Fethullah Gülen aslında darbeci miydi?

Bugünlerde okyanus ötesinden asker ve darbe karşıtı açıklamalarla cemaatine ve Türk siyasetine yön vermeye çalışan Fethullah Gülen’in 12 Eylül darbecilerine destanlar yazdığını biliyor muydunuz?

Bilenler bilir elbette ancak sapla samanın birbirine karıştığı şu günlerde, içinde yaşadığımız siyasi ve sosyal savrulmaların temellerinin atıldığı ve ülkenin adeta kanlı bir laboratuar gibi kullanıldığı 12 Eylül’ün yıldönümünde hafızalarımızı bir kez daha tazelemekte yarar var.

12 EYLÜL’DEN ERGENEKON’A BİR CEMAAT LİDERİNİN PORTRESİ…

1960’lı yıllarda komünizmle mücadele derneğinin Erzurum’daki kurucuları arasında olan, dönemin milliyetçileri arasında adı ‘sıkı Ülkücü’ye çıkan Fethullah Gülen, 1970’li yıllar boyunca, o yıllarda nurculuğun en etkin kollarından biri olan ve siyaseten AP’yi destekleyen Yeni Asyacılarla Erbakan’ın MSP’si arasında gidip gelen bir siyasi seyir izler. Ancak her iki yapıdan bağımsız yeni bir yapılanma içine girmesi zamanla iki grubun da tepkisini çeker.

Konuyu daha iyi algılamak açısından bir iki örnek aktarmakta yarar var…

1970’lerin ortalarında, bugün önemli turizm merkezleri olan Edremit, Akçay ve Ören gibi kıyı ilçeleri nurcuların yazlık kamp alanlarıydı. Gözyaşları içinde verdiği vaazların kaydedildiği kasetlerin ülkenin dört bir yanına gönderildiği ve bu yolla taraftarlarının sayısını her gün katladığı bir dönemde Edremit’teki Fethullah Gülen’e ait kampa baskın yapılır.

Nurcuların o dönem en etkin yayın organı olan Yeni Asya Gazetesi, Gülen çevresine ait kampa yapılan baskını, “bir nurcu kampa” baskın yapıldığı gerekçesiyle eleştiren haberler yayınlar.

Oysa Fethullah Gülen bu haberlerden rahatsız olmuş ve bunu açıkça dile getirmiştir.
Aslında Gülen’in karşı çıktığı nokta haberin kendisi değil, içerikte kullanılan “nurcu kamp” ifadesidir. Gülen, Edremit kampının ve kendisinin haberde “nurcu” olarak anılmasından rahatsız olduğunu dile getirir. Bunun üzerine Yeni Asyacıların önde gelenlerinden Mehmet Kutlular ve Mehmet Kırkıncı Gülen’i ziyaret ederek bu tavrının nedenini öğrenmeye çalışırlar.

Kutlular, “biz sizi nurcu biliyoruz” diyerek Gülen’e sitem eder…

Gülen’in yanıtı da açık ve net olur: “Bilmeniz ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için nurcu kimliğimi kullanmayacağım…”

‘İSLAM’DA BOYKOT YOKTUR!’

Bu ayrışmanın yarattığı tartışmalar sürerken Gülen çerçevesini çizdiği biçimde yapılanmasının sürdürür. Yurtlar, dershaneler, ihtişamlı binalar ve yayınlar…
Şubat 1978’de ünlü “Ağlayan Çocuk” kapağıyla ilk sayısı çıkan Sızıntı Dergisi, ilerleyen yıllarda Gülen’in geniş çevrelere ‘sızmasını’ sağlayacak en önemli araçlardan biri olacaktır.

