Paskalya tatilinde İstanbul’dayken, Beşiktaş’ta o radikal taraftar grubuna adını veren Çarşı’ya uğramamak olmazdı… Gezi’de yaşamını yitirenlerin dev pankartlarından, “Çarşı her şeye karşı” yazılı ayakkabı sandığında fırça sallayan sokak emekçisine Gezi’nin ruhu o meydanda dipdiriydi.
Çarşı’da “Çarşı” grubuna önderlik eden isimlerle sohbet etme şansım da oldu. Çarşı’daki arkadaşlar polisin kendilerine orantısız ve haksız baskı yaptığı, haklarında ipe sapa gelmez iddialarla davalar açıldığını anlattılar. Polisin bununla da yetinmeyip ilişkide olduğu mafyayı üzerlerine saldığı, hatta uzak yakınlarının bile ölümle tehdit edildiğini söylediler.
Gezi’de ne olmuştu da iktidar bu kadar korkmuştu? AKP Gezi’yi anlayabilir miydi? Böylesi bir baskı Gezi ruhunu öldürebilir miydi?
Gezi beklenmeyen bir sıçramaydı ve parlamenter muhalefetin yetersiz kaldığı ülkede parlayan bir sokak direnişiydi.
Geçen pazar günü DAY MER’de ‘68’den Gezi’ye Örgütlü Mücadeleye’ başlıklı panelde 68 kuşağından Mustafa Yalçıner, Taksim Dayanışma’dan Beyza Metin ve sanatçı Mehmet Ali Alabora, Gezi sürecini değerlendirdiler. DAY MER sözcüsü Ahmet Sezgin’in başarıyla yönettiği panel işte bu sorulara yanıt aradı.
Yalçıner, Gezi sürecinde ve sonrasındaki forumlarda işçi sınıfı odaklı devrimcilerin yetersiz kaldığını söyledi. Bu doğru ve önemli bir tespitti. 12 Eylül kalıntısı olarak Gezi eylemlerini “örgütsüz” olarak özellikle lanse edilmeye çalışıldığını belirten Yalçıner “Demokrasi istiyorsanız, işçi sınıfının damgası olmak zorunda” diye devam etti.
Gezi’nin bütün sürecinde yer alan Metin de Gezi’nin bir orta sınıf hareketi olmadığını tam tersine kadınlardan işçilere ezilenlerin yoğunlukla yer aldığını söyledi. Metin, Gezi’de yaşamını yitirenlerin hepsinin işçi ya da işçi kökenli ailelerden geldiğini de aktardı.
Mehmet Ali Alabora’nın söyledikleri ise ilginçti. Sanatçı, bilime saygı gösteren bir sunumunda, kesin yargılardan ve dogmatik söylemden kaçındı.
Alabora en azından kendi işinin geleceği açısından Gezi’yi anlamaya çalıştığını vurgulayarak, Gezi’ye katılan yeni kuşağın “Analog dünyadan dijitala geçiş”le ilintili farklı bir algılaya sahip olabileceğini öne sürdü. Şimdiki gençlerin farklı bir özgürlük ve ahlak algıları olduğunu, çevresine de tıpkı bilgisayardaki gibi “Yes”, “No” ya da “Ignore” (Takma) tavrıyla yaklaştıklarını söyledi. Ailelerin çocuklarıyla ilişkisinden örnekler veren Alabora, “Gezi’de gençler, bu kez ‘Ignore’u değil ‘No’yu tercih etti” dedi.
“Her ne olduysa 3 gün içinde oldu” diye tanımladığı Gezi’nin arkasında bir örgüt olmadığını vurgulayan Alabora, dünyada bir ilkin yaşanarak 1 milyon insanın ortak bir refleks gösterdiğini söyledi. Gezideki refleksi “dijit” ya da “anonim bir zekâ” olarak tanımlanabileceğini belirten sanatçı, “Bu kimseye ait değil, birden parlayıp, çabuk da sönebiliyor” diye gözlemlerini aktardı.
Alabora iyi bir oyuncu ve sinemacı olmanın yanı sıra Oyuncular Sendikası’nın da çok başarılı bir genel başkanı. Her vatandaş gibi Gezi Direnişi’ne katılarak zorbalığa karşı tepki gösterdi. AKP’nin“Aman Gezi, yeni Deniz Gezmişler yaratmasın” korkusunun da hedefi oldu.
Alabora’nın deyimiyle bu “dijital algı”, bana göre artık iktidarın korkulu rüyası. İktidarın günlük güneşlik sandığı bir gün fırtına kopabilir… AKP kendisini korkutan “dijital algı”yla nasıl başa çıkacağını bilmiyor. İktidarın olağanüstü yasak ve baskılarından bu anlaşılıyor.
“Bir Besmele milyonlarca tweet’e bedeldir” diyen Başbakan, DAY MER’in paneline katılsaydı eminim ki hiç bir şey anlamayacaktı. İşte bu nedenle Erdoğan sokağa yenik düşecek. Sabredin, görün…