Gezi Parkı Direnişi, nereden nereye?

Taksim Gezi Parkı direnişi iki haftayı geçen bir süredir devam ediyor. Direniş ilk başladığında Taksim Dayanışması toplantılarında yapılan bazı konuşmaları hatırlıyorum da gerçekten ‘nereden nereye’ demekten kendimi alamıyorum. Olayın ilk günlerinde, bu işin bu düzeye gelebileceğini tahmin etmeyen arkadaşlardan hiç unutmuyorum bir kısmı aynen şu ifadeleri kullanmıştı “arkadaşlar, önümüz yaz, okullar tatil olacak, herkes tatile gidecek, bu iş çok sürmez, kararlarımızı bu ihtimali göz önünde bulundurarak verelim, bu kalabalığın her zaman böyle kalacağına güvenerek beklentilerimizi yüksek tutmayalım”

Bu arkadaşlar yanıldılar, kalabalıklar o günden sonra azalmadı, çığ gibi büyüdü… Her polis müdahalesinde, başbakanın her açıklamasından sonra meydanlardaki, sokaklardaki insan sayısı arttı; tepki duyan, direnişe katılan Taksim dışındaki kitlelerin, İstanbul’un değişik yerleşim alanlarındaki, Türkiye’nin farklı illeri, ilçeleri hatta köylerindeki destekçilerin sayısı gün be gün çoğaldı yüz binlerden milyonlara ulaştı… Bu tepkinin yeni bir şey olduğunu düşünmüyorum ben; her gün bir yerlerde, toplumun her kesiminde, kırda, kentte, özellikle köylerde, mahallelerde birbirini izleyen protestolar, neo-liberal politikaların yarattığı mağduriyete karşı yükselen itirazlar yıllardır sürüyordu toplumda. İstiklal caddesinin Galatasaray’dan Taksim’e gelinen kısmında hemen her gün bir gösteri bir eylem, bazen de birçok gösteri ve eylem aynı günde aynı anda yapılmaktaydı.

Bu kitleler emperyalizmin böl-parçala-yönet stratejisi sayesinde sorunlarının ortak olduğunu ve sınıfsal düzeyde ortak bir mücadeleyle ancak sorunlarının aşılabileceğini bu güne kadar görmemişlerdi; gördüyseler de ortak bir mücadele için bir araya gelmeyi başaramamışlardı. Birlikten doğan gücün nasıl bir şey olduğunu, nasıl bir enerji ve sinerji yayabileceğini çaresizlik ve umutsuzluk duyguları içinde kaybolurken fark edemiyordu insan. Yıllardır bunu hayal etmeyi bile unutmuştuk… Sürekli bir çaresizlik, sürekli bir yılgınlık içindeydik… İnsanlarımız birey olarak, tam da kapitalizmin veya iktidar odaklarının istediği şekilde kendini diğer mağdurlardan ayırdıkça, sorununu diğerlerinin sorunlarından farklı olduğunu düşündükçe yalnızlaşıyor, kabuğuna çekiliyor, biz parçalandıkça umudun etrafındaki korku duvarları yükseldikçe yükseliyordu… Özellikle dayanışmanın, kolektif bilincin, paylaşımın nasıl bir duygu olduğunu hiç tatmamış 90 kuşağı, bilgisayar başında, kendi dünyasında kendi sorunlarına odaklanmış biçimde sanalda sosyalleşirken, büyük bir boşluk, hiçlik, anlamsızlık duygusu içinde sıkışıyordu…

‘Gezi parkı’ bir kıvılcımı ateşledi ve toplumumuza olan oldu; insanlar birbirleriyle kucaklaşmanın, birbirine dokunmanın, el ele vererek kolektif üretmenin ve ortak ürünü birlikte paylaşmanın tadına vardı… Sorunlarının ortak olduğunu, yalnızlaştırıldıkları, birbirlerinden koparıldıkları sürece zayıf, çaresiz kalacaklarını, dayanışmanın, dostluk ve kardeşliğin insana yüklediği pozitif enerjinin yıkamayacağı hiçbir güç hiçbir engel olmadığını anladılar. Kararlı bir şekilde insanı insanlıktan çıkaran, yıkan, yakan, tahrip eden şiddet araçlarını reddettiler ve pasif direniş yolunu seçtiler. Barışın ve insan sevgisinin önünde eğilmeyecek, uzun süre direnebilecek hiçbir güç hiçbir irade yoktu çünkü…

