Hovardalıklarımız

Kızlar poz attıkça biz onları erişilmez sanırdık. Onların erişilir ya da daha doğrusu erişilebilir olduğunu gördüğümüzde epeyce bir vakit ziyanlığı olmuştu. Gözü kapalı büyüdüğümüz için gördüğümüze inanmaya eğilimliydik. Aramızda açıkgözler de vardı, onlar erişilmezlik öykülerine inanacak adamlar değillerdi. Nitekim biz sevgili düşleri kurarken onların bir takım ciddi başarıları olduğunu gözlerimizle görüyor ve aşağılık duygularına uğramamak için talih, kader, kısmet, raslantı, olur böyle şeyler gibi takıntılara inanıyorduk. Gel zaman git zaman ben sorunu çözdüm. Öbürlerine gidenler bana neden gelmiyorlardı? Bunun çok belirgin iki nedeni vardı: biri benim yoksulluğum, öbürü de iyileşmez doğruluğum.

Bizim kızlarımıza seni seviyorum sözü hiç iyi gitmez. Onlar erkenden, on ya da on iki yaşlarından başlayarak evlenmek ya da daha doğrusu yuva kurmak düşleri geliştirmeye başlarlar. Evlenmek için iyi bir “kısmet” beklerler ya da araştırırlar. Benim gibi kısmet düşman başına, elde yok avuçta yok, bende yok ailede yok. Biri bana aşık olacak da benim kısmetim açılacak, ölme eşeğim ölme. Elin kızı enayi mi bana aşık olsun, gider doğru dürüst birine aşık olur. O da yalan ya. Aşık olmak bu toplumda üç beş aptalın işidir. Alın benden de bir görüş: bu toplumun yüzde doksanı kurnazdır. Aşk kimin umurunda! En mezhebi geniş insanlar bile cinsel ilişkilerini “aşk” adı altında yaşarlar. Efendim? O durumda kim gelir de bana aşık olur!

Artık aşk mıydı değil miydi bilemem ama biz tuttuk evlendik. Yavaş yavaş görünüşü kurtarmaya başladık. Hiç değilse artık ayakkabılar su çekmiyor, üstümüzdeki paltomsu şey değişik mevsimler göre göre boz eşek rengine dönüşmemiş. Şairlik gibi boş bir işin peşine takılmış olsak da orada üç yıl burada beş yıl okuyarak iyi kötü bir diploma almışız. Tek sakıncalı yanımız solcu olmamız, onu da düzen zamanla burnumuzu sürte sürte yoluna koyar. Ondan sonra nasıl söyleyeyim benim de kısmetim açılmaya başladı. Kısa boylu bir adam hele bir de göbeklendi mi ve bıyıkları da kesti mi onun kısmeti nasıl açılır? Açılıyor efendim, bal gibi açılıyor. Evli adamın kısmeti açılsa mı daha iyi açılmasa mı daha iyi? Bana sorarsanız açılmasa daha iyi. Evlendim ve bu baş derdi sorundan, kadın sorunundan kurtuldum diyordum, ne gezer!

O zaman anladım ki ben de “evlenilebilir” erkekler sınıfına sessizce girivermişim. Eh, zamanla biz de daha az çemiş olduk doğal olarak, bizim de bir kadını ağımıza düşürecek silahlarımız vardı: o mahzun durmalar, o keskin bakışlar, o candan davranışlar… Bunlar işin şakası. Hiç kimse bir kadını oltaya şu ya da bu yemi takarak düşürdüğümü söyleyemez. Ben çağırmadan geliyorlardı. Hepsine de sonsuz saygım vardır, birlikte olduğumuz süre içinde onlara saygımı asla yitirmedim, zaten ben saygısız sevgi olabileceğine inanmıyorum. Gelir, bir süre işler iyi gider, bir süre sonra kardeşimiz garip bir biçimde huysuzlanmaya başlar. Bu huysuzlanmanın anlamı şudur: karını boşa beni al. İyi ama durup dururken kadını boşamak ne oluyor? Bir akşam gidip kadına ben seni boşuyorum diyeceksin.

Hoppala! Neden? Falancayı seviyorum. Ondan sonrası sefillik. Çocuklar bir yerde, sen bir yerde, eski kadın  bir yerde, yenisi bir yerde… Arabesk de değil tam tamına arabeks bir durum.

Geçenlerde İdil Biret’in kitabında okuduğum bir şeye pek güldüm. Çocukları olan dul bir piyanist hanım çocukları olan dul bir piyanist beyle evlenmiş. Sonra birlikte de bir çocuk yapmışlar. Adamcağız bir gün telaşla karısına sesleniyor: “Aman dikkatli ol senin çocuklarla benim çocuklar anlaşmışlar, bizim çocuğu döveceklermiş!” İki oradan, dört buradan derken öyle bir çocuk kalabalığı arasında kalabilir ki insan bir kadınla birlikte olmanın sevincini de yaşayamaz. Çocukları sokağa atanlara hak vermemekle birlikte onları anlamak hiç de zor değil. Düşünün evde bir çocuk kalabalığı var: birinin dişi ağrıyor, biri sevgilisinden ayrılmış intiharı düşünüyor, öbürü bilinmez bir nedenle mutsuz ve bunalıma girmiş, en küçükleri de kocaman poposuyla bale dersleri almak istiyor.

O tür aptallıklardan korudu yüreğim beni. Şimdi pek güzel bir emeklilik yaşıyorum. Kirlenmiş bir dünyada yıpranmaması için çektim eve aldım küçük oğlumu da, onunla birlikteyiz şimdi. Bu çirkinlikleri üretenler utansın. Büyük oğlum gelir ara sıra. Dünyanın en mutlu adamı belki de benim. Yalancı dostları artık pek yaklaştırmıyorum yanıma. Bin türlü oyun var dışarıda. Dışarıya adım atar atmaz pis kokular alıyorum. Ama evden pek çıktığım yok. Ben böyle iyiyim dostlarım. Bildiklerimizin, tanıdıklarımızın, yakınlarımızın iyi haberlerini alalım yeter, daha ne isteriz.

641960cookie-checkHovardalıklarımız

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.