Hayırda, hayır vardır…

Şimdi bana diyeceksiniz ki, referandumda yesinler birbirlerini, neden görüşlerini açıklıyorsun!

Ne zaman ‘yesinler birbirini’ diye bir laf duysam, ayrılık kaçınılmaz oluyor… Çünkü kontrgerillayı, Ergenekon örgütü davası içine tam olarak kapsadığını düşünenlerin saldırısı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Eğer siz Ergenekon örgütünü (henüz kanıtlanmış bir örgüt hala ortada yok, keşke örgüt olsa da tutukluların bir bölümü bu davada hüküm giyse, bu sayede belki Gladio yapılanmasının bir bölümü tasfiye olsa, fakat bu örgüt iç çatışma olduğu süre içinde kalkamayacağını devletin yetkilileri daha önce söyledikleri unutuluyor, çünkü onların bakışı içinde ülke saldırı altındadır, bu saldırıya kontrgerilla tekniği ile mücadele edilmesi kaçınılmazdır. Eğer dava, örgüt kanıtlanmadan devam ederse, o zaman nasıl bir sonuç ile karşı karşıya kalacağız? Çünkü örgütü kanıtlanamayan zanlıların beraat etmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu davada iddialar vardır, o iddialar üzerine gazeteler ve gazeteciler tavırlarını belirlediler. İktidarın bakış açısına uygun tavır alanlar her ekranda kendilerini gösterme yarışına girmişlerdir. Fakat iddialar kanıtlanamaz ise, o zaman her şey karışacaktır. O güne kadar konuşanlar İddialar üzerinde konuştuklarını açıklayarak kendilerini temize çıkaracaklardır, oluşturmuş oldukları kamuoyu sayesinde kimse geçmişi sormayacak ve yeni ve değişen gündemlerin peşinde yeni iddialar ortaya çıkacaktır. Her dönemin insanları yine başka iddialar ile ekranları doldurmaya devam edecektir. Kanıtlanamayan örgütten beraat edenler, bir anlamda suçları kesin bilinenlerin bile iddiaları düşeceğini ve başka davalardan yargılanacağını mantığını çıkarmak için avukat olmaya gerek yoktur. Fakat örgüt ortadan kalktığı için bize özgü Gladio bir anlamda üstü örtülecektir. Yani bir dönemin aklanmasını da beraberinde getireceği tehlikesi içinde taşıyan bir dava sürecidir. Ve bu dava da en önemli süreç, örgütün kanıtlanmasıdır.) onların gözü ile görmezseniz, sizde Ergenekoncusunuz!

Suçlama yapanlar; sizin, 12 Eylül’de, öncesinde ve sonrasında kontrgerillanın yok etmek istediği kişiler olduğunuz unutuluyor. Suçluyanlar öyle gözlerini karartıyorlar ki, işkenceci ile kola kola poz verdiğinizi sağa sola dedikodusu yapabiliyorlar. 12 Eylül zindanlarında işkence görenlerin, bugün devam eden sürecin savunucu gibi göstermek istemlerinde de bir anlamda da başarıya ulaştılar. Bu başarı sayesinde bugün ayrı bir siyasi örgütlülükler kurdular. (Can alıcı bir örnek olarak, kurulma aşamasından liderinin açıklaması ile dağılan bir hareketin taraftarlarının, bugün iktidar partisine toplu üye olmaları manidardır)

12 Eylül’de işkence görmeyenler, 12 Eylül şartları ile iktidara gelenleri demokrasi şövalyeleri görmeleri doğal karşılanır oldu. Onlara öyle payeler veriliyor ki, iktidarın yapmış olduğu her olay abartılıyor ve eğer başarı olmamışsa, yani hayatta karşılığını bulamamışsa, sanki kendilerine karşı yapılmış gibi algılayıp, saldırı konumda bulunabiliyorlar. Suçlamaların adresi bellidir, malum dava ve onu savunanlar suçludur. Neyse ki o davayı savunan fazla insan yok. Abartıldığı gibi savunma durumu yok, yesinler birbirlerini diyenlerin dışarıdan gözlemleri vardır. Ne dava lehine ne de daha aleyhine yapılan eylemlere katılmayan çoğunluk izleyici konumdadır. Bir cadde üzerinde yapılan eylemlerde at izi, it izine karışmış, anlamlar yüklenmeye çalışılıyor. Bu kesim nedense 12 Eylül darbesi yapanlarla açılış yapan iktidar partisinin bakanlarını eleştirmezler. İktidar partisinin yapmış oldukları göze gelmez, çünkü iktidar yapıyorsa bir nedeni vardır ve o yapılana anlamlar yüklenilir. Darbe yapmak için örgüt kuran bir emekli orgenerale en güvenli oto hediye edilir ama kimse neden iktidarın bu otomobili hediye ettiğini sorma zahmetine düşmez, çünkü onların önünde daha büyük sorular vardır ve bu gibi küçük sorular ile gündemlerini sulandırmak istemezler.

