Hayata tersten başlamak…

Oscar’a 13 dalda aday gösterilen “The Curious Case Of  Benjamin Button” (Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi) sadece 3 ödül alabildi. Yaşlı doğan ve gittikçe gençleşen bir Amerikalının hayatını konu alan film, herkesin beklediği gibi en iyi makyaj dalında verilen ödülü kimselere kaptırmadı. Gerçekten de makyajlar çok başarılıydı. Brad Pitt ve Cate Blanchett çok başarılı bir şekilde yaşlandırılmış ve gençleştirilmişti. En iyi makyaj ödülünün dışında en iyi sanat yönetmenliği ve en iyi görsel efekt ödülü de Benjamin Button’un oldu.


Film usta yönetmen David Fincher’e ait. David Fincher adı bir filmi izlemek için yeterli bir nedendir. Brad Pitt adı da öyle. Zaten sinemaseverler ikiliyi daha evvel “Dövüş Kulübü” ve “Seven” filmlerinden hatırlıyorlardır. Her ikisi de sinema tarihine geçen önemli filmlerdendir.


David Fincher filmi iyi yönetmiş ama, başarı sadece ona ait değil. Filmin hikayesi de çok etkili. Filmin senaryosunu Eric Roth ve Robin Swicord yazmış. Gerçi senaristler hikayeyi F. Scott Fitzgerald’ın aynı adlı kısa hikayesinden almışlar ama, hikayeye sadık kalmayıp önemli değişiklikler yapmışlar. F. Scott Fitzgerald’ın bu hikayesinin esin kaynağı ise Mark Twain’in 1920’li yıllarda söylediği “80 yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu” sözü olmuş. Fitzgerald’ın hikayesinde Benjamin karısından sıkıldığı için onu terk ederken, filmde belki de hikayenin can alıcı damarını oluşturan fedakarlık öğesi ön plana çıkartılmış. Filmde gün geçtikçe gençleşen Benjamin, karısına daha fazla yük olmamak için evi terk ediyor.


Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi” türü açısından bakıldığında fantastik film olarak adlandırılabilir ama, bence filmin dram yönü daha ağır basıyor. Belki de sinema seyircisi olarak bugüne kadar fantastik açıdan çok çok daha iyi filmler izlediğimiz için, filmin fantastik tarafına değil de içindeki aşka ve verdiği mesajlara yoğunlaşıyoruz.


Hayatınızın tersine işlediğini düşünün bir kere. Siz gençleştikçe etrafınızdakiler yaşlanıyor. Çocuğunuz büyürken siz gençleşip onun yaşına dönüyorsunuz. Ne hissederdiniz? Yalnızlık mı, yaşanmamışlık mı, hayatı yakalayamamışlık mı? Hepsini belki de… İşte Benjamin’in hayatı bunlarla örülü…


Benjamin, 1918 yılında, New Orleans’ta doğar. O gün Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği gündür. Savaşta oğlunu kaybeden kör bir saatçi, New Orleans’taki tren garının açılışında çalıştırılmak üzere dev bir saat yapar. Ne var ki bir terslik vardır ve saat tersine çalışmaktadır. Kör saatçi bu saati savaşta kaybettiklerimizin geri gelmesi için yaptığını söyler. “Zaman tersine işlerse belki kaybettiklerimiz de geri gelir” der. Bu keşke savaş olmasaydı ve keşke gençler ölmeseydi demektir. Kör saatçinin “zaman tersine işlesin” dileği sadece bir kişi için tutar ve saatin çalıştırıldığı an dünyaya gelen Benjamin hayata tersten başlar. Benjamin 80 küsur yaşında bir bebek olarak dünyaya gelmiştir ve onun için her geçen gün geriye doğru gitmektedir.


Annesi doğum sırasında ölen Benjamin’i, babası bir türlü kabullenemez ve bu yaşlı bebeği yaşlılar yurdunun merdivenlerine bırakıp kaçar. Yaşlı çocuk Benjamin, yaşlılar yurdunda büyümeye başlar.


Bir gün yaşlılar evindeki büyükannesini ziyarete küçük Daisy gelir. Benjamin, Daisy’yi görünce aşkın ne olduğunu öğrenir. Ne var ki Benjamin’le Daisy’nin hayatları yıllar sonra kesişecektir. Daisy 9 yaşındayken, Benjamin 70’li yaşlarındadır. Daisy genç kız olduğunda Benjamin 60’lı yaşlarını yaşamaktadır. Sonunda Benjamin ve Daisy 40’lı yaşlarda buluşurlar. Aşklarını doya doya yaşamaya başlarlar. Hatta Daisy 43, Benjamin 49 yaşındayken bir kızları bile olur. Benjamin çocuğunun büyümesini göremeyeceği için üzgündür. Çünkü kızı büyüdükçe Benjamin gençleşmektedir. Benjamin “Her ikimize de bakamazsın” diyerek Daisy’yi terk eder. Yıllar sonra 20’li yaşlarında bir delikanlı olarak geri döndüğünde kızı büyümüş, Daisy ise iyice yaşlanmıştır. Benjamin ve Daisy son kez beraber olurlar. Daisy kapıyı çekip giderken Benjamin ona hala aşkla bakmaktadır.


Yıllar sonra Daisy’ye kimsesiz çocuklar yurdundan bir telefon gelir. Onu Benjamin’in günlüğünden bulduklarını söylerler. Daisy Benjamin’i görmeye gittiğinde piyano başında ergenlik sivilceleri çıkaran bir çocukla karşılaşır. Benjamin artık 10’lu yaşlarındadır. Hafızasını kaybetmeye başlamıştır. Daisy’yi hatırlamaz. Daisy bir süre sonra onu yanına alır. Benjamin bebeklik günlerine dönmüştür ve son nefesini Daisy’nin kucağında onun yüzüne bakarak verir. Benjamin’in ölümünden 6 yıl sonra Daisy bir hastane odasında kızına Benjamin’in hatıra defterini okutarak hayata veda eder.


Film hastane odasında kızına veda eden Daisy’nin görüntüsüyle başlar ve hastane odasında Benjamin’e veda eden Daisy’nin ölümüyle biter.


Film bize her insanın bir kişisel yolculuğu olduğunu anlatıyor. Aşk adına bile olsa her dakika dip dibe yaşamanın imkansız olduğunu, aşkın fedakarlık olduğunu gösteriyor.


Doğrusunu isterseniz aşkın sadece tutku üzerine kurulmadığını görmek, “Issız Adam”dan sonra bana çok iyi geldi.

669780cookie-checkHayata tersten başlamak…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.