Fikret Başkaya ile ‘iklim krizi üzerine söyleşi

Her şeye insanların kanını emen, doğayı öldüren şu lânet olası dev şirketlerin karar verdiği bir dünya insanca yaşanabilir bir yer olabilir mi, insanlığın bir geleceği olabilir mi?” İskender Vidinli sordu, Fikret Başkaya yanıtladı.

Son kitabınızda [ÇÖKÜŞ- Kapitalizmin nihai krizi üzerine bir deneme], “aşılmaması gereken sınırlardan ve iklim krizinin aciliyetinten söz ediyorsunuz. Gerçekten durum kaygı verici mi? 

Bir kere, her yıl gezegenin ürettiği doğal kaynaktan daha çoğunu harcıyoruz. Gerçi, aileler borçlu, şirketler borçlu, devletler borçlu ama bir bütün olarak insanlık da doğaya, [gezegene] borçlu. Her yıl Gezegenin bir yılda ürettiğinden daha çoğunu harcıyoruz, dolayısıyla gezegenin kendini yenilemesine izin vermiyoruz. Buna dünya limit aşımı günü deniyor. Bir fikir vermek için, mesela dünya limit aşımı günü 1997 de Eylül ayına denk geliyordu, 21 yıl sonra, 2018’de 1 Ağustosa geriledi… Bu dünyanın bir yılda ürettiği doğal kaynağın yılın ilk 7 ayında harcanması demek… Beş ay borçla devam edilecek demek! Bu, başlı başına büyük risk oluşturuyor.

Fakat nüanse edilmesi gereken bir şey var: Dünyanın bu hale gelmesinde asıl sorumluluk, emperyalist/kapitalist kampın. Küresel oligarşinin ve küresel oligarşinin çoğu o tarafta… Atmosferin ısınmasından asıl sorumlu olan nüfus 500 milyon kadar. Dünya nüfusunun yaklaşık %15’i…

İkincisi, atmosferin ısınması da hızlanmış durumda. Vakitlice durdurulamazsa, insanlığın ve uygarlığın bir geleceği olmayabilir… Durum vahim ama insanların çoğunluğu bu kritik durumu, bu büyük tehlikeyi yeterince sorun etmiyor… Onlar sorun etmeyince oligarşinin eli güçleniyor… Yangına körükle gidiyorlar… Velhasıl rahatsız edici bir aymazlık hali…

O halde neden böyle bir durum ortaya çıktı, bu duruma neden ve nasıl  gelindi? 

Bu süreç, sanayi devrimiyle başladı ve giderek hızı, kapsamı ve yoğunluğu büyüdü. Sanayi kapitalizmi demek aslında “termik kapitalizm” demektir… Ekseri, ‘termo-endüstriyel kapitalizm’ de deniyor… Kapitalizm, termik enerji üzerinde yükselen bir üretim tarzıdır… Başka türlü söylersek, kömür, petrol, doğal gaz yakarak ve her seferinde daha çok yakarak yol alıyor. Tabii her seferinde atmosfere daha çok karbon gazı (CO2) karışıyor ve belirli bir aşamadan sonra da sera etkisi denilen oluşuyor. Karbon gazı, atmosferin kompozisyonunu değiştiriyor, bir ‘örtü’ oluşturuyor ve atmosfer ısınıyor. İşte, “atmosferin ısınması” veya “iklim krizi” denilen bu… Tabii sebep-sonuç ilişkisini de göz ardı etmemek gerekir. Atmosferin ısınması neden, iklim krizi sonuçtur…

Atmosferin ısınması, ‘ekolojik kriz’ denilenin en önemli nedeni. Zira, doğanın temel dengelerini alt-üst eden bir şey… Çok tehlikeli meteorolojik sorunlar yaratma potansiyeli taşıyor… Aslında, ‘ekolojik kriz’ değil, ‘ekolojik yıkım’ demek gerekiyor.. Zira, eriyen buzulları, yok olan biyolojik çeşitliliği, yok olan canlı türlerini, tuzlanan okyanusu, vb. yerine koymak mümkün değildir… 

Atmosferin ısınmasının, iklim krizinin ne gibi sonuçları var? 

