FRANSA’DAN… Seçildi Obama

Barack Hüseyin (Hussein veya Hussain de yazılabilir) Obama, ABD’nin 44. Başkanı seçildi. Bu olayın en çarpıcı yönü ilk kez bir Siyah’ın (ABD’de Afroamerikalı demek nezaket icabıdır)  bu mevkiye gelmesidir. Sadece bu açıdan bile başlıbaşına tarihi bir özellik taşıyor. Ama sedece bu kadar da değil. Obama’nın kişisel seçim zaferinin, partisinin,  Demokrat Parti’nin (DP) Millet Meclisi’ndeki (ABD’de « Temsilciler Meclisi » adı veriliyor) çoğunluğunu büyüterek sürdürmesi ve Senato’da çoğunluğunu pekiştirmesiyle birlikte gerçekleşmiş olmasındadır aynı zamanda.

Meseleye bu noktadan bakınca, Obama’nın seçim zafer(ler)inin nedenlerini ve nasılını irdelemek gerekiyor. Çünkü bu tür bir seçim zaferinde kullanılan yöntemler herkesin işine yarayabilecek nitelikler taşıyor. Obama nasıl başkan seçildi ? Neden? Hangi yöntem(ler)le ?

Obama’nın seçim zaferinin BİRÇOK NEDENİ VAR. AMA EN ÖNEMLİSİ ŞU : Obama’nın işin başından itibaren “FEDERATÖR” olması tayin edici oldu :  Siyahlar, Hispanikler (Güney Amerikalılar) ilerici Beyazlar, Pasifistler arasında çok iyi bir işbirliği, bir ortaklık, bir  koalisyon kurdu ve bunu başarıya ulaştırdı.

Evet babası Kenyalı Müslüman bir Siyah, annesi ABD’li Protestan bir Beyaz ve kendisi Protestan bir Siyah (Yinelemek  pahasına bile olsa : ABD’de Afroamerikalı demek gerekiyor. Ve bilhassa « zenci » denilmemesi gerektiğini, bunun çünkü çok ayıp, hatta ırkçı bir niteleme biçiminde algılandığını vurgulamak ta şart.) olan Obama kendisini hiç bir zaman sadece « Siyahların adayı » olarak takdim etmedi. Siyahların dramlarını ve Afrika’dan getirilişlerini, tarihlerini ve yakın geçmişlerini çok iyi bilen, çünkü gençliğini Siyahların « kalesi » ve bütün mücadelelerinin başkenti Chicago’da geçiren, Martin Luther King ve diğerlerinin hayatlarını çok iyi okuyan Obama, Beyazları ihmal etmedi. Hele « ilerici » Beyazları. Hele savaşa karşı olan Beyazları.

Siyah seçmenlerin % 95’i öteden beri DP’ye ve adaylarına oy veriyorlardı Obama’ya da aynı oranda oy vererek alışkanlıklarını, geleneklerini sürdürdüler.

Öteden beri DP’ye oy veren Hispanikleri de unutmadı Obama. Onlarla da çok iyi ve kalıcı ilişkiler kurdu. Ve bilhassa onların isteklerini de dikkate alacağını belirtmek olanağını buldu ve bunları çok iyi bir biçimde yansıtabildi. « Latinos for Obama » başarılı oldu : Güney Amerikalı seçmenlerin % 66’sı Obama’yı tercih ettiler.

Seçimlere katılım oranı da % 66, genç seçmenlerin de % 66’sı Obama dediği için bu seçimleri « 66  seçimleri » biçiminde nitelemek olası. Hani bir laf vardır : 66’ya bağlamak diye.  Tam o işte.