Sızıntı Dergisi etrafında oluşan beyin takımına da sahip olan Gülen ve çevresi etkili bir cemaate dönüşmeye başlar. Gülen, bu dönemde sık sık devletin kutsallığına vurgu yapan konuşmalar yapar. Diğer nurculara göre devletin yanında yer aldığını göstermek için her fırsatı kullanır. “Yeni Asya cemaati de devletin yanında yer alıyormuş gibi görünse de gerçekte sadece Demirel’in yanındaydı. Yoksa devlete, düzene, Kemalizm’e karşı bir cemaatti. Zira devletten en çok baskı gören kendileriydi. Fakat Fethullah Hoca, partiye, hükümete değil, devlete önem veriyor, devletin kutsallığını savunuyordu. Gülen, 1977’de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirmiş, ‘İslam’da boykot yoktur’ diye konuşarak boykotu kırmış, devlete karşı olunmaması gerektiği anlayışını sergilemişti.”
( Tarih ve Düşünce- Ocak 2001)

Gülen’in devletle flörtü sürerken, tırmanan anarşi ve terör olayları ülkeyi büyük bir karmaşaya doğru sürüklüyordu. Darbeci General Kenan Evren, 12 Eylül sonrasında yaptığı bir konuşmada bu dönemi şöyle anlatacaktı: “Artık vatandaş öyle bir hale gelecekti ki, -lanet olsun, cumhuriyet geleceğine, ne gelirse gelsin, yeter ki sokağa rahat çıkalım, rahat gezelim, rahat ticaret yapalım- diyecekti.”

‘DENİZLER GİBİ KÜKREYEN ASKER…’

Fethullah Gülen tam da bu dönemde Sızıntı Dergisinde askere adeta darbe çağrısı yapan bir yazı kaleme alır. ‘Asker’ başlığını taşıyan yazı bugün olsa Gülen’i ‘Ergenekoncu’ olmaktan Silivri’de süründürecek türdendir ve Evren’in konuşmasının gölgesi niteliğindedir:
“…İnsanlık, askerle medeniyet ve umrana tırmanır. Fetihler ve sonra kültür akımları, onun sancağı ve mızrağıyla her tarafa ulaşır ve bu sayede yeni yeni medeniyetler doğar; yeni yeni iklimler aydınlığa kavuşur. Sonra taşıyıp geliştirdiği her şeyi, emniyet altına alma ve koruma da yine kendisine düşer. An olur, bir sel gibi çağlar, bir tufan kesilir, temizler her tarafı. Gün gelir buharlaşır, bir sıyanet bulutu kesilir milletin üstünde. Sığmaz kabına ve bir çığlık olup kıtadan kıtaya yayılır. Denizler gibi kükrer. Dağlarla pençeleşir, stepleri aşar, Çin Seddi’ne ayak öptürür. O, kendini yerin tek varisi bilir ve gözü dünya hâkimiyetindedir. ‘Gün doğusundan gün batısına kadar bizimdir’ sözü onda idealleşir ve bu uğurda ölüm, hayatın en tatlı gayesi ve en sevimli neticesi haline gelir …” (Sızıntı- Haziran 1979)

‘MEHMETÇİK HIZIR GİBİ İMDADIMIZA YETİŞTİ’

Fethullah Gülen ve benzerlerinin çağrısı çok geçmeden karşılık bulacak ve CIA ve Amerikan dışişlerinin yıllardır süren çabaları faşist 12 Eylül darbesiyle sonuçlanacaktı. Gülen, darbenin hemen ardından yine aynı dergide ağdalı bir yazı daha kaleme alır. ‘Son Karakol’ başlıklı yazıda şunları dile getirir: “… Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir (…) Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulüu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (Sızıntı, Ekim -1980)

Darbenin hemen ardından Türkiye’ye gelen ABD Senatosu Askeri Komite Başkanı John Tower, düzenlediği basın toplantısında 12 Eylül yönetimince yapılan işkenceleri yadsıyacak ve “ Türk Amerikan ilişkileri en iyi dönemini yaşıyor” diyecekti.

