Gelişimin sağlıklısı

Sağlıklı bir gelişim artık iyiden iyiye eskimiş ve kullanılamaz duruma gelmiş değerleri ve yaşam biçimlerini ağır ağır silerken onların yerine yepyeni heyecanlarla birlikte yeni değerleri ve yeni yaşam biçimlerini getirir. Sağlıksız her gelişim bazı eskimişlerle birlikte yaşarlıklı olanı da geçmişin derinlerine atar ve böyle yapmakla pek çok insana geçmişte olan ve artık olmayan birçok şeyi özletir. Sizi bilmem ama ben böyle bir özlemi yaşıyorum. Güney’de hanımların o güzel elleriyle yaptıkları ağaçkavunu reçelinden iz kalmamışsa, hatta siz ağaçkavunu dediğiniz zaman bir takım kendini bilmezler kendileriyle alay ettiğinizi sanıp ağaçlara asılmış kavunlardan sözediyorsa içiniz parçalanmaz mı? Bir narenciye tüccarının bu ağaçkavunu denen reçellik meyvayı tanımadığını öğrendiğimde donup kaldım. Gaziantep’de baklavanın otuz çeşidini bulursunuz da, eski Gaziantep’linin “havla” dediği helvayı bulamazsınız. O ne güzel bir helvaydı, ince renk renk kağıtlara sarar, tahta kutularda satarlardı. Yakında bir Adana’lı hambelesin ne olduğunu bilmezse hiç şaşmayın.

Bu paldır küldür gelişimde bizler her zaman ileriye bakma durumunda olsak da zaman zaman gerçek bir gerici gibi geçmişi özlüyoruz. Bunda bir sakatlık yok mu sizce? Yalnız helvayı mı, yalnız ağaçkavununu mu, buna benzer şeyleri mi özlüyoruz? Hayır. Eski gazeteleri de özlüyoruz, o elinize aldığınızda avucunuzu ve parmaklarınızı karaya boyayan gazeteleri. Eski liseleri de, eski üniversiteleri de özlüyoruz, onların da gerçekte bugünkülerden fersah fersah ileri olmadıklarını bile bile. Eski dostlukları özlüyoruz, içine küçük hesaplar, ince ayar yapmalar, muhbirlikler karışmamış dostlukları. Eski sokaklarımızı deli gibi özlüyoruz, eski kıyı kahvelerimizi. Eski meyhanelerimizi de özlüyoruz, şimdiki gibi başınızda garsonların dolaşmadığı, insana al ye diye çay tabağından az kabaca tabaklarda meze getirmedikleri meyhaneleri. Çiroz kurutulan balkonları, ezgilerle şunu bunu satan sokak satıcılarını, koca göbekli marulları özlüyoruz.

Eski İstanbul’u özlüyoruz. Yüksekkaldırım’ı tırmanmaya başladığınız an şarkılar birbirine karışır, Muzaffer Akgün’ün türküsü Hamiyet Yüceses’in gazeline dolanır, az ötede Zeki Müren içini çeke çeke yanık bir şarkıya başlardı. Yüksekkaldırım o zaman elektronik eşyanın satış merkeziydi. İkide bir radyoda şu reklamı işitirdiniz: “Grundik teyp Bakbak’ta, Bakbak Yüksekkaldırım’da.” Oraların ünlü beyaz eşya tüccarı Rıdvan Umay sinemalara reklam verirdi. Bugüne göre pek ilkel bir reklamdı bu. En güzel radyoları kim satıyor? O zaman ekranda bir radyo görürsünüz. Hemen kızlar bacaklarını kaldırarak yanıtlarlar: Rıdvan Umay, Rıdvan Umay, Rıdvan Umay… Sonra yeni bir alet. En güzel teypleri kim satıyor? Rıdvan Umay, Rıdvan Umay, Rıdvan Umay… O sıra yazlık sinemada arkalardan bir bıçkın kalkar, soru soranın sesini bastıracak biçimde olanca gücüyle bağırır: “Seni kim sevdi?” Kızlar gene bacaklarını kaldırarak yanıtlarlar: Rıdvan Umay, Rıdvan Umay, Rıdvan Umay…

Bir yandan belediye memurundan kaçar, bir yandan ortalığı bağırtı çağırtı yöntemiyle sevince boğarlardı. Bir de bakardınız Galata köprüsünün üzerinde bir açıkgöz başına insanları toplamış bir yandan Anadolu’dan yeni gelmiş sekiz köşe şapkalı bir ihtiyara takılıyor, bir yandan kibritsiz sigara yakmayı öğretiyor: “Şimdi şu amcam uzun ömürlü olsun bana aptal aptal bakıyor, diyor ki sigara kibritsiz yakılır mıymış hiç? Eh, kaldın tarlanın ortasında, kaldın efendime söyleyeyim gece yarısı otel odasında. Kafan tuttu, sigara yakacaksın, kibrit yok. O namussuz adam aldı götürdü kibriti gündüz. Ne yapacaksın? Hiç tasalanma benim bön bön bakan amcacığım, essetiminessandal aferim Bandırma’lı Koca Mandal dedikten sonra yapacağın iş çok basit. Şu sigaranın ucuna işesen de olur ama pislik olmasın, ağzınla hafif tüküreceksin, fış diye yanacak. Gel kardeşim, tükür şunun ucuna, ben tükürürsem tükrüğünde ateş vardı falan dersin…” Az ötede bir başkası sattığı jiletin niteliğini gözler önüne sermek üzere fırçasını köpürtür, oradan geçmekte olan sessiz bir delikanlıyı kızarta kızarta tıraş eder. Sirkeci’ye gittinizse, cebinizde biraz paranız varsa eski adı Vezir Bahçesi olan Anadolu Saz’a bir uğrayıverin bakalım, müziğin, dansın, gösterinin en iyisini orada bulacaksınız, o garip güzelliği güle güle yaşayın…

Sevinçlerini yitirmiş bir toplumun yaratacağı yeni değerlerden hayır gelmez dostlarım. Bugün insanlar asık yüzleriyle durmadan bir yerden bir yere koşuyorlar. Üstünde balık tutan insanları da yok saysanız Galata Köprüsü bir hayalet gemiden başka bir şey olmayacak. Anadolu Saz’ın yerinde bir cami var şimdi. Yüksekkaldırım’a ölü toprağı serpilmiş sanırsınız, genelevleri de olmasa oranın tüm yaşam koşullarını tüketmiş olduğunu düşünürsünüz. Ne oldu dostlarım, ne oldu bize? Bizi kim bu duruma getirdi, kendimiz getirmediysek?

641500cookie-checkGelişimin sağlıklısı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.