Fazıl Say’ın Ankara’da yaz çıkartması

Bilbordlarda hiç tanıtıcı bir reklam yok. Afiş de yok. Televizyonlarda tanıtımı da yok. Yaklaşık dörtbin kişilik açık havada ki konser biletleri ise günler öncesinden tükenmiş.

Değişik, yoğun bir program, sürprizlere de açık. Bakalım bu yaz başı, Ankara’da Fazıl Say nasıl seslenecek.

Devletin salonları, orkestraları ve koroları adeta yasaklandı Fazıl Say’a ve eserlerine. Görünmeyen bir el, görünüyor da, ortada görülmüyor, sessiz ve derinden gidiyor. Buna haklı ve doğal çıkışını yapan Fazıl Say’a gelen bazı tepkiler ise, yerinden gelmiyor da, başka türlü geliyor. Bir başka anlatımla, ulaşacağı menzile değil de, hedef şaşırtılarak Fazıl Say’a yöneliyor. Üzücü. Ama bunların üzerinde durmak bile, onları meşhur etmeye, güncel kılmaya yol açabilir. En güzel yanıt, Fazıl Say’ın eserleri, eylemleri ve gerçekleştirdikleri.

Güneş balçıkla sıvanır mı, Fazıl Say’ın eserlerini kendi ülkesinde, kendi yetiştiği yerde, yasaklayıp, sahneleri kapatıp, orkestraların programlarından çıkartarak, onu yok sayabilirmisiniz. Kaynakdan çıkan suyun önüne akarken set koyduğunuz da, su yolunu bulur ve yine akar, akar.

Geçen yıl kurulmuştu. Nazım Hikmet Korosu. Fazıl Say’ın girişimi ve müzik direktörllüğünde, Nazım Hikmet Vakfı bünyesi içinde. Genç 55 Opera solisti, uzun seçmelerden sonra bir araya getirilmişti. Uzun çalışmalar, provalar ve adına yaraşır şekilde, ilk kez Nazım Hükmet ile Bilkent Odeon Ankara’da sahne de yer almışlardı. O konseri, o coşkuyu, o müzik ile görüntü ve sahnelemeyi, burada paylaşmıştım, yinelemiyeceğim.

İşte yine Fazıl Say ve Nazım Hikmet Korosu alkışlarla aynı salonda. Koro, hafif bir serinlik estirerek yerini aldı. Önde adeta bir vurmalılar ordusu. Değişik enstrümanlar sahne boyunca dizilmiş. Ve dört genç adam. Alp Özdayı, Tansu Karpınar, Aykut Köselerli ve Ali Can Öztan. Beyinleri ve ellerinin bütünlüğü içinde, vurmalılar arasında gezinti yapmaya hazırlar. Fazıl Say da piyanosunun başına geçti, Şef İbrahim Yazıcı’da yerini aldı.

Şiirin dizeleri, piyanonun ve vurmalıların sesleri ile notalarla bize gelecek. Bir ilk de gerçekleşecek, 2014 de bestelen bir Fazıl Say bestesi. 6 Nisan 2014 de ilk kez Avrupa’da seslendirildikden ve aradan iki yıl geçtikten sonra, Fazıl Say’ın kendi ülkesinde Ankara’da, ilk kez seslendirilecek. “TEE BELLS” Dizeler,çanlar çalacak.

Amerika’dan, Edgar Allan POE’nin şiiri üzerine bestelenen bir kantat. Gümüş, Altın, Bronz ve Demir Çanlar dört bölüm halinde. 23 dakikalık bir seslendirme. “Duyun” diye başlıyor, “Gecenin yumuşak havasında” devam ediyor, “Tehlikenin nasıl azalıp, çoğaldığını” gündeme getiriyor, “kalp atışlarına”, “hıçkırıklarına” katılyoruz bizde. Çanlar bize bir yolculuk yaptırıyor, POE’nin dizeleri, yaşama bürünerek bize ulaşıyor. Önde sekiz erkek ve sekiz kadın Koro’dan, dörderli olarak öne gelip solist olarak da, Koro arkadaşları ile Koro içinde de yer alarak seslendirme sürüyor.

Koro seslendirmiyor sadece. Bu koro geçen yıl da aynı sahnede Nazım’ı seslendirmekle kalmayıp, oynamışlardi. Bu kez de yine aynı. Duran, oturan bir koro değil. Özellikle baş ve elller. Başın dönüşleri, omuzların hareketi, koların eller ile uzanması, kavuşması, bakışlar. Bütün vücut, müzik ve dizelerle hareket halinde yaşıyor ve yaşatıyor.

Karanlıklar içinde yol alıyorsunuz, bazen bir arayış içindesiniz, sonra bir ışık görüyorsunuz. Acı ve hüzün eksik değil. Ama direnç ve başkaldırı öne çıkıyor. Kabullenme, baş eğme, kadere razı olma gibi bir durum yok. İtiraz var. Özlem var. Işığı arayış var. Koro, solistler, vurmalılarda dört genç adeta enstrümanları arasında koşturuyor.

Piyano yönetiyor, bazen duraganlaşıyor, hüzne büründü demeye kalmıyor, sonra yeniden coşkuyu getiriyor. Sonra bir yürüyüş, sadece bir yürüyüş değil bu. Dans ediyorlar, öyle yürüyorlar. Sessiz değiller. Haykırıyorlar ve bir çağrı yapıyorlar adeta.

