Haftanın DVD’si: Hayat Treni

IMDB: 7,6
Rotten Tomatoes: % 62
Manalı Filmler: 9,5

“Le Concert / Paris’te Son Konser”in gördüğü ilgi ve kazandığı başarı (örneğin Altın Küre’ye aday olması), Romen asıllı Fransız yönetmen Radu Mihaileanu’yu “takip edilmesi gereken” isimler arasına soktu. Dünya çapında üne kavuşan ilk filmi olan “Hayat Treni”ni anımsamakta yarar var.

Mihaileanu’yu bizim sinema sektörümüz açısından önemli kılan özelliği, komedi-dram türünde çalışıyor olması… Komedi-dram, Türk sinemasının ana kollarından biri. 1970’lerde Ertem Eğilmez’in yönettiği Arzu Film eserlerinin hala büyük ilgi gördüğü malum. O kadroda görev yapan Yavuz Turgul da özellikle “Muhsin Bey” ve “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” ile zarif komedi-dram örnekleri sergiledi. 2000’li yıllarda Murat Şeker, Yılmaz Erdoğan, Yüksel Aksu, (bazı filmleriyle) Murat Saraçoğlu, Çağan Irmak gibi yönetmenlerimiz aynı çizgiyi takip ettiler, türe “Dondurmam Gaymak”,
“Babam Ve Oğlum” gibi kalburüstü filmler eklediler.

Komedi-dram türünde bir film, “Selamsız Bandosu”, “Züğürt Ağa”, “Değirmen”, “Vizontele” gibi örneklerde olduğu gibi toplumsal, “Beynelmilel” ve “Yangın Var”da yapıldığı gibi siyasi meseleleri ve temaları da makul bir seviyede işleyebiliyor. Mihaileanu bu açıdan da çok önemli bir isim. Örneğin “Paris’te Son Konser”, aynı zamanda ciddi bir Stalinizm eleştirisidir.
1941 yılında geçen “Hayat Treni”nde, toplama kampı ve soykırıma ilişkin söylentileri duymuş olan Yahudi cemaati, komşu köye Nazilerin geldiğini öğrenince, yaklaşan felaketten kaçmak amacıyla sahte bir sevkiyat düzenlemeye karar veriyor. Aralarından bazılarını Nazi kılığına sokuyor, bir gece yükte hafif, pahada ağır her şeyi doldurup trenle yola çıkıyorlar. Amaçları Rusya üzerinden Filistin’e, “kutsal topraklara” ulaşmak… Filmin yaklaşık üçte biri yolculuk hazırlığıyla, kalan kısmı ise yolda geçiyor.

Böyle bir hikaye dram, hatta gerilim-dram gibi türlerde de yapılabilirdi kuşkusuz. Komedi-dram türü ise, yaşamın bütününe dair bir bakış açısı sergileme imkanı sağlıyor. Bu tarz filmler, hikayesi ne olursa olsun, temelde “keyifli bir eğlencelik” sunma amacı güdüyor, ilk kareden sonuncusuna seyirciyi gülümsetmeyi amaçlıyorlar. Böylece film izleyicisine “her türlü olaya pozitif bakış açısıyla yaklaşmayı” önerir hale geliyor.

Ayrıca komedi-dram ele aldığı kişilerin hayatını acı-tatlı yönleriyle sunarken, doğal olarak karakterlerin sevimli hallerini sergiliyor, seyircinin onlarla özdeşleşmesi, onları sevmesi daha kolay oluyor. Bu özdeşleşme gereği sıcak bir hikaye izlerken, seyirci öykünün işlediği temaları da otomatikman alıyor, didaktik bir tavırla filmin bakış açısını vurgulamaya gerek kalmıyor. Karakterleri çok kolay benimsediğiniz için, onları yok etmeye çalışan ideolojiye karşı hale geliyorsunuz. Böyle bir film ve bakış açısı sayesinde Nazizm’in aslında “hayata” düşman bir ideoloji olduğu bilgisi seyirciye geçebiliyor çünkü o trende, siyasetle hiç ilgilenmeyen, sadece yaşamaya çalışan insanlar, evde kalmak istemeyen genç kızlar, aşık delikanlılar da var ve Mihaileanu, karakterlerinin sevinç ve sıkıntılarından hiç kopmuyor. Aralarındaki küçük anlaşmazlıkları, çekişmeleri ve dönüşümlerini (örneğin Yossi’nin Marksist olmasını, Mordechai’nin havaya girip, gerçek bir Nazi komutanıymış gibi davranmaya, cemaatin bazı üyelerini “düşman” olarak algılamaya başlamasını) da işliyor.
Filmin önemini artıran bir başka yönü ise, trendeki Yahudi’lerin Romanlarla karşılaşması, hatta yola onlarla birlikte devam etmeleri. Soykırımla ilgili filmler genelde Yahudilerin katledilmesinden söz eder, oysa Nazizm demir yumruğunu önce Çingenelere indirmiş; onlar, zihinsel özürlüler ve komünistler yok edilirken toplumun olup bitenlere ses çıkarmadığı görülünce “düşman” tarifini Yahudileri de kapsayacak biçimde genişletmişti.

Romanları da hikayeye dahil etmesi, Nazizm kadar Stalinizm eleştirisi de yapması, Mihaileanu’nun konumlandığı yer açısından çok önemli: Aslında o sadece Nazilere değil, her tür baskıcı ideolojiye karşı ve tüm renkleriyle, olanca çeşitliliğiyle hayattan yana…

Zaten o yüzden filmin adı “Hayat Treni”…

Ödülleri:
Venedik Film Festivali’nde En İyi İlk Film dalında Eleştirmenler (FIPRESCI) Ödülü
9 ödül ve 4 adaylık

Meraklısına:
İtalyan oyuncu Roberto Benigni de 1997 yılında soykırım olgusunu komedi-dram türü bir filmle işlemiş, “La Vita e Bella / Hayat Güzeldir” de çok beğenilen bir çalışma olmuştu.

Train of Life / Train de Vie / Hayat Treni

Senaryo ve yönetim: Radu Mihaileanu
Yapımcılar: Marc Baschet, Ludi Boeken, Frédérique Dumas-Zajdela, Eric Dussart, Cédomir Kolar
Oyuncular: Lionel Abelanski (Shlomo), Rufus (Mordechai), Clément Harari (Başhaham), Michel Muller (Yossi), Agathe de La Fontaine (Esther), Johan Leysen (Schmecht), Bruno Abraham-Kremer (Yankele)
1998 Fransa, Belçika, Hollanda, Romanya, İsrail ortak yapımı, 103 dakika
Gösterim tarihi: 31 Mart 2000
DVD firması: Palermo

1603760cookie-checkHaftanın DVD’si: Hayat Treni

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.