ÖZAL’LA ZİRVEYE OTURUYOR…

Bu dönemi ve gelişmeleri bir de cemaate yakınlığıyla bilinen Tarih ve Düşünce Dergisi’nin Ocak 2001’de yayınladığı ‘Nurculuk’ dosyasından okuyalım:
“12 Eylül, cemaatleri en çok sarsan, bütün gidişatı allak bullak eden bir darbe oldu. Çünkü 12 Eylül Yeni Asya cemaatini böldü, Fethullah Gülen’i güçlendirdi. Turgut Özal’ın dönemindeyse, Yeni Asyacılar iyice küçülürken, Gülen zirveye oturdu.
Türkiye 12 Eylül sabahı darbeyle uyandığında dindar kesimler artık her şeyin bittiğini düşünüyorlardı. Bütün kazanımlar, alınan mesafe, maddi ve manevi yükselişler bir anda yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelmişti. Darbeyi yapanlar sağ sol ayrımı yapmadıklarını göstermek için her iki kemsin de üzerine gidiyorlardı. Siyasi partilerin tamamı kapatılmış, yöneticileri içeri alınmıştı. Cezaevleri her partiden, her görüşten insanlar dolup taşıyordu. Ortada yalnızca darbeyi yapan Kenan Evren ve konsey üyeleri vardı. Dindar çevreler darbenin ilk günlerinde büyük korku yaşarken, zamanla durumun pek de öyle korkutucu boyutta olmadığı ortaya çıktı. Darbenin lideri Kenan Evren, yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, İslam’ı övüyordu. Kenan Evren yaptığı konuşmalarda, Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’e çatıyor, sağcıları, solcuları, irticayı eleştiriyor, ama ‘hakiki din, temiz dindir, irtica değildir’ anlayışını da sergiliyordu.

DARBECİLERLE ANAYASA PAZARLIĞI

İşte Evren’in bu anlayışı cemaatleri büyük değişimlere yöneltti. Evren’in bu tutumu çoğu dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. Ortam eskisinden çok daha müspet görünüyordu. Siyasi parti çekişmeleri, sağ sol mücadelesi, anarşi şimdilik sona ermişti. Çoğu cemaatin gözünde partiler değil, hizmetlerin devamı önemliydi. Darbelere karşı en katı cemaat olan Yeni Asya’da bile bu anlayışa sahip olan ağabeyler çıkmaya başlamıştı. Bunların başında, bütün nurcular için saygın bir isim olan Mehmet Kırkıncı Hoca çekiyordu. 12 Eylül darbecileri de özellikle Anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, kimi dindar çevrelere hoşgörülü davranıyorlar, bazılarıyla doğrudan ilişkiye geçiyorlardı. Yeni Asya’nın önemli isimlerinden Kırkıncı Hoca’da onlardan biriydi Kırkıncı Hoca, 12 Eylül’ün ünlü generallerinden Tahsin Şahinkaya ile görüştü, onlara tavsiyelerde bulundu, hatta Evren’e bu nasihatleri içeren mektup yazdığı duyulunca, Yeni Asya cemaati, büyük bir şok yaşadı. Darbecilerin istedikleri anayasa oylaması referandumunda evet oyu kullanmalarıydı. Bunun karşılığında cemaatlerin faaliyetlerine, yurt ve kuran kursu açmaklarına izin verilecekti. Darbeciler, partileri kapatılan liderlerin halka hayır oyu verdirmeye çalışmasından korkuyorlardı. Demirel ve Erbakan başta olmak üzere bütün liderler hayır oyu verin mesajları yolluyorlardı. Bu mesajların etkinliğini kırmak, hayır oylarının olabildiğince az çıkmasını sağlamak gerekiyordu. Çünkü 12 Eylül anayasasıyla birlikte Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı da oylanacaktı. Ayrıca hayırların yüksek olması Batı karşısında yönetimi zor duruma düşürebilirdi. Bu yüzden darbeciler kimi asker ve sivil aracılarla cemaat ve tarikat önderleriyle görüştüler. Çoğu cemaat de bu görüşmelere olumlu karşılık verdi. Bu olay cemaat ve tarikatlarda yaygın tartışmalar yaşanmasına neden oldu. Demokrasiyi askıya almış, siyasi partiler kapatmış darbecilerle işbirliği ne kadar doğruydu. Hatta onlarla yapılacak işbirliğini küffara hizmet olarak yorumlayanlar bile vardı.”

