Her kapıya bir cadı!

Birkaç gündür, evimdeki çalışma odasından perde aralayıp dışarı bakamaz oldum; hele geceleri, zor bir iş…

Gündüz neyse, sorun değil. Gelgelelim, geceleyin karşıdaki evlere bakmak yürek ister!

“Erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır!” şiârını elden bırakmadan, biraz ürkerek bakıyorum penceremin tam karşısındaki eve: 3121 numaralı kapıya…

Penceresinden bir çift göz parıldıyor, göz çukurunda bir ışık her beş on dakikada bir karanlık içinde yanıp sönüyor; otomatiğe bağlanmış gibi…

Karanlık cümle kapısının önünde yere çökmüş birisinin sigarası ucundan tütüyor mu ne, arada bir yanıp sönüyor; bırrr… Dışarıya kulak verince, bir evi basmış hayaletlerin sesi karşı kaldırımdan geliyor; vvuuuuuv diye alçalıp yükselen bir ses!

Gündüzleyin, şimdi rahatça açabildiğim penceremden 20-25 metre uzağımdaki evi dikkatle inceliyorum.

Güneşin altında korku olmaz! Gece karanlığının korkutuculuğu yok; aksine her şey biraz da gülünç!

O evin ön bahçesi plastikten üretilmiş, yüzde 100 olasılıkla Çin malı ve Walmart etiketli mezar taşlarıyla süslü… Mezar taşları eski püskü ve bakımsız durumda, ama geceleyin sıkıysa oradan geç: Zombiler mezardan hortlayıverecekler; amanin!

3121 nolu evde, Purdue’de çalışan Brandon ve nişanlısı Amanda yaşıyor; onlara bugünlerde bir hâller oldu. Geceleri hortlaklı evde uyuyup kalkıyorlar. Bart adlı köpeklerine mi güveniyor bu divâneler!

3121 hortlakları öyle de hemen yanındaki 3123 nolu ev sanki farklı mı?!

Orada Anita yaşıyor, 5 yaşındaki oğlu Darrin ile beraber. Kadıncağız ne zamandır dul, evde düşmana gösterilecek bir erkeği bile yok, ufak bir köpekleri var, fino; ama üflesen saklanmaya fare deliği arayacak görünüyor…

3123’ün kapısında bir zombi oturuyor, zombi plastikten bir manken, insan boyunda… Dul komşumuzun güneşli havalarda geçip oturduğu kapı önündeki verandanın üç kişilik sandalyesini o işgal ediyor. Bir ayağını da uzatmış, yayılmış kerâta… Güneşli havalarda Anita’yla orada yanyana oturmak bize kısmet olmadı, elin zombisi elini çabuk tutmuş anlaşılan. Bu evin zombiden başka yine ön bahçesinde gözleri oyulmuş ve ağzının kazma dişleri beceriksiz bir mahalle berberi tarafından çekilerek ortaya çıkmış, koca kafalı, birkaç iri balkabağı bulunuyor. Geceleri gözlerinden pil kuvvetiyle ışıklar saçan kabaklardan yana bakmak biraz korkutucu, zira az ötesinde bahçe sandalyesinden kıpırdamadan bana kaş çatan zombi de orada!

Onun yanındaki evde Purdue’ye misafir hoca olarak gelmiş bir Koreli karı-koca çift yaşıyor; mini mini kızlarıyla… Onların bu zombili, hayaletli, cadılı işlerle bir aksatası olmaz! Evlerinin önü boyalı direk!

Ama, gelgelelim, ona sağdan bitişik, bana da soldan yanaşık 3127’de bir Siyahî çift oturuyor. Onların evi benim penceremden yarım göründüğünden, korkusu da yarıma tekâbül ediyor. Bir kocaman cadı, süpürgesiyle uçup oradan geçerken eteğinden takılmış gibi kapıya asılı kalmış. Dişleri dökülmüş cadıyla arada bir göz göze geliyoruz, ama ondan pek korkmuyorum; iki besmele çekip bir kulvuallah okudum mu işi tamamdır!

En baştaki 3121’in yan komşusu, sokağa girişteki ilk ev 3119’da durum bundan farklı değil…Orada eli ayağı kopmuş, kan revân içinde ceset parçacıkları bahçeyi süslüyor; plastikten, Çin malları… Adedi bugünlerde birkaç dolara tezgâha inmiş durumdadır. Bu evin dış görünüşü hanidir, kiri pası alınmamış duvarlarında örümcek ağları ortalığı sarmış vaziyette; sahte örümcek ağından tuzak, bir salaş meyhane kapısına asılmış eski püskü balıkçı ağları gibi evin girişini kaplıyor.

Anlattığım görüntüler Purdue Üniversitesi’nin kampüs mahallesi olan bizim yaşadığımız Carrington Estates’deki, “damlacık tarzı”- kuldesak- çıkmaz sokağın evlerine aittir.

31 Ekim akşamına kadar bu süslemeler bütün Amerikan evlerini kaplayacaktır, sonrasında birkaç zaman daha asılı kalırlar, ardından iş tavsar ve hepsi ya çöpe gider ya da garajda bir kutuya atılır, ertesi yılın Halloween-Cadılar Bayramı için saklanır.

Roma İmparatorluğu’na kadar inen bir tarihçesiyle kökleri pagan dinlerine bağlanmakta olan Halloween Bayramı bir günlüktür. Mahallenin çocukları “Trick or Treat” diye kapınıza gelip ellerindeki içi oyulmuş, bir de el çantası gibi kulp takılmış boş balkabağını uzatır, sizden şekerleme dilenir. Gayet hoştur, minicik cadılara, mini mini zombilere, iskelet adamlara şeker dağıtmak. Bizdeki Şeker Bayramı’nı anımsatır, hoşuma bile gider.

Mahallemizin 3129 nolu evinde biz oturmaktayız. Halloween’i bugüne kadar kutlamazdık. Oğlumuz Ali Nâzım büyüdü. Amerikalı “gâvur” arkadaşlar edindi, evde Türkçe ve okulda İngilizce’yle çifte kültür yaşıyor. Artık çift kültürle yaşadığından, Türk olarak Şeker Bayramı’nı da bilecek, kendi kültürünü öğrenecek, baklavasını tadacaktır; o hâlde Amerikalı olarak bu kültüre ait bayramı da tanısın dedik.

Walmart’a dayandık, Halloween bayramına uygun birşeyler aldık: Kabak mabak, iskelet kemik, zombi mombi; ortalığı azıcık süsledik. Eşim Sinem ve oğlum Ali, “Bir cadı alalım, şakacıktan asalım”, dedi…

Bana evdeki yettiğinden masrafa girip ikincisini almak istemedim. Bu zamanda iki “cadı” birden zor!

Ama ben tedarikliyim, ısrar edilirse, işte bunu almayı düşünüyorum…

Açık Gazete’nin Amerika cephesinde durumlar böyle anlayacağınız… 31 Ekim’e kadar bana rahat yüzü yok, karşı eve bakabilene aşkolsun! Anita da zombiye emanet!

Amerikalı dostlarımızın Halloween-Cadılar Bayramı da kutlu olsun!

1592400cookie-checkHer kapıya bir cadı!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.