Obama’nın seçim zaferinin en belirleyici özelliklerinden biri de çevresinde seçerek oluşturduğu kadın ve erkeklerin, « Obama takımının », medya ile medyanın bütün organları ve bütün unsurlarıyla çok iyi ilişkiler kurması ve bu ilişkileri adayları için en iyi koşullarda sürdürmesidir. Aynı biçimde kendi medyatik organlarını da en iyi yönde kullanmasındadır. Toplumsal ilişkiler demetini asla gözardı etmeden, medya ile ilişkiler umulan sonuçları verdi : Kimi günlük ve etkili gazeteler açıkca Obama’ya destek vermekten çekinmediler. Ve bunu okuyucularına da açıkladılar. Küçük bir öykü ama bence çok önemli : Seçim sonuçlarının belli olmasından sonra 5 Kasım 2008 tarihli ABD gazetelerinin tümü veya tümüne yakını tirajlarını üçte bir artırmalarına karşın « yok sattılar ». Evet  kapış kapış kapışıldılar. ABD’de böyle olması son  derece doğal. Ama Paris’teki gazete satıcılarının önünü bir görmeliydiniz : İnsanlar kuyruk oluşturdular. Elbette bu kuyruklar ABD’de oy kullanak isteyen kararlı seçmenlerin upuzunnn kuyruklarından farklıydı ama Paris’te gazete kalmadı : İnanılır gibi değil : Gazete  satıcılarının önlerindeki raflar en  « kelden » daha « keldi » dün. Sadece Le Monde gibi ciddi gazeteler değil, diğerleri de birkaç saat içinde ceplerde, çantalarda veya koltuk altlarında yitip gittier…Metrolarda insanlar burunlarını gazetelerinden kaldıramıyorlardı. Herkes merak ediyordu : Nasıl kazandı bu Obama ? Kimdir ? Nereden gelip nereye gidiyor ? Evet Fransa’daki son kamuoyu yoklamaları Fransa’da Obama’ya « oy vereceklerin » oranının %78 olacağını belirtiyorlardı, ama bu bir « arzuyu » ifade ediyordu. Bunlar da dahil Obama’nın seçilebileceğine inananların sayısı çok azdı. « Goodbye Bushcain »  makalemin yayınlanmasından sonra telefon ederek, email atrak takılanların sayısını aktarmıyorum, ama emaillerini saklıyorum, gerekirse « rövanşımı » almak için. İşte bu nedene Obama seçilince « Bu iin ciddi olduğunun ayrımına vardılar » ve herkes onu daha yakından tanımak ihtiyacı duydu. Elbette internet sitelerinde kısa bir tur buna yeterdi ama o sabah işe gidenler metroda gazeteden okuyarak öğrenmeyi tercih ettiler.  O ana kadar öğrenemeyenler için en çıkar yol buydu. Dahası bu tür tarihi olayların günlük gazetelerini alıp saklayanları da burada anmak lazım : Koleksiyoncular  takımı da boş durmadı 5 Kasımda…Ve gazeteler tükendi. Fransa’daki cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra bile böylesi görülmemişti.

Tekrar konumuza, Obama’ya ve seçim zaferinin nedenlerine ve nasılına dönecek olursak : Obama evet, işin başından itibaren, « Siyahların Başkanı »  veya sadece onların başkanı değil,  « Amerikalıların  Başkanı olmak » üzere yola çıktı, bu yolda çaba sarfetti ve kazandı. ABD’de « Azınlıklar » diye tanımlanan değişik halkları ve « Çoğunluk » diye tarif edilen Beyazları, kısacası ABD nüfusunu oluşturan herkesi kendi programı çerçevesinde birarada toplamak başarısını gösterdi. Bir anlamda « çimento » rolü oynadı. « Federatör » tanımlaması bu nedenle tam anlamını buluyor : Obama  çünkü değişik  birçok halkı, grubu, değişik partilerden, farklı  dinlerden ve mezheplerden insanları belli hedefler için biraraya toplayabildi. Ve kazandı.    

Toplumsal katmanlardan gençler ve kadınlar Obama’ya yolu açtılar. Kadınlık durumunu ortaçağa geriletmek isteyen Palin türü başkan yardımcılarının modasının geçtiğinin en güzel ispatı budur. Hele gençleri hala çocuk gibi büyütmek isteyen anaların ve babaların dönemine de paydos dendi böylece. Daha çok özgürlük, daha çok eşitlik ve daha çok bağımsızlık arzusu böyle dillendirildi. Obama’ya oy verilerek : Kadınlar ve gençler arasında ortalama çoğunluktan (Obama oy verenlerin %52’sinin oyunu aldı) daha çok oranda Obama tercih edildi. Gençlerde (30 yaşından küçüklerde) %66, kadınlarda % 56.