SÖZDE İRTİCA KARŞITI DARBECİLER ‘NAKŞİ’ ÖZAL’I NEDEN KORUDU?

‘İçeriden’ aktarılan bu notlara tekrar döneceğiz. Bu arada Türkiye’deki darbeciler kendi geleceklerini ve ABD’nin ülkede kurmak istediği yapılanmanın bekasını sağlamak adına cemaatlerle her türlü ilişkiyi sürdürürken Okyanus ötesinden bu çabaların nasıl desteklendiğine, dahası uygulanan ekonomik ambargoların ardından açılan para musluklarıyla siyasi ve sosyal yapıya nasıl şekil verildiğine bir göz atalım:
“…Artık Türkiye ABD’nin reçetesini harfi harfine uygulamaktaydı. Bu reçetenin son biçimiyse Demirel’in başbakanlığı sırasında 24 Ocak 1980 kararları ile ortaya konmuştu ama Demirel’in bunu uygulamasına olanak yoktu. Reçete ancak 12 Eylül yönetimi gibi bir rejim ile uygulanabilirdi. Reçetenin ne olduğuna ve nasıl uygulandığına daha sonra değineceğim. Burada şunu bilmemiz gerek, teknisyen olarak şu reçeteyi en iyi uygulayabilecek kişi de ABD’nin gözünde Turgut Özal’dan başkası değildi. O nedenle Demirel ve yakın çalışma arkadaşları gözaltına alınırken, Demirel’in müsteşarı Turgut Özal ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı yapıldı. Hem de daha sonra üzerinde duracağımız üzere 12 Eylül’ün gerekçelerinden biri de MSP’nin Konya mitingi. Bu partinin irticai faaliyetleri olduğu ve Özal MSP’den aday olmuş bulunduğu halde 12 Eylül irtica ile mücadele edeceğini ilan etti. Generallerin ellerindeki dosyalarda ülkemizdeki irticanın en önde gelen akımının Nakşibendilik ve Özal’ın da bu tarikatın bir üyesi bulunduğu yazılı olduğu halde.

ABD DIŞİŞLERİNİN GÖRÜŞÜ: ‘HESABIMIZA EN UYGUN PARTİ ANAP!’

12 Eylül yönetiminin yaptırdığı güdümlü 1983 seçimlerinde ABD’nin Turgut Özal’ın üç yıllık uygulamalarından ne denli mutlu olduğu ortaya çıkacaktı. Bu aynı zamanda 12 Eylül’ün ilk üç yılının da ABD’de ne denli olumlu bir izlenim bıraktığının açık bir kanıtıydı. ABD seçimlerden sonra Türkiye’nin Özal’sız kalmasını istemiyordu. 6 Kasım seçimlerinde önce, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın görüşlerini yansıtmakla tanına Wall Street Journal gazetesinin 26 Ağustos 1983 günlü sayısında yer alan makalede durum şöyle dile getirilmişti: “ … Bizim hesaplarımıza en uygun parti ise eski başbakan yardımcısı Turgut Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi’dir… Amerikan diplomasisinin Türk generallerinden bilmelerini kesinlikle istedikleri nokta şudur; toplumda bir gerginlik yaratılmadan seçimlerde Özal’ın partisinin kazanması demokrasiye erken dönüş için esen bir ümit rüzgârıdır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı bu işin üstesinden gelinmesini dikkatle izlemektedir… Olayın akışı içinde Amerikan dış politikası herhangi bir bunalım ortaya çıktığında kendisine etkili taktikler bulabilir.