Hayatî sonuçları var! Bir şeyi daha baştan söyleyelim ki, ortaya çıkan bu durum, bu süreç, insan kaynaklı. Doğal nedenlere dayanmıyor… Tabii tüm insanlar aynı derecede sorumlu değil… Bir yanlış anmaya yer vermemek gerekiyor… İnsanların, toplumların üretim, tüketim ve yaşam etkinliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir şey… Bu yüzden buna antroposen (anthropocène] deniyor ama aslında capitalocene demek daha uygun… Doğrudan kapitalist üretim tarzının sonucu ortaya çıkan bir durum olduğuna göre… Ortalama sıcaklık arttığında kutuplardaki ve dağların yükseklerindeki buzullar, buzlar eriyor, deniz seviyeleri yükseliyor, denizler (okyanuslar) tuzlanıyor, biyolojik çeşitlilik ve bir çok canlı türü yok oluyor, orman yangınlarının sayısı ve kapsamı büyüyor, hortumlar, kasırgalar, yangınlar, sellerin, su baskınlarının sayısı ve yoğunluğu artıyor, ozon tabakası zayıflıyor, tarımsal üretim zora giriyor, zira, yağışlar istikrarsızlaşıyor ve öngörülebilirlik durumu ortadan kalkıyor, tatlı sular kıtlaşıyor, bazı bölgeleri kuraklık vuruyor, sıcaklık artışı sıtma gibi bulaşıcı hastalıkları hortlatıyor, deniz seviyelerinin yükselmesi, deniz kenarlarında yaşayan milyonlarca insanı göçe zorluyor, ve bu bir dizi insanî, toplumsal, politik ve jeopolitik soruna kaynaklık ediyor… Bu sürece vakitlice ve etkili bir şekilde müdahale edilmezse, geç kalınırsa, “bu iş karakolda bitebilir”, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir, dolayısıyla insanlığın ve uygarlığın da  bir geleceği olmayabilir…

Durum vahim mi demek istiyorsunuz?

Aslında ne demek istediğimi anlamak için son bir kaç yılda olup-bitenleri hatırlamak yeterli… Atina’da orman yangını 90 kişinin ölümüne yol açtı, Geçen yıl Portekiz’de 100 kişi aşırı sıcaktan öldü. Japonya’da sıcak dalgası 120 kişiyi öldürdü. Geçtiğimiz günlerde Kaliforniyada ABD tarihinin en büyük orman yangını yaşandı… ABD’de yangınların 1970’lerdekinin iki katına çıktığı bildiriliyor… Sibirya da yangınlardan nasibini almış görünüyor. O kadar ki, dumanlar Kanada’ya kadar ulaştı… İsveç’teki yangınlar, bilinen yıllık ortalamanın 40 katı… Bu durumun dünyanın başka yerlerine de sirayet etmeyeceğinin hiç bir garantisi yok!  Artık zuhur eden meteorolojik olayların dünyanın ‘ısınmasının’ sonucu olduğundan şüphe etmek gerekmiyor… Durumun mesela 2040 yılında neye benzeyeceğini tahmin etmek zor değil… Eğer sıcaklıklar 4-5 derece artarsa, deniz seviyelerinin de 50-60 metre kadar yükselmesi ihtimal dışı değil… 

Yaklaşık kırk yıldır uyarılar yapılıyor, işte 2015’de  Paris İlkim Zirvesi gerçekleşti ve devletler karbon gazı emisyonunu azaltmak üzere bir dizi vaadde bulundular. İklim krizine karşı yeterli mücadele yapılmıyor mu? 

Yeterli önlem alınmaması şurada dursun, yangına körükle gidildiğini bile söyleyebiliriz… Paris Zirvesinden 3 yıl sonra atmosfere karışan gazlar azalmadı, arttı… Yenilebilir enerjilere yapılan sübvansiyonlar azalırken, fosil yakıtlara yapılan sübvansiyonlar arttı… ‘Hükümetler arası uzmanlar grubunun (GIEC) öngörülerine göre, 2040 yılında global planda sıcaklığın 1,5 derece artacak… Eğer bu aymazlık devam ederse, fosil yakıt [kömür, petrol, gaz] rezervleri artan bir tempoyla çıkarılmaya ve yakılmaya devam edilirse, sıcaklık da 3-5 derece yükselebilir ve dünya yaşanmaz bir yer haline gelebilir… Hükümetler söz veriyor ama fosil yakıt devleri, büyük enerji şirketleri bildiklerini okumaya devem ediyor.. Dolayısıyla verilen sözlerin, bir karşılığı yok… Dünya’da başlıca 200 kadar kömür, petrol, gaz şirketi var. Bunların finansal zenginliği 4000 milyar dolar… [dile kolay denecektir…]… Ki, bu rakam tüm Güney Amerika ülkelerinin milli geliri [GSYİH) kadar… Bu dev şirketler hiç bir şekilde ekonomik-finansal imparatorluklarına halel gelsin istemiyorlar… Etkin lobileriyle politikacıları kolaylıkla satın alabiliyorlar, yönlendirebiliyorlar… Onlar için ekolojik yıkım, iklim krizi gibi şeylerin bir anlamı yok! Kitaplarında öyle bir şey yazmıyor!

Dünyanın her yerindeki politikacılar, güya temsil ettiklerini söyledikleri insanların (halkların) değil, dünyanın zenginliğine el koyan dev şirketlerin sözünü dinliyorlar… Her şeye insanların kanını emen ve doğayı öldüren şu lânet olası dev şirketlerin karar verdiği bir dünya insanca yaşanabilir bir yer olabilir mi, insanlığın bir geleceği olabilir mi?

İnsanların bu tehlikenin farkına varıp, sürece müdahale etmesi ve olayların seyrini değiştirme ihtimali yok mu? Büyük felaket anlarında insanların bilincinin ve davranışlarının hızla değişmesi mümkün değil mi? 

