Helal etmiyorum!

Acaba “helallik alma” olgusuna ve kavramına din adamları ve psikiyatrlar nasıl bakar, doğrusu pek merak ediyorum. Din adamları, muhtemelen, bu olguyu “insan hakkı” bağlamında ele alabilir. Bu bakış açısında, öyle sanırım ki, iki önemli koşul ararlar, bunlardan birincisi bir suçun ya da insan hakkı yeme ya da ihlal olayının kasıt ve farkında olmadan yapılmış olması, ya da belki bir hata işlenmişse de, bir daha böyle bir hatanın işlenmeyeceğine dair kesin söz verilmiş olmasıdır. Eğer bu tanım, bazı çekincelerle de olsa, genel kabul görürse, acaba toplumdan helallik isteyenin davranışı bu koşullara uyuyor mu? Balkon konuşmaları ile sonraki davranışlar örtüşüyor mu? Üstelik de her kul hata yapar, ama eğer bir hata bu denli sık tekrarlanıyorsa, artık o davranış kul hatası olarak mı, yoksa kasıt olarak mı değerlendirilir? Kasti yapılan ve tekrarlanan ihlallerde ise helallik olmaz. Helallik siyasi bir manevra aracı değildir; ciddi bir hesaplaşmadır: Bu hesaplaşmada, karşıtlarla olduğu kadar, hatta ondan da öte, insanın kendi vicdan ve kutsal duyguları ile yapılır. Acaba topluma saçılan bunca usulsüzlük ve telefon konuşmalarının vicdani ve duygusal hesaplaşması nasıl yapılabilir?

Bir cumhurbaşkanı seçimine gidiyoruz. Elimizi vicdanımıza koyup bir düşünelim; adayların mücadele koşulları eşit midir? Bunun da ötesinde, eğer bir taraf kendi vicdanına dahi anlatamayacağı sudan gerekçelerle devlet aygıtını, mali kaynak ve olanaklarını kullanıyorsa, böyle bir mücadelede haklılığın güdüldüğü iddia edilebilir mi? Bu konu bir hak yeme meselesi ise, ben hakkımı helal etmiyorum!

Orduda operasyon yapıldı, şimdi de polis örgütünde operasyon yapılıyor. Peki, şu meseleyi şöyle bir sakince düşünelim. Henüz AKP iktidarda yok iken, hatta parti olarak ortada dahi yok iken Fetullah olayını cümle alem biliyor, Ecevit başbakanlığı döneminde, belki siyasi amaçla belki de farkında olmayarak, hoca okullarına methiyeler dizerken, nasıl olur da AKP kadrosu olayı sanki son anda anlamış saflığına bürünebilir? Eğer böyle bir saflık iddiasına inanırsak, demek ki, oniki yıl boyunca ortada ne devlet ne de istihbarat varmış! Demek ki, Türkiye bir çete tarafından aşiret usulü yönetiliyormuş. Bu acı tablodan şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır; birincisi toplumun organik varlığını koruyan devlet aygıtının yerini aşiret yönetimi alırsa, emperyalistlerin bu yönetimi kendi dümen suyunda götürmeleri çok kolaylaşır. İşte, İran hariç, güney komşularımız. Belki de onun için midir ki, emperyalistler bu iktidarla işbirliğinden hoşnut gözüküyor, onun için midir ki, başbakan her türlü bürokrasiyi “vesayet” diye, her türlü muhalefeti de var gücü ile silmeye çalışıyor. Daha da ileri giderek, Türkiye’de siyasi hava ve ortam tek parti-tek adam yönetimine, yani diktatörlüğe sürükleniyor. Bürokrasi vesayetine ve muhalefete takılan işlemler acaba milletin hayrına olanlar mı, yoksa iktidarın başındakilerle birlikte emperyalistlerin hayrına olanlar mıdır? Saptanması ve hesaplanması güç olan bu süreçlerdeki hakkımın ihlalini kesinlikle helal etmiyorum!

Fetullah-AKP yönetiminde tape hukuksuzluğunu yapanlar sadece hoca yandaşları mıdır? Bütün devlet kadrosunu elinde tutan AKP bu kadar süre içinde bu denli saf ve aymaz davranışta olabilir mi? Bütün dinlemeleri hoca grubu yaparken AKP ekibi boş mu durdu? Hoca grubu dinlemelerle orduyu dağıttıktan sonra, şimdi de suçları emniyetteki hoca grubuna atarak, mağdur edilmiş gruplarla yeni tür bir ittifaka mı gidiliyor? Demek ki, oniki yıl boyunca hoca efendi ekibi herkesi dinlemiş, AKP ekibi sütten çıkmış kaşık misali, edebi ile yerinde oturmuş, ÖYLE Mİ! Bunu sizin aklınız alıyor mu? O zaman, hoca grubu kayıtlar yaparken hiçbir bilgi edinememiş olan bu devlet aygıtında istihbarata biz niye maaş ödedik? Eğer AKP iddiaları doğru ise, bugün istihbarat elemanlarının da bu konuda sorguya çekilmeleri gerekmez mi? Ben böyle bir devlet yönetimini bu halka ve bana reva gören iktidar mensubuna ve istihbarata hakkımı kesinlikle helal etmiyorum!
Ülkenin adalet, üniversite, araştırma ve medya yapısını mutlak vesayet altına alarak baskılayan ve ülkemizi dış siyasette de lekeleyen bu iktidara hakkımı helal etmiyorum!

Akdeniz-doğu kültürü karışımı, zaman zaman hiddetlenen ve efelenen, ama zaman zaman da romantikliğe sürüklenen halkın içine nifak tohumları sokarak, kızgınlık, kin ve nefretle halkları bölen ve uzun yıllar sürebilecek nifak tohumları atan bu siyasi kadroya, onun yöneticilerine ve bu kadroyu besleyen aydın, sanatçı vs takımına hakkımı helal etmiyorum!

Bütün bu işler olurken, hesap vermekten çekinenlere ve bu insanları parti içinde dahi eleştirmeyerek, aynı nefesi solumayı içine sindirebilen insanlara hakkımı helal etmiyorum!

Acaba psikiyatr grubu meseleye nasıl bakar diye düşünürsek, sanırım konu daha da aydınlanır. Ne kadar doğru bilemiyorum, her yalan söyleyen kişinin en fazla savunacağı tez muhtemelen yalan söylemenin ahlaksızlık olduğu görüşüdür. Yalanla işi olmayanın böyle bir savı ve iddiası yoktur; böyle bir şey aklına bile gelmez. Hak ihlalini bu denli sık gündeme getirmenin tek mantıklı açıklaması, vicdanların kaynıyor olması ve derin korku ve dehşet algılamasıdır. İktidardan düşersek başımıza ne gelir?.

Vicdan kaynaması ancak tek şekilde sonlandırılır. Bir insanın, kim olursa olsun, ister cumhurbaşkanı, ister başbakan vicdanını rahatlatmanın tek yolu YARGIYA GİTMEKTİR! Yargıyı çeşitli siyasi oyunlarla atlatmak ya da yargıyı vicdanından soyutlamak belki o insana zaman kazandırır, ama vicdanı cehenneme sokar.

Helalleşmek çocuk oyuncağı ya da siyasi manevra aracı değildir, yapılmamalıdır. Bu kadar akla ve mantığa sığmayan, kapitalist düzende dahi yeri olmayan hak ve kural ihlali yapan birincil failleri ve onlara destek verenlere ben hakkımı hiçbir koşu

1596450cookie-checkHelal etmiyorum!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.