12 Eylül bitmiş bir süreç değildir, bütün kurumları ile ve o dönemde iktidarda olanların bugünde iktidar içinde olmaları bu kesim tarafından görülmez. Maraş katliamda gerçekten o dönemde Maraş’ta kim görevliydi? Bugün hangi görevleri yapmaktadır? Bugün iktidar, ‘gerekirse demokrasiyi de biz getiririz!’ anlayışını dillendirmektedir. Ankara valisi sanki iktidarda ve onun sözünü tekrarlanıyor, gerek görülürse demokrasiye de biz getireceğiz!

Bu iktidar süreci içinde yapılan açılımlar ve açılımların anlamları henüz net olarak ortaya konmamış olmasına rağmen, demokrasi havarisi olduğunu sananlar, kafalarındaki gördüklerini gerçek ve somut olduğunu düşünüyorlar. Bu gerçeklik içinde dünyaya bakanlar yaşanan süreci sanal bir gerçeklik kabul edip, sihirli cümleler ile her şeyin düzeleceğini düşünmekteler. O sihirli cümleler açılımların içinde kulaktan kulağa ve Abant toplantılarında senaryo olarak konmuş olmasına rağmen, hayatta karşılığını henüz bulmuş değildir. Sözde açılımlar ve toplantılar yapılırken, Kürtler üzerine toplu tutuklanmalar olmuştur, açılım yapanlar; “onlar ellerinden geleni yaptılar tutuklanmak için, ben ne yapayım?” diyerek işin içinden sanki sorumlu değilmiş gibi sıyrılmayı denemiştir. Sanki kendi altlarında çalışan memurlar, onları tutuklamamışlardır, onların bilgisi dışında birileri yapmış sanırsınız. Taş atan çocukların durumu ortadadır, cezaevleri dolmuş durumdadır. Alevilerin durumu daha da vahimdir, çünkü zorunlu din dersine karşı mahkeme kararı olmasına rağmen, mahkeme kararını uygulamayan bu iktidardır. Bu iktidarı başörtüsü için özgürlük imzaları ile destekleyen üniversitelerde görev yapan öğretim üyeleri, iki oy almalarına rağmen rektör atanması için cumhurbaşkanına bile gönderilebiliyor. İktidar, kimin iktidarı ve kimi destekleyeceğini çok iyi bilmektedir. Roman açılımı ise, diğerlerinden daha somuttur, Romanların yaşadıkları alandan 70 km kadar uzağa zorunlu göçmüşlerdir. Bir kasabadan linç edilmeye kalkınmışlardır. Linç etmeye kalkan kasabanın vatandaşlarına ne yapılmıştır? Romanlar, bugün başka bir yerde ikamet etmek zorundalar… Sulukule’de boşalan yerleri kimler tapusuna geçirmiştir? Boşalan yerleri boş kalmayacaktır elbette!

Anayasa değişiklikleri olayı daha ilginçtir, cumhurbaşkanı bile bu meclis değiştirmez derken, başbakanın istemi doğrultusunda gece gündüz çalışılarak meclisten geçmiştir. Bu gece gündüz çalışılan değişiklik ile yeni anayasa oluşmuyor. Var olan ve anayasaya rötuş atılıyor. Anayasa sonuç olarak 12 Eylül anayasasıdır ve o dönemin bütün izlerini üzerinde taşımaktadır. 12 Eylül darbecilerini koruyan maddelerin anayasadan çıkarılmış olması, bu yasanın içeriğini / özünü değiştirmez. İlk defa anayasa değiştirilmiyor. Daha önce yapılan değişiklikler ne getirmiş ise, bu değişiklikte onu getirecektir.

Bu anayasada toplumsal sözleşme yoktur. Yeni toplumsal sözleşme için yeni bir meclise ihtiyaç vardır. Bu seçim ile olacaktır. Referandum hayır oylarının çok çıkması, seçimi daha da öne alarak, halkın gerçek oyu meclise yansıyabilirse; gerçek sivil bir anayasa oluşması için şans olabilir. Bunun için mecliste çoğunluğu bulunduran iktidar, eğer gerçekten demokrasiyi istiyorsa, genel seçimdeki barajı ortadan kaldırmak ile kendi gerçek niyetini ortaya koyabilmelidir.

Meclis, dokunulmazlıkları daraltıp, seçim barajını düşürürse, bu halk oylamasında demokrasi, özgürlük savunanların elini güçlendirir. Aksi halde ‘kendisine demokrat’ olan bu iktidarın niyeti başka olduğuna inancımı korumaya devam edeceğim.

Bu halkoylamasında oyum hayırdır, çünkü hukukun üstünlüğüne inanan, laik, çağdaş, dokunulmazlıkların kısıtlı olduğu, azınlık haklarının yasalar ile güvence alındığı bir anayasa ancak ve ancak seçimden sonra oluşacak meclisin yapabileceğine inancımı koruyorum.


—————————————
http://cemoezkan.blogcu.com

1586590cookie-checkHayırda, hayır vardır…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.