YAZI TÜRK BÜYÜKELÇİLİĞİ’NCE ANKARA’YA GÖNDERİLİYOR

Bu makale ertesi gün 27 Ağustos’ta Türkiye’nin Washington büyükelçiliğince Ankara’ya teleksle gönderilecek ve altında “ yazı tümüyle Amerikan yönetiminin görüşünü yansıtmaktadır” notu yer alacaktır. ABD’nin Özal’a arka çıkması olayının bir başka yönünü ise Milli Demokrasi Partisi Genel Başkanı E. Orgeneral Turgut Sunalp şöyle anlatır: “ Haig, 12 Eylül döneminde Türkiye’ye üç defa gelmiş Evren’le iki defa görüşmüştür. Zaten bunu kendisi de doğruluyor. Haig buraya 12 Eylül 1983 günü gelip Evren’i ziyaret etti. O tarihten tam on gün önce seçime girecek siyasi partiler milletvekili aday listelerini konseye vermişlerdi. Benim partim de vermişti. Konsey bunları inceleyerek istemediği adayları veto edecekti. Veto edilen aday da milletvekili listesinde yer almayacaktı. Nitekim veto işlemleri Ekim 1983 başlarında bitirildi. İşte bu listeler incelenirken Haig Ankara’ya geldi Evren’i ziyaret etti. Kendisine ‘aman Özal’ı veto etmeyin’ dedi.” *

GÜLEN, EĞİTİM SİSTEMİNİ ELE GEÇİRİYOR…

Şimdi aynı dönemi yukarıda andığımız Tarih ve Düşünce Dergisi’nin ‘nurculuk’ dosyasından aktarmayı sürdürelim:
“12 Eylül darbesinden üç yıl sonra siyasi partilerin kurulması ve Özal’ın ANAP’ı kurup iktidara getirmesi de nurcuları etkileyen bir dönem oldu. Özal’ın ANAP’ı tek başına iktidar olunca cemaat ve tarikatlara bazı kolaylıklar sağladı. Özal, sadece siyasi dört eğilimi değil, o zamana kadar pek yan yana durmayan sayısız cemaat ve tarikatı partisinin bünyesinde birleştirdi. Cemaat ve tarikatçılar ilk kez galipler safında olmanın mutluluğunu yaşadılar. Özal döneminde dindar çevrelerin yayınladığı dergi ve kitaplar MEB Talim ve Terbiye Kurulu tarafından okullara tavsiye ediliyor, tebliğler dergisinde bu tavsiyeler yayınlanıyordu.
Gülen’in Sızıntı dergisi, kitapları, Yeni Asya yayınlarının kitapları, Zafer Dergisi ve yayınları gibi dini kitapların çoğu artık Milli Eğitim Bakanlığınca okullara tavsiye ediliyor, devletin kütüphanelerine alınıyordu. Bu bile yetiyordu cemaat ve tarikatlara. Yeni Asya dışında kalan nurcular diğer tarikat ve cemaatler bu durumdan memnundu. Yeni Asya cemaatine gördünüz mü diye başlayan eleştiriler getiriliyordu. Bu gelişmeler ve Kırkıncı Hoca’nın cemaatinin ayrılması krizinin şokunu hala atlatamamasına rağmen Yeni Asyacılar Demirel’i savunmaktan taviz vermediler. Turgut Özal’ın ve partisini darbenin ürünü olarak görüyorlardı…”

12 EYLÜL’ÜN VEBALİ…

Evren, Özal, Tayip Erdoğan ve 30 yılda yüzlerce yan figüran… Türkiye’nin 12 Eylül’ün artığı olan bugünkü siyasi ve sosyal yapısı hakkında çok şey söylenebilir. Ancak Ergenekon davası, Kürt, Alevi vs gibi açılımlarla oynanan demokrasi oyununa… Medya ve kamuda sürdürülen partizanca kadrolaşmaya bakıldığında, okyanus ötesindeki suflörlerin sesini dillendiren devasa bir organizmayla karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin bütün sosyo-ekonomik ve siyasal kanallarını tıkayan bu çamurdan arınmadan geçen her günün vebali bütün bir ülkenin gelecek kuşakları adına hepimizin boynunda asılı duracaktır.

*Prof. Dr. Çetin Yetkin- ‘Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika’ Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Genişletilmiş 2. Basım. Mart 2006

1195880cookie-checkFethullah Gülen aslında darbeci miydi?
Önceki haberDanimarka’da İslami okullar mercek altında*
Sonraki haberTürkcell Süper Lig 5’nci haftasında
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.