Her yer Taksim, her yer direniş! (I)

Hava kurşun gibi ağır diye yazmıştım bir önceki yazımda… Çünkü 1 Mayıs’ta Taksim meydanında bir araya gelmeye çalışan emekçilerimize öldüresiye bir müdahalede bulunulmuştu ve AKP iktidarının toplumsal muhalefete tahammülsüzlüğü, baskıcı ve faşist eğilimleri o gün tüm dünyanın tanıklığı ile belgelenmişti…

Önümüzdeki günlerin zor geçeceğini o gün daha iyi anlamaya başlamıştık biz hak ve yaşam savu ucuları… Evine, emeğine, ekmeğine, çalışma hakkına, iş güvencesine, eğitim hakkına, üniversitesine, okuluna, parkına, alanın, sinemasına, ormanına, tarihine, kültürüne, mahallesine, onuruna, özgürlüğüne sahip çıkan herkes o gün nasıl gaddar bir zihniyetle, nasıl halkına gözünü kırpmadan kıyacak bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu ilk kez bu kadar net fark etmiştik…

1 Mayısta insanlar sokak aralarına kıstırılıyor, nişan alınarak gazlanıyor, neredeyse burun buruna gelecek bir uzaklıktan insanların gözlerinin içine, ağızlarına yaklaşılarak gaz sıkılıyordu. Sanki avını tuzağa düşürmeye çalışan avcı gibi, önce insanlar bir araya gelmeleri, toplanmalrı için rahat bırakılıyor, sonra o toplanan kitlelerin üzerine hunharca gaddarca yeniden saldırılıyordu. Polisler her hedefi tutturuşlarında naralar, zafer çığlıkları atıyorlardı. Bunlara tanık olduğum için 1 Mayıs’ı değerlendirdiğim yazıma ‘Hava kurşun gibi ağır’ başlığını atmıştım…

Toplumun muhalif ve ilerici kesimine karşı gittikçe daraltılan çember artık nefeslerimizi kesiyordu, BOĞULUYORDUK…

O günlerden toplumun üzerine çöken o kurşun gibi ağır havayı taa yüreğimin derinliklerinde hissetmiştim. Bunun neden böyle olduğunu da çok iyi anlıyordum. Merak edenler sözünü ettiğim bu yazımdan bir önceki yazıyı okuyarak ne kastettiğimi anlayabilirler…. Ayrıca arkadaşlarımın beni çok hayalperest, iyimser bulmalarına rağmen halkımıza güveniyor, onlardaki bu artan baskıya, adaletsizliğe, gaddarlığa kaşı oluşacak potansiyel tepkiyi içten içe algılayabiliyordum. Zamanı geldiğinde bu toplumun sel gibi adalet arayışı için yollara döküleceğine de yürekten inanıyordum.

Benim korkum karşımızdaki iradenin sağduyudan yoksun, kendi yarattığı medya ve iletişim araçlarıyla oluşturduğu sanal dünyada adeta bir çölde vaha bulmuş gibi yaşayan; toplumun gerçeklerinden uzaklaşmış, kendisinin sürekli kazandığı ve bir dediğinin iki edilmediği, kendini ülkenin sahibi gördüğü; benim bakanım, benim milletvekilim, benim valim diyerek adeta her mevkiyi, her kurumu kendisine biat eden, kendisinin olan kullar ve kurumlar olarak algıladığı; yık dediğini yıktırdığı, sat dediğini sattırdığı, yap dediği yaptırdığı, yok etmek istediğini yok ettirebildiği, çıkarmak isteiği her yasayı çıkarabildiği, istediği her düzenlemeyi itirazsız gerçekleştirebildiği, sınırsız güç kullanabildiği bir iktadar sarhoşluğu içindeyken, bu keyfini, bu düzenini bozacak, huzurunu kaçıracak en küçük aykırı sese veya eleştiriye olan aşırı tahammülsüzlüğünün, dizginleyemediği hiddetinin toplumu getirebileceği tehlikeli boyutlardı… Ve halen korkum bu yöndedir…

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın gözleri insanına anlayışla, şefkatle bakmamaktadır çünkü… Tebasına, hizmetkarlarına, kullarına her istediğini yaptırabileceğinin kibrine kapılmış bir sultan gibi üstten bakmakta; her hali, tavrı, sesinin her tınısı, vurgusu sanki bunu hatırlatmak istemektedir; ‘Ben ne dersem o olur’ tavrından şu an, ülke bu haldeyken bile bir adım geri atmamaktadır sayın Recep Tayyip Erdoğan…

