Gelişigüzel günler

Uçağa zamanında aldılar bizi. Vakit geldi gidiyoruz derken kaptan seslendi: kalkışta yedinci sıradayız, kırk beş dakika beklememiz gerekecek. Hostes kardeşlerimizin umulmadık bir biçimde aşırı güler yüzlü olmaları bundanmış demek. Kalkışta yedinci sırada olan uçak iskelede kırk beş dakika bekler mi? Bekler bekler. Kalkıştan önce tam bir saat kırk beş dakika o daracık yerde oflaya puflaya oturmak cehennem azabı gibi. Kalkıştan sonra bir buçuk saatlik de yolunuz var. Haydi hayırlısı. Sağduyulu olmakla birlikte düşünmeyi hiç sevmeyen halkımız durumunu hiç bozmadan bu bekleyişi sabırla karşılıyor. Bense bütün bu gibi sinir bozucu durumlarda kendimi tutamayıp çıkardığım hiç sonuç getirmeyecek kavgalardan nedense son günler iyiden iyiye vazgeçmiş durumdayım, sinmiş oturuyorum. Ne oldu neden oldu bilmiyorum, kalkışı beklerken babamı düşündüm birden. Bir daha onu göremeyeceğimi düşündüm. Öte yakada nasıl olsa görüşeceğiz gibi bir inancımın olmaması bu kırk iki yıllık ayrılığı çekilmez kılıyor. Onun mutlak dürüstlüğünü hemen her gün anıyorum. Hiç ama hiç yalan söylemeyen bu adam, boğazından beş kuruş haram para geçmemiş bu adam çok değil yalnız bir kere beni kırmıştı, sonra da gönlümü almayı düşünmedi. Olsun. Dünyaya dürüstlük simgesi olarak gelmiş bir suskun adamdı o. Kendi yanlışı yüzünden hep acılı olmuş, ama acısını içine gömmüş bir sessiz adam… Yalnız vermeyi bilen, almakta hiç gözü olmayan garip biri…

Kendi yanlışı dediğim şey ülkesini bırakıp buralara gelmesiyle ilgilidir. İşgal altında yaşamak zordur ama gurbet çok daha zordur. Kimseye kendi toprağından kopmayı önermem. Hep bitmez bir özlemle yaşayacaksın, her gün burnunun direği sızlayacak, elin kolun bağlı kalacaksın. Buralara hiç ama hiç alışamadı. Zeytinyağlı yemeklere de emekliliğiyle iyice yoksul düştüğümüzde alıştı. Belki içten içe benim buralı olmama da alışamamıştır. Bana sonsuz güveni vardı ama benim dünya görüşüm onun kendi içinde çelişkili dünya görüşüyle çelişiyordu: kimsenin hakkını yemeyen ve en küçük bir adaletsizlik karşısında tepki gösteren, her zaman ezilenin yanında yer alan, yanında çalışanları ezdirmemek konusunda her zaman özenli davranmış olan babam benim sol düşünceli olmamı kaldıramıyordu. Bizi çocukluğumuzda bile son derece özgür bırakmış olan bu iyi insanın son zamanlarına doğru bu konuda benimle tartışmalara girmesi bana garip geliyordu. Kırılmasın istiyordum, o yüzden ona çelişkilerini göstermeyi düşünmedim. Onun beni ilgilendiren yanı mutlak dürüstlüğüydü. Dürüstlüğü ondan örnek alarak bizler de benimsedik. Baskılar duyarlı kılıyor beni. Yaşam sıkıştı mı duygusallığım artıyor. Uçak kalkar kalkmaz babamı olduğu yerde bıraktım, aşağıda pamuk tarlasını andıran bulutlara ve bulutların aralandığı yerde dağ görünümlerine daldım. Yoğun günlerin ardından yoğun geçecek bir yolculuğu kolaylaştırabilmenin yollarını düşündüm. Uzun süre bir şey yazmadan, tembellik ederek, okuyarak, dolaşarak, oyalanarak yaşamayı düşündüm. Havaalanlarının karmaşası, otel odalarının sessizliği, uçak kaldıranların rahatlıkları dünyamın dışında kalmalıydı.

