Haftanın filmi: Senden Bana Kalan

IMDB: 7,6
Meta Critic: % 84
Rotten Tomatoes: % 89
Manalı Filmler: 9,5

Çoğu sinefil Alexander Payne’la “About Schmidt / Schmidt Hakkında” (2002) ile tanıştı. Filmin, emekli olduktan kısa süre sonra eşini de yitiren ana karakteri Warren, kızının düğününe katılmak için uzun bir yolculuğa çıkıyor, beklenebileceği üzere bu eylem öğretici bir “ruhsal yolculuğa” dönüşüyor, yani Warren kendisine ve hayata dair yeni bilgiler ediniyor, bakış açısı gelişip olgunlaşıyordu. Jack Nicholson’ın performansı büyüleyici, senaryo çok başarılı, Payne’ın rejisi olgun ve özenliydi.

İki yıl sonra Payne “Sideways”le çıkageldi. Çoğu sinefilin –muhteşem- Paul Giamatti’yi keşfettiği bu filmde, yönetmenin kendini daha da geliştirmiş olduğu gözlendi. Bu kez (ruhsal) yolculuğa çıkan iki kişinin yaşadığı acı-tatlı olayları anlatıyor, yine komedi ile dramın usta işi sentezini gerçekleştiriyor ve kendini tanımak, hayatın amacı gibi önemli temaları irdeliyordu. O film de önemli ödüllere değer görüldü ve çok sevildi.

“Senden Bana Kalan”da Payne aynı yoldan ilerliyor: Yine spiritüel temalar dikkat çekiyor, fakat bu kez ana kahramanın seyahati “içsel”; ufak tefek uçak ya da araba yolculuklarını saymazsak Matt, kendini aramak için yollara düşmüyor, ama yine (bahsettiğim diğer ana karakterler gibi) kendini buluyor.

Filmin özgün ismi, -biraz zorlarsak- “sülale” biçiminde çevrilebilir. Dolayısıyla aslında filmin hedefi sadece Matt’ın hikayesini anlatmak değil, Matt’a odaklanarak, “sülalenin” nasıl yaşadığını incelemek. Cennetle kıyaslanan bir yerde yaşayan bu varlıklı insanların da herkes gibi hayatın en temel meseleleriyle boğuşuyor olmaları, Payne’nın önceki filmlerinden bildiğimiz felsefi yaklaşımına çok uygun. Nitekim Matt filmin açılışında: “Ailelerimizin daha az berbat, kanserimizin daha az ölümcül, baş ağrılarımızın daha acısız olduğunu nasıl düşünebilirler?” diye soruyor.

Seyirciye hitaben sorulan bu sorunun önemi büyük: Havai’deki o geniş topraklara ilk yerleşen o ilk çiftin ABD’ye gelen ilk göçmenlerin bir metaforu olduğu çok açık (filmin adı, arazi satışıyla ilgili yan hikayenin kapladığı yer, o öykünün finali, ve o çiftin resimlerinin gösterildiği sahne gibi vurgular bu anlamı çıkarmamızı kolaylaştırıyor). Yani film bir adamı merkeze alarak, bir ailenin hikayesini anlatırken aslında çağdaş ABD’ye ilişkin bir analiz yapıyor. Soru Amerikalılara soruluyor zaten: Dünyanın en güçlü, en zengin, en özgürlükçü, en gelişmiş (veya öyle olduğu var sayılan) ülkesinde yaşamakla hayatın acılarından, sıkıntılarından kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Ölüm, sevgi, sorumluluk gibi en temel, en hayati kavramlara/değerlere ilişkin bilinciniz yeterli değilse, dünyanın en ileri bilimine, ordusuna sahip olmanız ne işe yarar?

Dolayısıyla Matt, “ortalama Amerikalı” denen kitlenin bir sembolü; her tipik Amerikalı gibi o da maddi değerleri önemsemeyi öğrenmiş, deli gibi çalışıyor, manevi değerlerin önemini ise ancak hayatı alt üst olunca fark etmeye başlıyor.

Filmi böyle okumak mümkün, ama benim başka bir önerim var: Havai’deki o geniş topraklara ilk yerleşen o çifti, Adem ile Havva metaforu olarak ele almak, anlatılanları “bizim hikayemiz” olarak görmek… Bu açıdan bakılınca Payne’ın tüm insanların “yaşama sancısı”yla ilgilendiğini ve finalde hayattaki her şeyin değerini bilmeyi önerdiğini görüyorsunuz. Filmin kapanış planı bu arzunun açık bir ifadesi zaten, fakat bir sahneye daha dikkat çekmek istiyorum: Matt eşine veda ederken tipik Amerikan yaklaşımının ürünü olan bir kalıbı değiştirerek kullanıyor: “my pride and joy / gururum ve sevincim” yerine “my pain, my joy / acım, neşem” diyor. Matt o anda artık o kadar bilinçli ve olgundur ki gerçek sevginin yapısını da anlamıştır: Eşinizi veya çocuğunuzu sadece sizi gururlandırdığı ve mutlu ettiği için seviyorsanız, daha kırk fırın ekmek yiyeceksiniz demektir; gerçek “sevgili” neşe kadar acı da verir ve iyi ki de öyledir…

Ödülleri:
En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oskar; Film, Yönetmen, Erkek Oyuncu ve Kurgu dallarında Oskar adaylığı
Amerikan Film Enstitüsü Yılın Filmi Ödülü
En İyi Senaryo ve Yardımcı Kadın Oyuncu (Shailene Woodley) dallarında Bağımsız Ruh Ödülü (Independent Spirit Award); Film ve Yönetmen dalında BRÖ adaylığı.
En İyi Uyarlama Senaryo dalında Amerikan Senaristler Birliği (WGA) Ödülü
Ayrıca 39 ödül ve 63 adaylık.

The Descendants / Senden Bana Kalan

Yönetmen: Alexander Payne
Senaryo: Alexander Payne, Nat Faxon, Jim Rash (Kaui Hart Hemmings’in romanından)
Yapımcılar: Alexander Payne, Jim Burke, Jim Taylor
Oyuncular: George Clooney (Matt King), Shailene Woodley (Alexandra King), Judy Greer (Julie Speer), Beau Bridges (Kuzen Hugh), Nick Krause (Sid), Amara Miller (Scottie King), Matthew Lillard (Brian Speer), Patricia Hastie (Elizabeth King)
2011 ABD yapımı, 115 dakika
Gösterim tarihi: 3 Şubat 2012

1603720cookie-checkHaftanın filmi: Senden Bana Kalan

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.