Aslında öyle olasılık var. Tehlike kendini daha çok hissettirdiğinde insanlar içine hapsoldukları ataletten kurtulup, sürece bilinçli bir şekilde müdahale edebilirler. Kritik anlarda insanlar temel soruları, asıl sorulması gereken soruları sormaya daha çok meyillidirler… Fakat büyük felâketten önce harekete geçmek en iyisidir… Kaldı ki, son dönemde 38 ülkede yapılan bir anket, insanların %60’ının iklim değişikliğinin yarattığı büyük tehlikenin farkında olduğunu ortaya koyuyor… Aslında bu umut verici ama vakitlice şirketlerin emir ve komutasındaki politikacıları, hükümetleri defetmeleri gerekiyor… Zira, zaman daralıyor…

Sadece bu günün politikacılarından ve burjuva iktidarlardan kurtulmak sizce yeterli olur mu?

 Durum, radikal değişiklikleri, radikal devrimleri gerektiriyor. Ve bu sorun kapitalizm dahilinde asla çözülebilir değil. Onun için burjuva politikacılarından ve onların iktidarlarından kurtulmak,  kapitalizmden çıkmadan mümkün olmaz… Zira, kapitalizm reforme edilebilir değildir… Radikal olarak kapitalizmden çıkmak, “başka bir şey yapmak” hedefi ve perspektifi olmayanların bir şansı yok!

Sorunun çözümü için öncelikle ne yapmak gerekiyor?

 Fosil yakıt kullanımını radikal olarak azaltmak şart. Mevcut kömür, petrol ve gaz rezervlerinin en az %80’nin toprağın altında kalması gerekiyor. Alternatif enerjilere, yenilenebilir enerjilere önemli kaynak ayırmak, yatırımlar yapmak gerekiyor. Buna ‘enerji geçişi’ [transition énergétique] deniyor ama ‘geçişi’ gerçekleştirmek sanıldığı kadar kolay değil. Sadece enerji alanında radikal değişiklik yapmak da yeterli olmaz. Mevcut üretim, tüketim ve yaşam tarzını da radikal olarak değiştirmek gerekiyor. Kapitalizm sınırsız büyümeye endeksli bir işleyişe sahiptir. Her seferinden her şeyin daha çok üretilme zorunluluğu var… Orada durmak diye bir şey yoktur ve kapitalizm dahilinde başka türlü yapmak da mümkün değildir…  Dikkat edersen, onca sayısız zararlı ve/veya lüzumsuz şey üretiliyor ve tüketiliyor… Oysa, bir şey üretmek demek, doğadan bir şey çekmek, azaltmak/eksiltmek demektir. Tabii üretirken de, tüketirken kirletmek de demektir… Tüketimin öteki adı yok etmektir… İyi de bu dünyanın kaynakları sınırlı… Sonsuz değil… Eğer öyleyse, insanlığın ve uygarlığın içine sürüklendiği kısır döngüden çıkmak için, öncelikle üretimin yönünü radikal olarak değiştirmek, üretimi ve tüketimi kısmak, onca lüzumsuz, onca saçma şeyin üretimine son vermek, gerçekten gerekli şeylerin üretimine odaklanmak gerekiyor. Kapitalizmde değişim değeri üretmek esastır… Üretimin  yönünü ‘kullanım değerine’ doğru döndürmek gerekiyor ki, o zaman  tüketimi  kısmak  mümkün olur… Dolayısıyla bir başına enerji sorununa odaklanmakla işin içinde çıkmak mümkün olmaz… Velhasıl, farklı bir yaşam tarzı, farklı bir uygarlık tercihi yapmanın gerekli olduğu bir zamandayız… Kapitalizm dahilinde insanlığın bir gelecek yok!

 Hocam son olarak Türkiye’deki durumla ilgili de bir sorum olacak. Size göre, Türkiye’de sıradan insanlar, siyasetçiler, aydınlar bu soruna nasıl bakıyorlar…   

 Türkiye’nin “entellektüel” gündemi içler acısı… Asıl tartışılması gerekenin yanından bile geçilmiyor. Elbette son derecede duyarlı insanlar var ve bir şeyler yapmak için didinip duruyorlar ama onlar maalesef şimdilik küçük bir azınlık… Politikacılara gelince, onların kitabında ‘iklim krizi’, ‘ekolojik yıkım’ diye bir şey yazmıyor. Bizde şimdilerde yeni adı “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” olan kurum, doğal çevreyi yok etmekle meşgul… Elini çabuk tutuyor… Zaten bizim politikacılar dünyayı anlamaktan da acizler… Tabii bu başka yerlerdekinin matah olduğu anlamına gelmez… Bu aracın hâlâ bu rotada yürüyebileceğini sanıyorlar… Sıradan insanların çoğunluğu durumun aciliyetinden haberdar değil … Çünkü haberdar olabilmelerinin yolları kapalı… Sadece sorunu bizzat yaşayanların feryadı yükseliyor… Entellektüel düzey bu olursa, akademi böyle olursa, medya denilen böyle olursa, başka türlü olabilir miydi?

2229180cookie-checkFikret Başkaya ile ‘iklim krizi üzerine söyleşi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.