Bunu çok iyi bilincinde olan iktidar da boş durmuyordu şüphesiz; bu oluşan birliği, dayanışmayı bozmak için her yolu deniyor, her tuzağa başvuruyor, her hileyi, her provakasyonu deniyordu. Nitekim Gezi direnişçilerine yönelik, özellikle de Taksim’de alanda toplanan göstericilere yönelik bu tür hile ve provakasyonlara sık sık başvuruldu. Önce toplumun en hassas olduğu konu, Kürt meselesi kullanılmaya çalışıldı, Türk milliyetçileri ile Kürt Milliyetçileri çatıştırılmaya çalışıldı. PKK bayrağı veya Öcalan posterleri bazı gruplarca milliyetçileri kışkırtmaya davet edecek şekilde, gözlerine soka soka sallandırıldı. Ama sağduyu sahibi diğer grupların araya girmesi sonucu bu provakasyonlar başarıyla engellendi ve olası çatışmaların önüne geçildi.

Bir başka ayrıştırma yöntemi, bazı protestocu grupları marjinal ve radikaller, diğerlerini de ılımlı ve masumlar olarak ayrıştırmaya çalışmaktı. Böylece yine gruplar bölünecek, aradaki dayanışma ve birlik bozularak, direnen gruplar AKP’nin istediği tarzda parçalanmış, yutmaya hazır lokma kıvamına gelecekti. Örneğin biri durup dururken bir taş atıyordu ki çoğunlukla bunu yapan provakatörlerdi, hemen bu taşı atanlar olarak bir grup hedef seçiliyor, bu grubun diğer gruplar tarafından dışlanarak marjinalleşmesi amaçlanıyordu. Ya da yine provakatörlerden bir grup veya kişi durup dururken polisin üzerine yürüyor, polisi tahrik edici hareketler yapıyor, çatışma çıktığında bunun sorumlusu yine AKP’nin ayrıştırmak istediği, hedef haline getirdiği gruplar oluyordu…

Bizler bu ayrıştırıcı oyunlara gelmedik gelmeyeceğiz; yıllarca başarıyla böldünüz, parçaladınız bizi; lokma lokma çiğneyip yuttunuz emeklerimizi, alın terimizi… Tepemize bindiniz, boğazımıza yapıştınız, her gün yeni bir özgürlük alanımızı kısıtlayarak bizleri nefessiz bıraktınız… Oturduğumuz parkları, altında serinlediğimiz ağaçları, tarlalarımızın can damarı derelerimizi, kentlerimizin akciğerleri olan ormanlarımızı, sadece ulusal bir değer değil aynı zamanda bir dünya değeri olan tarihi ve kültür miraslarımızı, yeşili, doğayı ağaçlarımızı katlettiniz, talan ettiniz, bitirdiniz, yok ettiniz… Türk halkına ait herkesin ortak alanı olan kamusal alanlarımızı özelleştirdiniz, tek bir aileye ya da kişilere tahsis ettiniz, onların mülkü haline getirdiniz… Müteahhitlerinizin iştahını kabartan yerlerdeki evlerimize göz koyarak, nasıl bunları vatandaşın elinden en ucuza alırım, onları en kolay nasıl bu yerlerden kovarım hesabıyla her gün yeni bir yasa çıkarttınız; insanları bu yasalarla zorla evlerinden, yerlerinden ettiniz, mahallelerini yıktınız, göçmen kuşlara çevirdiniz insanları…

