Hastane odası*

Elleri buz gibiydi. Daha ben çağrı düğmesine basmadan sinyal alan doktorlar, hemşireler doldu içeri…Yarım saat süren bir uğraşıdan sonra onu yeniden yaşama döndürdüler.Yüzü bembeyaz olmuştu, göz çukurları morluklar içindeydi. İki kişilik odada yalnızdık. Geçirdiği kalp ameliyatından sonra, benim yanıma verilmişti. Lavaboya kalkarken, tuvalete giderken, açılan göğüslerini, eteğini örtme çabasına girmediğini gördüğümde, beni umursamadığını sanmıştım. Yine de, başımı hafif yana çevirerek gözlerimin takılmasını engellemeye çalıştığımı gördüğünde gülümsedi, ‘’Şu anda ikimiz de böyle şeyleri aklımızdan geçirecek durumda değiliz. Üstelik de sen mektep medrese görmüş adamsın!’’ anlamına gelen şeyler söyledi. Ona yanıt vermeden, ‘’Demek ki, bu işler okulla, eğitimle olmuyormuş, bu bir kültür sorunuymuş’’ dedim kendi kendime…

Göğüs kafesimdeki düzensiz kalp atışları nedeniyle üç gündür hastanede gözetim altındaydım. Malmö Müzik Yüksek Okulu’nda öğretmen olan oda arkadaşım da iki gün önce geldi.Yataklarımız yanyanaydı. Aramızda küçük bir masa, masanın üzerinde de, bütün hastane odalarındaki gibi, iki bardakla, bir sürahi vardı…

Doktor ve hemşireler gittikten sonra uyanmasını bekledim. Gözlerini açtığında,

‘’Nasılsın?’’ diye sordum.

‘’ Biraz ağrım var ama, şimdi daha iyiyim ’’ dedi.

Başucundaki telefona uzandı, aynı okulda öğretmen olan eşini aradı:

‘’ Biliyor musun Erik, bugün ölümle yaşam arasında gidip, geldim…’’ dedi.

Konuşmasının bir yerinde gözlerini bana çevirdi:

‘’Yalnız değilim, yanımda Ali var; Türkiye’li… Ara sıra bana Türkçe şarkılar söylüyor…’’

Telefonu kapadıktan sonra,

‘’O şarkıyı bir daha söyler misin!’’ dedi.

Arkadaşım, ölümlere gidip geldi, söylerim elbet:

‘’ Hastahane önü mermer döşeli/ Doktorlar geliyor eli şişeli/ Üç yıl oldu ben bu derde düşeli/ Oy nenni, nenni; askerim nenni..!’’

‘’Nenni’’ sözcüğünün anlamını öğrendi, nakaratları benimle birlkte yineliyor:..

Gecenin ilerlemiş bir saatiydi.

Hastanenin hemen bitişindeki gölde kuş sesleri kesilmişti.

Arkadaşım yorgundu:

‘’Artık uyuyalım’’ dedi.

Uzattığı elini sıkıca tuttum; ‘’İyi ki yaşıyorsun!’’ dedim; ellerine can gelmişti….

Sabahleyin uyandığında yine aynı rahatlıkla lavaboya gitti. Bu kez yüzümü çevirip gözlerimi saklama gereği duymadım..

Öğleye doğru, ellerinde çiçeklerle bir kadınla bir erkek girdi içeri. Birbirlerine içtenlikle sarıldılar…Onları bana tanıtırken, ‘’Bu benim eski eşim; bu da onun yeni karısı.’’ dedi. Şaşkın şaşkın onları izlerken telefon çaldı. Oda arkadaşımın eşi de geliyordu…

‘’Eyvah! şimdi kan dökülecek!’’ dedim içimden… Az sonra Erik de geldi. Hiç de korktuğum gibi olmadı. Birbirlerini önceden tanıyorlardı. Eski ve yeni eşler sarmaş dolaş oldular. Futboldan, Avrupa kupalarından, tatil anılarından söz ettiler. Sonra, erkek erkeğe bekleme salonunda kahve içmeye gittiler. Kadınlar ise aralarında fıs koslu bir sohbete giriştiler.

Hastane arkadaşlığı, askerlik ve mapusane arkadaşlığı gibidir… Taburcu olduktan sonra arkadaşımla ve eşiyle birkaç kez buluştuk. Bir buluşmamızda, yanımızda müzik okulu öğrencisi, Hozat’lı Zafer de vardı. Saz, keman, gitar eşliğinde, Ruhi Su’dan uyarlanan bir parçayı birlikte söyledik:

Nerde Pir Sultan’ım nerde/ Özümüz asılı darda/ Yemen’den öte bir yerde/ Düldül hâlâ savaştadır…

Epeydir görüşemedik arkadaşımla. Aklıma gelmişken, bu günlerde bir arayayım; Zafer’e de haber vereyim;

Bakarsınız, Yılbaşında birlikte oluruz…

___________________
* [email protected]
Bu yazı Cumhuriyet Gazetesi Pazar Yazıları sayfasında da yayımlandı

648240cookie-checkHastane odası*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.