Amerika ve İngilizce yazılan dizeler, Anadolu bozkırında bir başka ses veriyor. Dizeler, notalarla adeta müzik ile ete kemiğe bürünüyor ve yeniden yaşam buluyor. Bu çanlar, bize yaşamın duyarlılığını yansıtıp, uyarı görevini yapıyor.

Konser sonrası dizeleri yeniden bir kaç kez daha okudum. Daha önce duymadığım sesleri duyar gibi oldum. Şiiri adeta yeniden keşfettim.

İzleyiciler adeta büyülenmiş durumda. Eserin seslendirilmesi bitince yavaş yavaş bir rüyadan uyanır gibi, gerçeklerle karşılaşma, duyumsama, şaşkınlık ve müziğin güzelliği ile geçen dakikaların sevinci.

Sahne değişecek yarım saati aşan bir ara var. Açık havada ki saonda boş yer yok. Bir insan seli akmış, toplanmış gibi. Salonun yarısından fazlası, biraz da eserin etkisi ile mi diyelim, yerinden bile kıpırdamadan oturuyor. Eser üzerine, Fazıl Say üzerine, güzel sözler dillerde hep. Ve engelliyemiyorlar, yasaklıyamıyorlar, haklı işte değerlendirmeleri.

Konserin ikinci yarısı. Bilkent Senfoni Orkestrası yerini aldı. Şef yine İbrahim Yazıcı. Ve Orkestra içinde piyanonun başında da, Fazıl Say. Bu bir mesaj anlayanlara! Carl Orff’un, “CARMİNA BURANA” seslendirilecek.

Anımsayalım. Geçen yıl, Fazıl Say’ın eseri seslendirilecekti. Son anda programdan nedense çıkarıldı. Ve yerine “Carmina Burana” programa alınmıştı. Fazıl SAY’da, kendi uslubü ile değerlendirmesini, tepkisini ve açıklamasını yaptı. “Carmina Burana” da programdan çıkarıldı. Eleştirenler, yapmasyadı daha iyi olurdu diyenler oldu. Ama gözden ırak tuttukları bir konu vardı. Sanatçının duyarlılığı ve kabullenmeme, sessiz kalmama davranış biçimi, doğruyu yinelemesi, bunu eleştiremeyiz. Sonraki gelişmeler, sanat adına daha da acı idi. Neredeyse Fazıl Say, “Carmina Burana” programını engelleyen kişi durumuna getirilmek istendi. Bunu hiç yapmaması gerekenler yapıyordu, o da daha da acı. Neyse bunlar geride kaldı. İşte bu tartışmalara en güzel yanıt, en güzel davranış biçimi, sahnedeydi.

Bu gelişmelerden sonra kurulan Nazım Hikmet Korosu ve Fazıl Say, Bilkent Senfoni Orkestrası içinde solist olarak değil (ama solist) piyanosunun başında, CARMİNA BURANA seslendiriliyor. Bence bu program, bir başka sıçrama. Koro “ben varım artık” diyor. Fazıl Say, siz beni ve Carmina Burana’yı engelleyenlere karşı sessiz kalıp, hatta beni suçladınız, biz onu şimdi sahnede yaşatıyoruz. “Siz nerdesiniz?” der gibiydi. O yüzden, sanatçı duyarlılığı ile tarihi ve anlamlı bir yanıt, bir belge.

Soprano Burcu Uyar. Güvenç Dağüstün ise iki ayrı sanatçı olarak sahnede tek bir vücut iki ayrı ses, Bariton ama bir de bakıyorsunuz Contrtenor.

Orkestranın Konzertmeıster’i Önder Baloğlu ve orkestra da, bugün bu solistlere eşlik etmenin yanı sıra, aralarında Fazıl Say ayrı bir solist ve koro. Durmuyor, kareografi, müzik seslendirilmiyor, koro aynı zaman da sahneleniyor.

Ve alkışlar kesimiyor tabii. Kimsenin yerinden kalkmak gibi bir niyeti de yok. O ne, nasıl bir dinamizm, alkışlara, koro şefi bir rüzgar gibi değil, fırtına gibi giriyor sahneye, Murat Cem Orhan. Koro şefi ve şefleri ile koro adeta enerji fışkırıyor. Ve koreografi düzenlemesini yapan sanatçı Elif Aktar da, alabildiğine bir zerafetle sahne de, hep birlikte alkışlara selamla yanıt veriyorlar.

Bitmedi. Unutulacak gibi değil. Bütün emeği geçenler sahnede, Fazıl Say piyanonun başında, “Yiğidim, aslanım orada yatıyor”u seslendiriyorlar. Fazıl Say’ı artık tut tutabilirsen. Piyano artık elinde bir oyuncak gibi. Coşuyor, coşuyor. Bildiğimiz eser, Eyüboğlu’nun dizeleri, Livaneli’nin bestesi, yeniden düzenlenerek, yorumlanıp, bestelenmiş. Koro koşuyor. Yine kareofrafi, eller, yüzler, tüm vücut, eser birlikte seslendiriliyor.

Ve FİNAL. Ve kollar hava da, sağa doğru yukarı kalkıyor “Yiğidim, aslanım orda yatıyor.” Eller gösteriyor. Uzanıyor. Hedef, Anıtkabir’e doğru.

Ankara o akşam bir başka. Sadece Ankaralılar diyemiyorum. Ankara dışından gelenler de var. Ama gerçekten Ankara, o akşam bir başka Ankara.

_________________

Ankara. 6 Haziran 2016. Pazartesi. [email protected]

1582940cookie-checkFazıl Say’ın Ankara’da yaz çıkartması

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.