Bir insanın kaldıramayacağı kadar ağır bir günün sonunda otel odasında uyumaya çalışırken bir ara gözümün iyi görmediğini sezdim. Zaten tek gözlüyüm, öbür gözden hayır yok. Doğuştan tembel sol gözüm. Göremediğimiz gün bittik demektir. Ertesi gün, dönüş günü, uçak saatine kadar arkadaşlarla sağda solda dolaşırken görüşümün yavaş yavaş açıldığını ama tam olarak eski durumuna gelmediğini gördüm. Onlara bir şey demedim. İyi görüp görmediğimiz anlamak için sağa sola aptal aptal bakışımın nedenini anlamamışlardır. Uçakta uyumuş kalmışım. İndiğimde gözüm hemen hemen eski durumuna gelmişti. Küçüklükler, bayağılıklar, tembellikler, üçkağıtçılıklar, zavallılıklar derken bir iğneli fıçının içine girmiş gibi oluyoruz. Bu yetersiz insan dokusunun nesiyle ve neresiyle uğraşacaksınız! Beni avutan tek şey gittiğim yerlerde gerçek aydın insanlarla tanışmamdır. Anadolu’nun her yerinde dürüst aydınlar var, her anlamda çok etkili olamasalar da. Bazen biraz susmak, biraz geriye çekilmek gerekiyor: kötü koşullara dayanabilmek için. Bir süre bir şeylerden uzak kalmalıyım. Aylardır süren yoğun çalışmaların ve üstüme üstüme gelen sayısız aptallıkların açtığı yaraları kapatmanın zamanıdır. Küçük insanla uğraşmak gerçekten çok zor, bunu şu son günlerde bir kere daha anladım. Küçüklüklerden korunarak yaşamı sürdürmenin, kirlenmeden varolmanın zorlukları bazen çok ağır bir yük gibi biniyor insanın omuzlarına. Olsun, zoru yaşamak kirlenmekten iyidir. Kirlenen kirletmeden duramıyor.

İKİ DÜNYAYI AYIRMAK

Geri kalmış insanın başlıca özelliklerinden biri kadın dünyasıyla erkek dünyasını kalın duvarlarla birbirinden ayırmaktır. Her şeyi gerektiğinden çok bilen bazı kimselere bakarsanız bu görüş “erkekegemen” kafaların tasarısıdır. Birçok kadının da bu kafada olduğu kesin. Bu ikiye bölmenin erkekegemenlikle bir ilgisi olmadığı da kesin. Bu ayırmacılık ilk bakışta erkeklerin yararına gibi görünür, yakından bakıldığında ne erkeklerin ne kadınların işine yarayacak cinstendir. Neden derseniz, geriliğin ürünü olan bu anlayışın açtığı yaralar kadın dünyasını altüst ederken erkek dünyasını da perişan ediyor. Her şeyi kadınların ezilmişliğiyle ve erkeklerin baskıcılığıyla açıklamak iyiden iyiye bir cahillik belirtisidir, biraz da sınıf bilincini gölgeleme istemidir. Oysa kaçgöçe en çok yatkın olanlar bile modern yaşam düzeninde iki cinsin burun buruna yaşamasını engelleyemiyor. Uygar toplumun kent yaşamında, hepsi kardeşim olsun, gün oluyor kadınlarla trende otobüste vapurda omuz omuza gidiyoruz, sapık olmadığımız için aklımıza kötü bir şey gelmiyor. Sapıklara gelince, onlar engel tanımazlar, her koşulda utanmazlığın gücüyle her uzaklığı aşabilirler. Dün de vardı bunlar bugün de var: kalabalıkta bir kendini bilmezin sessizce bir kadının arkasına sızdığını görürsünüz. Kadın utancından yerin dibine girer ama edepsizlik edecek yapıda değilse sesini çıkaramaz. O hayvan da kendi zavallı heyecanlarına uygun olarak sözde bir cinsel deney yaşamış olur. Belli ki bu kirli davranışını erkekliğin zaferi olarak görmektedir.