Obama’nın seçim kampanyası sırasında ve son ana kadar estirdiği dinamizm, herkesi etkiledi. O zamana kadar seçimleri umursamayan, seçim sandıklarına ugramayan birçok seçmen ilk kez seçmen kartı çıkardı. Bu konuda DP’li militanlar, üyeler  ve « Obama gönüllüleri »  hiç bir fedakarlıktan çekinmediler. Böylece oy kullananların sayısı arttı. İlk kez oy kullanmaya giden seksenlik, altmışlık, ellilik, kırklık insanlar bile oldu. 4 Kasım 2008’de ABD’de 1960’ların sonundan beri seçme hakkını ilk kez kullanan Siyahlar az değildi. Seçime katılım oranının rekor düzeyde yüksek olması bunun sonucudur. Çünkü artık kendi köşesinde oturarak, kenarda köşede kalarak olan-biteni eleştirmek ve sonra tırnaklarını kemirmek devri devrildi. O dönemler artık mazi oldu. Seçimlerle ve/veya sonuçlarıyla birşeylerin değiştirilebileceğine inananlar da inanmayanlar  da önce oy pusulasını kullanmayı bilmek lazım dediler… Çünkü bir yerde Obama’nın herkes için birşeyler yapacağına inananların sayısı yüksekti. Obama’ya bağlanan umutlar pek çok. Pek  çok yönlü…

Seçim sonrasında Obama’nın neler yapacağını göreceğiz. Obama’nın zenginlerden alınan vergi oranlarını bir parça artırması bekleniyor örneğin. Emekçilerin, ABD’de « orta sınıf » adı verilen katmanların ödediği vergi oranlarında bir miktar indirim de umuluyor. Böylece en çok tüketenlerin vergi yükü azaltılarak iç tüketim hızlandırılacak. Bu bağlamda ABD’de uygulanmayan/bulunmayan Katma Değer Vergisi’nin (KDV) getirilmesini önerenler bile var : Ancak bu tür vergilerin iç tüketimi azaltması olasılığı nedeniyle taraftarı az.

Obama ve takımı, Bush yönetiminin bıraktığı « zehirli miras » mali ve ekonomik bunalıma çare arıyor ve bugünlerde öncelikle çözümlenmesi gereken konu budur : Mali ve ekomik krizi, toplumsal patlamalara yol açmadan önce durdurmak. Bu bağlamda Obama’yı bir yerde « itfaiyeci » gibi görmek te mümkün. Yine bu çerçevede ABD’de Sosyal Güvenlik kapsamına girenlerin sayısının artırılması da bekleniyor : Çalıştıkları halde bu haktan yoksun olanların ve işsizlerin hastalık sigortasının devletce veya kamu kurumlarınca  karşılanması. Sakatlık ve benzeri durumlarda çalışamaz olanların bakım ve geçim giderlerinin üstlenilmesi ve daha bir dizi toplumsal önlemler, çareler bekleniyor..

Obama’ya bağlanan umutlar belli bir zaman dilimi içinde gerçekleşmezse bugün oy kullananlar yarın ayaklarıyla da « oy kullanabilirler ». Bu kesin. Siyahların, Hispaniklerin ve ilerici Beyazların bu konuda geçmişten gelen epey zengin deneyimleri bulunuyor.
 
Obama tek başına seçimleri kazanmadı : Elbette arkasında partisi, « takımı », yandaşları, petrol ve silah sanayilerini ellerinde tutan ve asla bırakmak ta istemeyen patronlara karşı kendi çıkarlarını savumak isteyen « yeni hizmetler » sektörünün (örneğin internet,  bilgisayar  ve benzeri) patronları ve başka işkollarından büyük işverenler de bulunuyordu.

Ama aynı zamanda « rakip takımın »  « iyi oynamaması» da Obama’ya yaradı : Evet Obama’nın zaferinde Cumhuriyetçi Parti’nin (CP) ve McCain’in yaptıkları da tayin edici oldular. CP’nin McCain’e parti desteği için Sarah Palin’i başkan yardımcısı adayı olarak almasını dayatması örneğin. Alaska « Genel Valisi »/ »Başkanı » Sarah Palin’in ne kadar tutucu, ne kadar ilkel ve akıl almaz derecede protestan entegrist olduğunu bile bile bu adımı atması McCain için bir yerde « ölüm fermanını » kendi boynuna asmasıydı. Bu sayede CP mitinglerinde yuhalanmaktan kurtuldu belki ama bu bile geçici bir süre içindi ve yer yer geçirliydi. Seçim kampanyası boyunca McCain CP’nin dinci ve aşırı derecede tutucu taraftarlarınca ıslıklandı, kimi yerde yuhalandı yine de. Hele Palin’le aralarında Alaska buzulları kadar bir « sıcaklık » olduğu gözlerden kaçmadı. CP içinde McCain öteden beri « kara keçi » olarak görülüyordu ve bu olgu, seçimler öncesinde, seçim kampanyasında ve seçimlerde de değişmedi : McCain’in geçmişte Ted Kennedyi ile bir yasa  teklifi hazırlamış olması ve hatta birara CP’den ayrılıp DP’ye geçmesinin siyasi gündeme düşmüş olması CP’lilerce hazmedilemedi. CP’liler onu hiç afetmediler. Evet McCain ille Başkan olmak istiyordu ve  bunun için de CP’den başka yerde şansının bulunmadığını bilerek bu partiden girdi seçimlere ve yitirdi. Palin gibi biriyle seçimi kazanması mümkün değildi : 
 
