Hep aynı şarkı

Bir zamanlar beni Avrupa’ya şiir toplantılarına çağırırlardı. Çağrıyı her alışımda tedirgin olurdum ama hayır demek doğru olmaz diye başlardım hazırlanmaya. Çekingenliğim bu tür yolculukların yükünü kaldırmama zorluk çıkarıyordu. Yeni insanlar görmek, onlarla fransızca konuşmaya çalışmak, fincancı katırları ürkmesin diye sözü tarta tarta söylemek. Bunlar benim için kolay değildi. Uçakların kalkış saatlerine uyulmaması yüzünden havaalanlarında saatlerce beklemeler de cabası. Birinde Portekiz uçağını kaçırınca bir otobüs terminali kadar küçük Orly havaalanında tam sekiz saat bekledim. Bu cefalara pasaport polislerinin gelişigüzel davranışlarını ve birer kanatsız melek görünümündeki hosteslerin ince kabalıklarını da eklediğinizde tablo iyiden iyiye sıkıntılı oluyor. Birkaç yıl üst üste gide gele hemen hemen dünyanın her yerinden epeyce dost edinmiştim, bunların çoğu şairdi. Bu şair dostların ortak özelliği hem bugünkü dünya düzeninin içinde olmaları hem de o düzenin azçok dışında görünmeleriydi. Beni de ellerinden geldiğince bu dünya düzenine ısındırmaya çalıştılar ama olmadı. Benim serseri ruhum bunu benimseyemezdi. O yola girebilseydim dostların gözünde çok önemli benim gözümde hiçbir anlamı olmayan güzellikler yaşayacaktım. Bu güzelliklerin başında kitaplarımın birçok dilde basılması vardı. Evcilleştiremedikleri garip kuşun etini yiyemeyeceklerini anladılar sonunda.
Bunları öfkeyle ya da kırgınlıkla anlatıyor değilim. Sözünü ettiğim bu şair arkadaşlar ülkelerinin seçkin insanlarıydılar. Onlara şair deyip geçemezdiniz, kendi toplumlarında hatta dünyada ağırlıklı yerleri vardı. Çoğu aynı zamanda bilim adamıydı. Onlarla bir arada olmak güzeldi benim için. Benim sorunum biraz da bağımlanmayı becerememekle ilgilidir. Bu adaletsiz dünya düzeninde onlar bir takım çirkinliklerin doğrudan sorumluları değildiler biliyorum. Onlar da dünyadaki ve özellikle kendi ülkelerindeki bir takım adaletsizliklerden açık açık yakınırlardı. Ama kendilerini ayrıcalı bir yere koyduklarını da biliyorum. Mutlu azınlığın bir üyesi olmaktan tedirgin değillerdi. Hemen hepsinde büyük balık küçük balığı yiyerek yaşıyorsa biz ne yapabiliriz felsefesinin dinginliği vardı. Bu Afşar denen adam seçkin olmayı beceremeyecek diye düşünüyorlardı belli ki. Gene de beni kendilerine yakın duyuyorlardı biliyorum. Bu şarabı sevmedinse başka şarap getirtelim inceliğinden tutun hayır burada oturamazsın ne olur öndeki koltuğa geç konukseverliğine kadar her türlü yakınlığı göstermişlerdir bana. Sonunda beni evcilleştirmekten umudu kestiler.
O günler gene de güzel günlerdi. Gittiğim kenti tanımak için sokakları arşınladığım olurdu. Bu yüzden zaman zaman oturumlardan kaçardım. Otel odaları ölesiye sıkıcı gelir bana. Uzun akşam yemeklerinden sonra otel odasına çekildiğimde çok zaman uyku tutmazdı. Uzakta olmak ya da yabancı bir yerde olmak duygusunu koyu koyu yaşardım. Gecenin üçünde yatıp uçağa yetişmek için sabahın dördünde yola çıkmak gibi durumlar iyiden iyiye zor gelirdi bana. Uçak İstanbul’a inerken savaştan dönen bir şövalye gibi duyardım kendimi. Üç ya da dört günde yaşamış olduğum şeyler kafamın içinde döner dururdu uzun süre. Gene de bu yolculukların bana çok şey kattığını biliyorum. Değişik insanlar tanımak, değişik yapılar değişik yapıtlar görmek, bambaşka yaşam biçimlerine tanık olmak çok ama çok güzeldi.
Dışarılarda çok oyalandınız mı kendinizden çıkmış gibi oluyorsunuz. Ben gerek gezgin olarak gerek bu gibi toplantılar için insanın sık sık başka topraklara gitmesini ne yalan söyleyeyim pek uygun bulmuyorum, en azından kendim için böyle bu. Elbet insanlar başka ülkelere giderken başka başka heyecanlar içinde oluyorlar. Dükkanlardan çıkmayanlar da sergilerden müzelerden kitaplıklardan çıkmayanlar da var. Ama ne olursa olsun düşünen insan kendi yuvasından çok uzaklaştı mı düşünme gücünü yitirir. Ben şimdi değil dışarılara gitmek, Türkiye içinde bir yerlere gitmeyi bile düşünmüyorum. Yıllarca orada burada dolaştık durduk. Şimdi çağrıları geri çeviriyorum özür dileyerek. Üç günlük yorgunluğu ancak bir haftada atabiliyordum. Bugün burada yarın orada ya da bugün sizde yarın bizde anlayışı “keyifli” olabilir ama kesinlikle verimli olamaz.
Ne demiş atalarımız. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” Ben de gezdiğim dolaştığım yerleri, orada tanıyıp arkadaş olduğum dost olduğum insanları, hele güzellikleriyle insanı büyüleyen bazı kentleri unutamıyorum. Ama oralara yeniden gitmek oraları yeniden görmek diye bir tasarım yok doğrusu. Kentim bana dünyanın merkezi gibi görünüyor.

644690cookie-checkHep aynı şarkı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.