. Toplumsallığından sıyrılmak dediğimiz şey örneğin Nataşa’nın çok sevdiği annesini ve babasını bırakıp gitmesi gibi bir şeydir? Üstelik Nataşa babasını aşağılamış bir adamın, ahlaksızlığıyla ünlü, herkese her kötülüğü yapabilecek bir adamın oğluna gider. Üstelik babası Alyoşa’yı çok zengin bir adamın kızıyla evlendirmek üzeredir. Bu Alyoşa tam tamına insanın tepesini attıracak cinsten bir baş derdidir. Geleceğini bile doğru dürüst düşünmeyen biridir. Para kazanması gerektiğinde roman falan yazabilir. “Ben de sizin gibi roman falan yazıp dergilere satmayı düşünüyorum. Bana o çevrede yardım edersiniz değil mi Vanya?” Ya romancılıkta da dikiş tutturamazsa? “Sonunda en son çare olarak belki gerçekten bir işe girerim.”

Çoklarımız Vanya gibi düşünürüz: en güzeli Nataşa’yı ne yapıp yapıp yolundan döndürmektir. Nataşa belirsiz bir yola değil zaten sonu olmayacak bir yola girmektedir. Bazılarımız da, örneğin ben, insanı insan yapan şeyin böylesi bir karşılıksız kendini verme olduğunu biliriz. Böyle aşklar yaşadık mı? Elbette hayır. Ancak böyle aşklar yaşamış, aşkın altında ezilmiş, belki tümüyle kendini acılara vermiş insanın, belki sonunda pişmanlıklar yaşamış ama gene de aşkına leke sürdürmemiş insanın, böyle insan varsa ve kaç taneyse, karşısında eğilmek boynumuzun borcudur. İnsan olmanın temel koşulu gözünü kırpmadan kendini adayabilmek değil midir? Benim bir kızım olsaydı, Vanya gibi biriyle evlenmek isteseydi öfkelenirdim ama Vanya gibi birine aşık olsaydı alnından öperdim onu.

643010cookie-checkEzilenler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.