Geçenlerde bir eğitimcimiz akla zarar bir iş yaptı: kız öğrencilerle erkek öğrenciler arasına yanılmıyorsam kırk beş santimlik bir uzaklık koydu. O gün biz bir yaşımıza daha girdik. Daha sonra bir başka eğitimcimiz bu uzaklığı bir metreye çıkardı. Bana kalırsa bu iki meslektaşımız da birilerinin gözüne girmek isterken işin tadını kaçırdılar. Ne demek istedikleri belliydi: eğitimde kızları erkeklerden tümüyle ayıralım demek istiyorlardı. Kırk beş santim bize bayağı çok gelmişken, kırk beş santimden ne olur ki, bu kadar uzaklık kesinlikle yetmez, gelin bunu biz bir metreye çıkaralım demek bunları kökten birbirlerinden ayıralım demekti. Bence çocukları bu durumda hepten ayrı yerlerde eğitmek daha kolaydır. Öbür türlü, gündelik akış içinde insan elinde cetvel de yoksa kimin karşısında nasıl duracağını bilemez. Aceleyle koşarken bir de bakıyorsunuz kızımız oğlumuza yirmi iki santim kadar yaklaşıvermiş. Ya da delikanlı koşarken bir kızın on santim uzağından geçivermiş. Höst! Al onu oradan! Senin işine karışacak değiliz, sen elbette yarattığını istediğin gibi yaratırsın, bize söz düşmez. Yalnız, bu tür kullarını yaratmakta sakınca görmediğine göre bizim aklımızı da kollamak zorundasın.

Bizler cinsel özgürlüğü savunurken her yaştan ve her çeşitten insanın birbirleriyle rahatça cinsel yakınlık kurmaları doğru olur demek istemiyoruz. Bizler cinsel özgürlüğü savunurken insanı insan yapan koşulların etkin kılınmasını istiyoruz. Kimin kiminle ya da kimlerle hangi koşullar atında ve kimlerden izin alarak ya da almayarak ne gibi ya da ne anlamda nasıl bir yakınlık kuracağı ya da kurması gerektiği konusu bizi zerre kadar ilgilendirmez. Ama görüyoruz ki cinsel konularda iş iyiden iyiye karmaşıklaşmıştır. Bizler birçok ortamda kadınların erkeklerden ve erkeklerin kadınlardan kaçgöç koşullarında ayrı yaşadığı, kadının erkeği ve erkeğin kadını tanımadığı, kadın ruhsallığının erkek ruhsallığına ve erkek ruhsallığının kadın ruhsallığına kapalı olduğu, bu bilgisizliğin sağlıklı cinsel birlikteliği olanaksızlaştırdığı hatta dünyaya gelen yeni bireyleri hastalıklı kıldığı bir toplumun üyeleriyiz. Bizler cinsel dürtülerin ve daha başka etkenlerin belirleyiciliğinde insanların yasadışı bir iş yapmamak kaygısıyla erkenden evlenme yolunu seçerek yaşamlarını zehir ettikleri, bu arada düşüncesizce dünyaya getirdikleri çocukları ziyan ettikleri, bu olanağı bulamayanların ya da kullanmak istemeyenlerin zaman zaman cinsel saldırganlar durumuna geldikleri bir toplumun üyeleriyiz. Kültür yapımız cinsel yoksunlukları ağırbaşlılıkla karşılamamızı sağlatacak düzeyde de değil. Bu durumda bazı eski takıntılardan vazgeçmemiz gerekiyor. Bugün bu toplumda eğitim yetmezliği nedeniyle ve göreneklerin acımasız baskılarıyla sayısız sorunlar yaşıyoruz, sözünü ettiğimiz cinsel sorunlar da içinde pekçok sorun yaşıyoruz. Bununla birlikte ahlaklı görünme numaralarını, kendini bir yerlere güzel göstermek için ahlak kuralları üretme çabalarını elden bırakmıyoruz. Görüyorsunuz bazı değerli meslektaşlarımız nelerle uğraşıyorlar. Böyle yapacaklarına gerçek eğitim sorunlarını tartışsalar kötü mü olur? Eğitimin saymakla bitmeyecek, yıllardır çözüm bekleyen ve çözülemediği için giderek derinleşen nice sorunları var.

643760cookie-checkGelişigüzel günler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.