“Hukuk reformu” mu dediniz? 

“Hiç bir ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirmemek için, her ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirmek gerekiyordu”
Sicilyalı Prens Lampedusa

AKP yeni bir “hukuk reformuyla” daha gündemde. Reform dendiÄŸinde ekseri hayırlı bir ÅŸey yapıldığı, yapılacağı beklentisi vardır. Reform demek, mevcut olana, var olana yeni ÅŸekil vermek, yeni biçim vermektir… Oysa, yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸin daha iyi olacağına dair bir kesinlik yoktur… Tam tersine daha da kötüleÅŸme olasılığı yüksektir… EÄŸer öyleyse, “kim neden bu iÅŸe giriÅŸiyor, kim yeni biçim, yeni ÅŸekil vermek istiyor? sorusunun sorulması gerekmez mi?… Tabii, “her söz her ağıza yakışmaz” da denmiÅŸtir… Bu reformu yapan, bu ülkede zaten son derecede güdük olan sınırlı hakların ve hukukun köküne kibrit suyu döken Politik İslamcı AKP deÄŸil mi? Hukuk alanında atacağı her adım, iktidarını pekiÅŸtirmek, ömrünü uzatmak içindir ve baÅŸka türlü olması asla mümkün deÄŸildir… Önceki ‘hukuk reformlarını’ hatırlayın, yapılacak olanın ne anlama geldiÄŸini anlarsınız… 

Bir yasanın nasıl olduÄŸu, neyi içerdiÄŸi kadar, o yasayı kimin, kimlerin yaptığı da önemlidir… Bir yasayı çıkaranların her zaman o yasaya uyma zorunluluÄŸu da yoktur… Türkiye  son denemde yaÅŸanan içler acısı durum, sadece yasaların yetersizliÄŸiyle açıklanamaz… Mevcut yasalara uymayanların yenisine uyacağının bir garantisi var mı? Elbette “iyi” bir anayasaya ve yasalara sahip olmak önemlidir ama yeterli deÄŸildir… Yasalar doÄŸrudan halk tarafından yapılıncaya,   sahipleninceye, uygulanıncaya kadar sorun çözümsüz olmaya devam eder… Geçerli egemenlik sisteminde yasalar mülk sahibi egemenler adına, onların ideolojik uÅŸakları tarafından yapılıyor. Pek itibarlı hukuk otoriteleri, hukuk profesörleri, ‘duayen’ denilen uzmanlar ve burjuva politikacıları tarafından yapılıyor… Ezilen-sömürülen sınıflar hiç bir zaman iÅŸe karıştırılmıyor… Zaten onlara karşı yapılıyor…   

Burjuva hukuk sisteminde şöyle genel bir pratik vardır. Kanunun başında veya birinci maddesinde bir hak tanımlanır, izleyen paragrafta, veya maddenin devamında geri alınır… İnsanlar ekseri maddenin başına bakar… Mesela cunta Anayasası’nın 130’uncu maddesi şöyle: “Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araÅŸtırma ve yayında bulunabilirler. Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliÄŸi aleyhinde faaliyette bulunma serbestliÄŸi vermez”.  ‘Serbestçe’ bir araÅŸtırma yaptım, baÅŸlığı Paradigmanın İflası’ olan bir kitap yazdım, üniversiteden kovuldum ve hapse atıldım’…  

Bir seferinde de bu sefer bir yazımdan hapisteydim. Ceza aldığım madde deÄŸiÅŸtirildi, daha doÄŸrusu maddeye dokunuldu. Kanun kabul edildi. Ertesi gün gazeteler haberi “demokrasinin zaferi”, “düşünce özgürlüğünün önünde bir engel kalmadı”… ÅŸeklinde duyurdular… EÄŸer gerçek durum gazetelerin yazdığı gibi olsaydı, infazın durdurulması ve hapisten çıkmam gerekirdi… Oysa, ‘reformla madde daha da ağırlaÅŸtırılmıştı… Aslında burjuva hukuku denilen, topluma tuzak kurmaktan ibarettir ama retorik farklıdır…

2010’da bir Sosyal Güvenlik Reformu yapıldı. Dönemin baÅŸbakanı:  “Türkiye Reformla ÇaÄŸdaÅŸ, Kaliteli, Hızlı, EÅŸitlikçi ve Adil bir Sosyal Güvenlik Sistemine KavuÅŸtu” dedi… Aslında reformla, çalışanların bir çok kazanımı ortadan kaldırılmıştı… Amaç, neoliberalizmin bir gereÄŸi olarak, Sosyal Güvenlik Sistemini hizaya getirmekti… Mesela ÅŸimdilerde gündemde olan EYT’liler reformla kazanılmış haklarından olmuÅŸlardı… Aslında o ‘reformla’ Sosyal Güvenlik Sistemini, piyasalaÅŸtırmayı/özelleÅŸtirmeyi amaçlanıyordu… Maalesef Sonunda kuÅŸa çevirmeyi baÅŸardılar… O yüzden EYT’liler yaÅŸa deÄŸil, neoliberalizm ÅŸampiyonu AKP’nin kurduÄŸu tuzaÄŸa takılmışlardı… 