Sadece AKP yandaşlarının rahat ettiği, refahının arttığı, bütün devlet imkan ve olanaklarının onlar için seferber edildiği bir Türkiye yarattınız. Dışladıklarınız her yerde baskı görmeye, yalnızlaştırılmaya çalışıldı; üretimleri kısıtlanarak, çalıştığı kurumlarda işlevsiz kılınarak kariyerlerinin, mesleki başarılarının önü kesilmek istendi, onları değersizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya çalıştınız. Söyleyecek sözleri, dinleyecek kitleleri, üretimlerini değerlendirebilecek olanakları olmasın, bu insanlar topluma yararlı (sizin görüşünüze göre zararlı) olamasın istediniz. Onları hedef haline getirirken bir yandan da diğer kesimine ‘bakın, görün ve ders alın, bizimle beraber olmazsanız sizin de sonunuz böyle olur, hiçbir yerde barınamaz, istediğiniz kariyerlere ulaşamazsınız mesajını verdiniz. Ülkeyi ikiye ayırdınız, bir eli yağda, balda olanlar ve yokluk, yoksunluk içinde yaşayanlar diye… Bütün işleri, ihaleleri, yatırım imkanlarını yandaşlarınıza sundunuz; bizim vergilerimizle, bizden aldıklarınızla yandaşlarınızı beslediniz, kendi reklamınızı, kampanyalarınızı yaptınız, geminizi yürüttünüz. Bir tarafta sizin torpilleriniz, teşvikleriniz, finansal desteğinizle her türlü imkana sahip bir gençlik yetişti, diğer tarafta sırf AKP yandaşı bir ailenin çocuğu olmadıkları için cezalandırılan, olanakları kısıtlanan, hileli sınavlarla, soruların aşırılmasına göz yumularak emekleri, alın terleri çalınan, gelecekleri karartılan, yüksek öğrenim yapabilseler bile mezun olduklarında iş bulamayan, üretime katılamayan umutsuz bir gençlik çığ gibi büyüdü.

Baskıcı, özgürlükleri kısıtlayıcı, kendi çıkarları söz konusu olduğunda hak, hukuk tanımayan, güçsüzü, zayıfı ezip geçen, doğayı, çevreyi, tarihi miraslarımızı katleden; devletin olanaklarını kullanarak son yıllarda toplumun çoğunluğunu rahatsız edecek şekilde aşırı zenginleşen; iktidarını her fırsatta karşısındakine hatırlatan; kibriyle, üstten bakışıyla insanı ezen, övünen, böbürlenen; tepeden inmeci kararlarını zorla hayatımıza dayatmaya ve hayat tarzlarımızı değiştirmeye çalışan bu zorba yönetim anlayışının zaman içinde karşıtlarını çoğaltacağı, güçlü bir toplumsal muhalefet oluşturacağı aslında sürpriz olmamalıydı; en azından ben bunu tahmin edenlerdenim, Çünkü neo-liberal kent politikalarının bütün ülkede, özellikle de İstanbul’da yarattığı tahribat ve mağduriyetleri, sürece karşı yapılan mücadelenin içinde olmamdan dolayı gittiğim her mahallede konuştuğum her insanda birebir gözlemleyebiliyordum. Onların sorunlarını, uğradıkları haksızlıkları, hak ihlallerini, zorla, dayatmacı yöntemlerle hayatlarına, yaşam alanlarına nasıl müdahale edildiğini, evlerinin, mahallelerinin yıkılması yetmiyormuş gibi bir de verdiklerinin karşılığını alamamaları, horlanmaları, itilmeleri karşısında hissettikleri öfke ve çaresizliği sık sık dinliyordum kendilerinden. Ana akım medya sansürlediği için kamuoyunun bilmediği ama sessizce yükselen binlerce, yüz binlerce çığlık vardı etrafımızda… Her geçen gün büyüyordu bu çığlıklar ve kulak verilmedikçe, muhatap bulamadıkça artan bir öfke birikimine yol açıyordu. Gezi parkında küçük bir alevden ülkenin yangın yerine dönüşmesi işte bu yüzdendi… Zaten patlama noktasına gelen insanlar nihayet infilak etmişlerdi…

O yüzden Taksim gezi parkında başlayıp tüm ülkeye yayılan bu halk hareketinin durdurulması, söndürülmesi kolay olmayacaktır. Karşımızda adalete susamış bir halk vardır. Bu halk yıllarca sesini duyurabileceği, uğradığı haksızlık karşısında adalet arayabileceği bir makam, bir muhatap aramıştır. Attığı çığlığa kulak vermeyen, acılarını, uğradığı haksızlıkları görmeyen, yazmayan, ülkede çığ gibi büyüyen sorunlara dair tek bir söz dahi etmeyen yandaş medya zulmünü yaşamıştır. Şimdi ancak kendi sesini duyurabilmiş, diğer çığlıklarla buluşabilmiş, yalnız olmadığını anlamıştır; birlik olmanın, birlikte baskılara, zulme göğüs germenin dayanılmaz güzelliğini tatmıştır artık bu halk; bu yüzden onları yeniden içeri evlerine sokmak, eski mağduriyetlerine, mahrumiyetlerine döndürmek hiç de kolay olmayacaktır…

1080920cookie-checkGezi Parkı Direnişi, nereden nereye?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.