OBAMA TARAFTARLARINDAN BİR bayan “Seçimi McCain Palin’i başkan yardımcısı adayı olarak tayin edince kazandık” dediğinde aslında  doğru bir noktaya işaret ediyordu. Evet çünkü protestan entegrist Palin partinin muhafazakar ve dinci tabanını kısmen McCain’e oy vermeye ikna etmeye yönelikti ama bu işe yaradı mı ? Bilinmez. Fakat şu iyi biliniyor : Palin’in Başkan yardımcısı adaylığı ve hele kanserden dertli ve 72 yaşındaki McCain’in zamanı gelince vefatı sonrasında Başkan olması ihtimali ve bunun bizzat Palin tarafından hiç sıkılmadan açıklanması birçok Cumhuriyetçi Parti taraftarını fena halde korkuttu. Ve bu nedenle onlar da McCain’e değil, Obama’ya oy vermeyi tercih etiler.

Hemen eklemekte yarar  var : ABD’li seçmenler içinde her partinin kemikleşmiş oyları dışında kalan ve sayıları azımsanamayacak kadar çok olan seçmenlerin en kolay « yön değiştiren » ve yeni bir terim kullanacak olursak en çok ve en hızlı « zapping » yapanlar olduğu biliniyor. Hani geçmiş dönemlerdeki « en  hızlı silah çeken kovboylar » gibi bugün de kimi seçmen en hızlı biçimde oyunun yönünü değiştirebiliyor. Bush’a oy verenlerin birçoğu bu defa hiç oralı bile olmadan Obama diyebildiler işte !

Ama burada « vefalı » bir seçmeni de anmadan geçmeyelim : Teksaslı yaşlı bir amca, seçim bürosundan çıktıktan sonra, yolunu kesen bir gazeteciye aynen şunları söyledi : « G.W. Bush’a üçüncü kez oy veremediğim için üzgünüm. » Evet bu çok « vefalı » bir taraftarın itirafı. Ama Bush’un 1956’da Truman’dan bu yana en az sevilen başkan oduğunu ona anlatmak  herhalde mümkün olmazdı. Fakat birçok seçmen bunu biliyordu ve onlar açısından Bush’un adamlarına artık « kırmızı kart » gösterilmesinin zamanı gelmişti. Öyle de yaptılar. Obama’ya Bush’un yardımı da böyle oldu. McCain Bush’un « mirascısı » olmadığını, « daha farklı ve bağımsız » olduğunu defalarca vurgulamasına rağmen sekiz yıllık Bush döneminin, Bush belasının, Irak savaşının ve Afganistan macerasının acı ve mali ve ekonomik krizin yüklü faturasını ödemek zorunda kaldı. Seçmenler, mali, ekonomik ve toplumsal krizlerin Cumhuriyetci Parti ve adamlarıyla aşılamayacağını çok iyi anladılar. Sekiz yıllık ızdırap böylece sona erdirilmek istendi.

McCain’e bir “ölümcül öpücük” de Dick Cheney’den geldi : Dick Cheney “McCain’i destekliyorum” dediği anda « film de koptu ». Çünkü ABD’de bugün “en çok nefret edilen adam” kategorisinde birinci sırada Dick Cheney var. İnanmayan kamuoyu yoklamalarına bakabilir. Burada yeri gelmişken hemen anımsatmalıyım : ABD seçimleri vatandaşların kamuoyu yoklamalarına GÜVENİNİ TAZELEDİ.