Sadede gelirsek. İfade özgürlüğüyle ilgili yapılmak istenen deÄŸiÅŸiklik, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7. maddesinin 2. fıkrasına eklenen ÅŸu cümleden ibaret: ” Haber verme sınırını aÅŸmayan veya eleÅŸtiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluÅŸturmaz”…  Aslında cunta Anayasasında ve Türk Ceza Kanununda (TCK], bundan daha fazlası var ama uygulanmıyor, bir iÅŸe yaramıyor!… Zira, kanunlardan önce zihniyetin deÄŸiÅŸmesi gerekiyor… Zihniyetin deÄŸiÅŸmesindeki en büyük engel de devletin kutsal sayılması… Devletin kutsal sayıldığı yerde hiç bir zaman özgür düşünceye, özgür tartışmaya, radikal eleÅŸtiriye yer yoktur… Devletin kutsal sayılması da bu ülkede hiç bir zaman bir modernite devriminin yapılmamış, bir ‘aydınlanmanın’ yaÅŸanmamış olmasının sonucudur… 

BaÅŸka türlü söylersek, Eski Rejimden [ Ancien Régime] bir kopuÅŸ olmadı… Eski Rejimin geleneksel ideolojisiyle bir hesaplaÅŸma gerçekleÅŸmedi… İmparatorluktan Cumhuriyete geçiÅŸ bir darbeyle oldu… Oysa darbeyle yeni bir ÅŸey yapılmazdı… Åžeylerin biçimi, görüntüsü deÄŸiÅŸebilirdi ama özü aynı kalırdı… Velhasıl, PadiÅŸah’ın kulu Cumhuriyetin vatandaşı olamadı…Yakın zamanda yayınlanan bir araÅŸtırmada [ankette], “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? sorusuna verilen cevapta: “demokrasi, hak, hukuk, adalet” diyenlerin oranı %2,9… Tabii böyle olunca öyle kanunlar da çıkarılıyor ve rahatlıkla uygulanabiliyor… Bu, insanların özgürlük diye, adalet diye, sosyal eÅŸitlik diye, demokrasi diye bir kaygılarının olmadığı demeye gelir… Aksi halde gereÄŸini yaparlardı…  

Elbette bunları söylemek, hukukçu taifesinin  vebalini hafife almak deÄŸildir. Burjuva yasaları ileri derecede bir muÄŸlaklık içerir ve bu bilinçli olarak yapılıyor… Bu durum karar verici hakimler için bir dezavantaj niteliÄŸi taşır ama pekala iyi yetiÅŸmiÅŸ bir hakim onu sanık lehine bir avantaja da dönüştürebilir… Burada tam tersi oluyor. Yargıçlar, mahkemeler yangına körükle gidiyor…

İşte size bu konuda bir örnek: 1990’lı yılların ortalarında Gazi Antep’te  15 günlük bir gazete yayınlanıyordu. Bir gün, gazetenin genel yayın yönetmemi bana telefon etti… Ankara’ya gelip benimle bir röportaj yapmak istiyordu… “Åžu gün, ÅŸu saatte Özgür Üniversite’de bekliyorum” dedim… Geldi ve uzunca bir söyleÅŸi yaptık. Bana sorulan sorulardan biri de ‘Sivil Toplum Örgütleriyle” ilgiliydi… Ona, “aslında biri yukardan, diÄŸeri aÅŸağıdan iki türlü STK vardır… Yukardan STK’lar oligarÅŸinin hizmetindedir, misyonları sömürü düzenini meÅŸrulaÅŸtırmaktır… Bizim için önemli olan aÅŸağıdan STK’lardır… Yukardan STK’lar aslında toplumu depolitize etmenin, apolitize etmenin araçlarıdır…” demiÅŸtim… Bir kaç hafta sonra masamın üstünde bir sarı zar… Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinden (DGM) geliyor… Hakkımda dava açılmış… Sebebini her halde merak ediyorsunuzdur… Apolitizasyon’da, Apo geçiyor ve Abdullah Öcalan imâ ediliyor, dolayısıyla Terör Örgütünün Propagandası Yapılmıştır diye dava açılmış… 

O bitip-tükenmeyen duruÅŸmalarda apolitizasyonun ne demek olduÄŸunu anlatmak için neler çektiÄŸimi bir tek ben bilirim… Bunun ‘ademi merkeziyetçilikte’ olduÄŸu gibi, bir kelimenin karşıt anlamlısı olduÄŸunu soylu Türk yargıcı bir türlü anlamak istemiyordu… İyi de bu adamlar/bu kadınlar bir hukuk fakültesinde dört yıl eÄŸitim görüp, hukuk diploması almamışlar mıydı? 

Öyle görünüyor ki, kanunları yapanlar deÄŸiÅŸmedikçe, ÅŸeylerin seyrinde de bir deÄŸiÅŸiklik olmayacak… Tabii, kanunları yapanların deÄŸiÅŸmesi de sistemi radikal olarak deÄŸiÅŸtirmeden, radikal bir devrim olmadan mümkün deÄŸil…   

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.