Hangi alanda demokrasi?

Başbakan geçen günlerin birinde kendince demokrasi tanımı yaparken, mealen, azınlığın çoğunluğa ezdirilmesine müsaade edilmeyeceği gibi, çoğunluğun azınlık tarafından ezilmesine de göz yumulmayacağını şeklinde, ilk bakışta oldukça çağdaş demokrasi söylemine uygun bir ifadede bulunmuş. Sanırım, bayağı profesyonel, belki de dış destekli psikolojik danışmanlar, siyasilere, amaçlarına hangi aldatıcı süreçlerle varabilecekleri konusunda akıl veriyor ve bir davranış yolu çiziyor. Keşke bu danışmanlar ve psikolojik yönlendiriciler dış politika konularında da ilgili siyasilere biraz akıl verse ve uzun erimli yol haritası oluştursalar da, böylesine savrulmasak. Ancak, buna gerek olmadığı gibi, olanak da yoktur. Çünkü dış politika tarafımızdan çizilmediği gibi, bu alana girmek büyük devletlerin tercih alanına tecavüz anlamına da gelir.

Başbakanın konuşmasındaki hataya gelecek olursam, bir devlet yönetim biçimi olan demokraside bir kesimin başka kesim üzerinde hakimiyet kurma konusu, başbakanın örtülü olarak kastettiği, izole bireysel bir alan olan dinsel konularla ilgili değil, toplumsal ilişkiler alanı olan ekonomik sistemle ilgilidir. İktidar organlarının önce bu konuyu şöyle bir iyice anlamaları ve hazmetmeleri gerekir. İktidarın şunu aklına koyması gerekir ki, AKP iktidarından önce de, hatta Evren’in Kuran’dan sureler okuyarak darbeyi meşrulaştırmaya çalıştığı dönemden önce de 30 gün ramazan boyunca devlet radyo ve televizyonunda iftar vaktinde Kuran okunurdu, isteyen oruç tutar, isteyen camiye giderdi. Hiç kimse dini ibadetlerini yapmadan alıkonulmazdı ve bu tür ibadet yapanlar da hor görülmezdi. Çünkü, o dönemde dini ibadetler samimi inançlar doğrultusunda yapılırdı. Günümüzün tarikat ve cemaat oluşumlarının ise, dine hizmetten çok, dünya kapitalizmine, dolayısıyla emperyalizme hizmet ettiği gün gibi ortadadır. Bir düşünelim, lütfen; nasıl oluyor da kapitalizmin sıkıştığı, insanları işsizlik ve yoksulluk girdabına sürüklediği günümüz koşullarında, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada dinsel görüşler yükselişte ve dinler arası diyalog gibi sosyolojik alanlar zorlanmaktadır. Bu yükselişte ve dinler arası diyalogların gelişmesinde sizce yanlış olan bir şey yok mu?

Meseleye bir de şöyle bakalım. Eğer dinler kardeşlik, hakkaniyet, dürüstlük, insan hakkına saygı vs gibi akla gelebilecek tüm olumlu duygu ve hasletleri emrediyor, bu sözcükler dini liderlerin dillerinden eksik olmuyorsa, neden dini liderler açıkça sorunun kökenine inmiyor da, kalplere hitap edici sözcükleri birer dilek gibi aklımıza yerleştirmeye çalışıyorlar ki! Acaba, bu insanların görevi kapitalizm haşinleştikçe insanları teskin etmek ve yatıştırmak olmasın! Eğer böyle ise, kendilerine kutsal sıfatı verilen bu insanlar inandıkları doğruluğun ve gücün emrinde mi, yoksa kapitalizmin para baronları ve kan emicilerinin emrinde mi çalışmaktalar!

Şimdi de siyasetin alanında olması gereken asıl meseleye, “ezen azınlık- ezilen çoğunluk” meselesine gelelim. Gerek Türkiye’de gerek tüm dünyada sizce sayıca az olan patronlar mı sayıca çok olan emekçileri ya da esnafı eziyor, yoksa tersi mi söz konusudur? İşte siyasilere akıl veren “toplumsal aldatıcılar” siyasetin çözmek istemediği, tam tersine hizmet ettiği, asıl ezen ve ezilen guruplar düğümü yerine, ilgisiz bir ezen ve ezilen düğümü icat ederek, toplumun dikkatini başka tarafa çekmeye ve siyasetin ezme-ezilme sorununu çözdüğü görüntüsü yaratmaya çalışmaktadır. Bu manevra halk aldatmacılığından başka bir şey değildir. Siyasi ahlak açısından bu manevraya ne ad verileceği ise halkın takdiridir; böyle bir değerlendirme siyasi olduğundan benim kişisel görüşümü aşar.

İhmal sebebiyle ölen emekçiler dikkatsizlik ya da kader şeklinde ele alınırken, gelir dağılımı hızla bozulurken, işsizlik artışta iken başbakan işsizlik sorununun siyasi bir mesele olmadığını ifade ederken, buna karşın iç ve dış sermaye kesimine vergilerimizden oluşan devlet kesesinden bol bağışlar yapılırken, ülkenin yeraltı ve yerüstü varlıkları yağmalanırken, kimin kimi ezdiği tartışmasını din sömürüsü ile geçiştirmeye çalışmak, en hafifinden topluma karşı saygısızlıktır. Din bireysel inanç meselesidir; dini ibadetler, toplu yapıldığı durumda dahi, bireysel eylem niteliğindedir. Şu anlamda ki, bir kişinin kararı başka kişinin hareket alanını sınırlamaz ya da değiştirmez. Oysa, iktisat alanında insanlar birbirine bağlıdır, kararlar bireysel değil, toplumsaldır. Ne hazindir ki, azınlığın elindeki ekonomik güç, ekonomik gücü olmayan çoğunluğu ezmede kullanılırken, siyasetçi buna seyirci kaldığı gibi, bir de azınlığın çoğunluğu ezmesine mani olunduğu hikayesi anlatılmaktadır.

Yönetimin demokrasi anlayışındaki ciddiyet ve samimiyet müdahale ettiği alan ve müdahale yön ve şiddeti ile anlaşılır. Siyasi erk, demokrat olmak istiyor ve bunda samimi ise, insanların diğer insanlarla etkileşimde bulunmayan özgür irade ve karar alanlarına saygı göstermeli, hatta bu alanın geliştirilmesine katkı koymalıdır. Başka bireylerle etkileşim oluşturmayan bireysel özgür karar alanlarına devletin karışması ise muhafazakarlıktan da öte, gericiliktir. Devlet erkinin gerçek anlamda demokrasi testi, insanların birbirine bağlı olduğu ekonomi alanında netleşir; küçük azınlığın ekonomik gücü ile büyük çoğunluğu ezmesine karşı siyasilerin tavrı test sonucunu, yani demokrasi derecesini belirler. Siyasal erk bireylerin manevi alanına aktif olarak karışmaz, karışamaz, ancak bireylerin bu alanda serbest davranma ortamı yaratır, bu kadar. Oysa, bireylerin maddi alanları siyasal erk tarafından hakça düzenlenmelidir. AKP bireylerin manevi alanda serbest olma olanağı yaratmayıp, tam tersi cemaat ve tarikatlarla elele bireylerin yaşamı üzerine baskı uygularken, bunu serbesti olarak topluma yansıtmakta, buna karşın, azınlıktaki sermayenin ve emperyalistlerin toplumu ve ülkeyi sömürmesine ise destek vermektedir.

1596160cookie-checkHangi alanda demokrasi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.