ABD’de ve dışında Obama’ya çok büyük umutlar bağlandığını seçim zaferi sonrasında daha açık bir biçimde gördük : Bu umutların  tümünü gerçekleştirebilecek mi ? Ne kadarına olumlu bir yanıt verebilecek ? Ne biçimde sorumluluklarının altından kalkabilecek ? 20 Ocak 2009’dan itibaren işlerin başına geçince ilk yapacaklarıyla ilk işaretleri verecek. Ancak şimdiden belirtmekte yarar var : Körükörüne ve fazla umut bağlamamak ta gerekiyor : Çünkü ABD’nin olanakları sınırlı. Onca savaş gideri ve dış borcu ile mali iflasın eşiğindeki dev bir devlette radikal düzeltmeler, düzenlemeler yapamadan kimi sorunların üstesinden gelmek mümkün değil. Böylesi dev, böylesi fil veya dinozor bir devlette radikal çözümlemeler kimi hortlakları diriltebilir. Kimi tatsızlıkları gündeme sokabilir.

Hele ABD’nin dış politikasında köklü değişiklikler bekleleyenlerin Obama’nın bütün dış sorunlara, devletlerarası meselelere, uluslararası ilişkilere « ABD’nin çıkarları » açısından bakacağını unutmamalarını nacizane tavsiye etmek isterim.

Bölgemiz için yazıp söylediklerini özetlemek istersem şunları aktarmak olası : Irak’taki asker sayısını azaltmak. Ama Afganistan  ve PAKİSTAN’daki  (Büyük harflerle çünkü bu birçok gözlemcinin ve gazetecinin dikkatinden kaçıyor) asker sayısını artırmak. Obama için « El Kaide ile savaşta birinci cephe Afganistan  ve Pakistan’dır. »

Bunları Türkçeye çevirmek istersek şunları demek olası :

ABD’nin  yeni stratejik yönlenmesinde, olası askeri ve yeni sömürgeci tipteki yerleşmesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin önemi azalıyor/azalacak. Bu konuda daha önce Bush yönetimi de önceliği Gürcistan’a vererek gösterdi. Ama Gürcistan’ın serüvenci ve kışkırtıcı yöneticileri onlara bağlanan umutları kısmen ve şimdilik suya düşürmüş durumda. Gürcistan cumhurbaşkanının günleri sayılı : Yerine getirilecek isim üzerinde anlaşılırsa bugünkü cumhurbaşkanı eski işine, ABD’de avukatlık mesleğine,  dönebilecek : Bu artık bir an meselesidir. (Parantez içinde ekliyorum : Benzer bir akibet Afganistan’daki meslektaşını da bekliyor. Onun da günleri sayılı. Yerine geçecek bir « cesur »,yoksa « deli » mi demeli, bulunursa o da ABD’ye dönüp « lokantalar zincirinin » başına geçebilecek. Her ikisinin  de umarım ABD vatandaşlığı hala sürüyordur.)

ABD’nin 1960’lardan beri hedefine koyduğu ve son on yıllarda gittikçe belirginleşen ORTAASYA’YA öncelik verilmesi politikasında yeni bir adım atılacak gibi. Bu açıdan bakılınca, Obama’nın ABD’nin dış politikasındaki eski ve/veya yeni dosyalarından haberli olduğu anlaşılıyor. Senatörlüğü döneminde dış ilişkilere özel merak göstermesi demek ki boşuna değilmiş/değildi. Dolayısıyla ABD önümüzdeki yılarda ve on yıllarda daha çok Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu ile « komşuluk » ilişkilerini geliştirecek. ABD’li şirketlerin amacı herkese şerbet içirmek, amerikanvari giysiler,filmler satmak, bilgisayar kullandırmak, vesaire  vesaire…ABD’nin bu işler için de artık Türkiye Cumhuriyeti’nin « ağabeylik » rolünü üstlendiği « kardeş devletlerle » ilişkilerine ihtiyacı kalmadığını sanıyorum. Çünkü aradan geçen yaklaşık yirmi yılda ABD bu devletlerle « kendi kardeş ilişkilerini » bizzat kurdu ve geliştirdi. Ortaasya bozkırlarında koşturmak için artık « Türk atına » gereksinimi kalmadı. Çin Halk Cumhuriyeti ise, az daha milyonlarca yıllık diyecektim, gelenekselmiş « imparatorluk » alışkanlığı içinde « düşmanının kıyısına » kadar gelmesini bekliyor : « Hele bir iyice yaklaşsın, sonra  çaresine bakarız » tavrında. Biz ise izlemeyi sürdürüyoruz. Hep beraber.

 

1633510cookie-checkFRANSA’DAN… Seçildi Obama

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.