Karşımızda kendi karşısındaki bütün kesimleri düşman gören, marjinalleştirmeye çalışan, iktidara karşı eleştirisi olan her kesimi vatan haini, yaptıklarımızı çekemiyorlar, bu ülkenin kalkınmasını istemiyorlar gibi indirgemeci bir mantıkla değersizleştirmye, itibarsızlaştırmaya çalışan, vicdanı körelmiş, adalet duygusunu yitirmiş, kibrinden başı dönmüş bir liderlik anlayışı var ne yazık ki… Etrafında olup biten gerçekleri duymak, bilmek istemeyen, huzuru kaçırıldığında, keyfi bozulduğunda aşırı hiddetlenen, agresivleşen; kendi bilmek ve duymak istemediklerini kamuoyu da duysun, bilsin istemeyen, bu yüzden ana akım medyayı ya satın alarak ya sansürleyerek susturan; Üniversiteleri, sanatçıları, aydınları baskı altına almak isteyen; bütün herkes sadece kendi yaptıklarını övsün, sadece onun başarılarını yazsın, çizsin, alkışlasın diye bekleyen böylesi megolamanca bir tutum sağlıklı bir tutum olmadığı gibi, sağduyulu birileri tarafından dizginlenmezse ülkeyi çok tehlikeli boyutlara da sürükleyebilir diyedir benim bütün kaygım…

Gerçek şu ki bugün toplumun her kesiminden sessiz çığlıklar yükselmekteyken ana akım medya bunlara kulaklarını tıkamış, gözlerini yummuş, konuşmamak için diline kilit vurmuştur… Aynen şu anki halk ayaklanmasına, toplumun her kesiminden yükselen tepkiye, isyana karşı sessizliğini, suskunluğunu koruduğu gibi…

İnsanlar evlerini, yaşam alanlarını, işlerini, hatta sağlıksız çalışma koşullarında canlarını kaybederken medya bunları sadece görmezden gelmekle kalmamış, insanların ellerinden zorla gasp edilerek alınan yaşam alanlarının, evlerinin yerine inşa edilen hayal ötesi lüks evlerin, yaşam tarzlarının reklamından kazanacağı paranın peşine düşmüştür. Sayın başbakan kendi yandaş iş adamları ile farklı ülkelere yaptığı yatırım seferberliklerini sanki o yartırımların kazançları halkın cebine girecekmiş, halkla paylaşılacakmış gibi, bu aşırı zenginleşmeyi, ülke kalkınması, halkın refahının yükselmesi olarak yansıtmaya çalışmış, toplumun büyük bir kesminin işsizliğini, üretime katılamamasını görmezden gelmiş, kendisinimn çizdiği bu yalancı tabloya herkesin inanmasını beklemiştir. İnsanların yaşam tarzlarını büyük bir keyfiyetle düzenlerken, yasak üstüne yasak koyarak insanların yaşama özgürlüğünü saygısızca, sorumsuzca kısıtlarken, onlarda yarattığı kaygı ve huzursuızluğu algılayamamış, daha önce dayatılanları sindirdiği gibi toplumun bunları da sindireceği yanılgısına kapılmıştır.

Oysa insanların bildiği gerçek her geçen gün üzerlerindeki baskıların arttığı, hareket alanlarının kısıtlandığı, toplumun büyük bir kesiminin ötekileştirildiği, dışlandığı, sınıfsal ayrışmanın derinleştiği, ekonomik olarak da insanların ödeme güçlerinin azaldığı, kredi kartı borçlarının arttığı ve cüzdanlarının boşaldığıdır…

İşte başbakanın görmediği ve ana akım medyanın da yansıtmadığı bu gerçekler toplumda müthiş bir öfke biriktirmiş, özellikle hukuka ve adalete olan güvensizlikten doğan çaresizlik de buna eklenince toplum ‘fitili ateşlenmeye hazır bir bomba’ kıvamına gelmiştir. Taksim Gezi Parkı protestomuza karşı yapılan hunharca, gaddarca müdahale toplumun o içten içe büyüyen öfkesinin ateşlenmesi için bir vesile olmuştur. Diğer bir deyişle Taksim Gezi Parkını savunan eylemcilerimize atılan bombalar aslında o an eylemi yapanlara değil asıl toplumun büyük bir kesiminin içinde birikmiş, fitili ateşlenmiş bomba kıvamına gelmiş öfkesine isabet etmiştir…

NOT: Bu yazının devamında Gezi Parkının ateşlediği Halk ayaklanmasının seyri ve yaşanan deneyimleri ele alacağım…

1080900cookie-checkHer yer Taksim, her yer direniş! (I)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.