ÖZÜR ÇELENKLERİ BIRAKALIM
Hüznün rengi pembedir şimdi. Tüm Atatürk çiçekleri gibi.
Atatürk ün hüznü o renklerden belli .
Pembe bir aldanışın da rengidir. Hayatı hep tozpembe görmenin de rengidir. VE ALDANIŞ İSE BEDELİDİR.
Biz sandık ki o en güçlü öğretiyi, o çağları aşıp bütün tutsak uluslara ışık tutan evrensel başkaldırıyı savunmak için ona inanmak yeter.
Ama yetmezmiş. İnanmak savunmayı gerektirirmiş.
Şimdi o hüzün pembesi renklerden çelenkler yapalım. Anıtkabirin merdivenlerini usul usul tırmanalım. Ve o çelenkleri onun başucuna bırakalım…
Hatta oradaki görevli; rütbeli bir Memetçik izin verirse ; eli kalem tutan biri şeref defterine bir şeyler karalasın. Gün karadır; yazımız gibi … bunu her bir kimse anlasın !
Yazsın ki: buraya kadarmış !
Senin emanet ettiğin Cumhuriyeti koruma çabamız iflas etti işte…Sana nasıl anlatsak ki bunu? Düşün ki Bandırma vapuru su almaya başladı Karadeniz in orta yerinde…Yok kurtuluşun artık yeni bir umudu…
Sana ve Cumhuriyetine sahip çıkamadık.
Her zaman karşı olduğun gerici güçler bizden daha cesur çıktı.
Bizden daha fazla sarıldılar kendi düşüncelerine.
Ve bizim eğitilmeleri için kılımızı kıpırdatmadığımız halk onların yörüngelerine girdi; ve oyunu onlardan yana verdi.
Dümen geriye doğru çevrildi; tam yol geriye ! Kader kaptan hükmünü böyle verdi…
Biz yeterli olamadık. Kendi içimizde bölündük. Bölünmenin en korkunç biçimi olan kanser gibi kendi sağlam hücrelerimizi de yedik, bitirdik.
Hep ama hep yanlış şıkkı seçtik. Üç yanlış bir doğruyu götürür hesabının aksine biz onca doğru bir yanlışı getirdik !!!
Sol düşüncenin en handikaplı yanı olan bin bir teori sahibi bin bir teorisyen olarak hepimiz bölünerek moleküler hale geldik. Bizim moleküllerimiz ise hiçbir toplum kimyasına uygun düşmedi. 2 oksijendik ama hidrojenle birleşip suyu oluşturamadık.
Sayı üstünlüğümüzün hidrojene bir zarar vermeyeceğine onu ikna edemedik.
Şimdi senin yattığın bu ulu yerin tam karşısında ; Çankaya’ da onlar, hükmedecek artık.
Senin çarşaftan kurtardığın Türk kadını çarşafın bu günkü simgesi olan Türbanın çekildiğini görecek tüm gönderlere.
O gönderler ki bir milletin bağımsızlık savaşı kadar muasır medeniyet yolundaki savaşlarının da bayrağını taşıyordu.
O gönderlerde her biri Türk bayrağına eşit insan hakları, kişi hakları, irticaya savaş bayrakları, rüzgarlardan aldığı güçlerle meşalelere dönüşerek dalgalanıyordu.
Biz yenildik Atam: Gül suyu kokulu öğretiler kazandı.
Gül suyu kazandı. Çünkü biz de kendi öğretilerimizin suyunu çıkarmıştık.
Kim daha iyi teorisyen yarışmalarında birbirimizi eleye eleye her tür karşı saldırının geçeceği gedikler açmıştık zarlaşan ve artık sadece zarara çalışan beyinsel yapılarımızda.
Biz bin bir fraksiyona bölünürken frak giyen cübbeliler iktidarı, halkın güvenini, halkın kendini kadere bırakan iktidarsızlığını ele geçirdiler.
Biz halkın nabzını tutarken kendi cansız kalp atışlarımızın asıl büyük handikap ve daha ilk seçimde bizi boğacak bir girdap olduğunu anlamadık bile.
Anladığımız an iş işte geçmişti.
Artık farkındalar Atam; artık kaç kişi olduğumuzun farkındalar.
72 milyon düşünceden yana sorumsuz kalabalığın karşısında ve hatta her şeye rağmen yanında bir milyon düşünen bir kalabalık.
O kalabalık ki her şeyden haberdar. O kalabalık ki geleceği gören gözleri ötekilerin yanında dev bir projektör ve bu ışıklar seli kararan ufku acı dolu gözlerle tarar.
Tıpkı senin bir cepheden bir cepheye dürbünle bakışın gibi.
Sahi dünyanın bile geleceğini sezen o gri hücreler saltanatı beyin, o mavi gökler karnavalı gözler kendi ülkesinin bu durumunu sezemedi mi ?
Sezmez olur mu?
Bu yüzden Gençliğe hitabe her an ihanetlere hazır bir topluma karşı her zaman hazır bir gençliğe güvenen bir liderin kalk borusuydu…
Uyanın, bu ülkenin her zaman dahilinde ve haricinde ihanet edenler, yolunu şaşıranlar, tam bir U dönüşü yaparak şeriat iklimlerine koşanlar olacaktır diyordu o hitabe.
Ve bizler o hitabeyi hiç değerlendirememiş eski gençler olarak ne diyebiliriz ki yenilere.
Bizim sönmüş meşalemiz onların umutsuz yüzlerini aydınlatır artık sadece.
Şimdilik Atam şimdilik…artık halk ta kimleri desteklediğini görene kadar şimdilik gece sadece gece.
Mavi gözlerini dik yeniden ufkumuza. Biz umutların yoksuluyuz artık.
Ama birkaç genç kalmıştır bizden uzakta…ve onlar umutsuz değildir henüz.
Bu ülkenin toprağında yazılı… bir kader gibi …her geceden sonrası gündüz.
Gülyağıyla parlayacak artık Çankaya bahçesindeki güller.
Gül suyu kokacak türbanlı başların geçtiği yollar.
Senin meşalenin ışığı solacak; taaa Anıtkabir ufuklarından dünyaya tutulmuş bir özgürlük ateşinin son yalazlarını batan güneşlerle yarıştırarak.
Ama her yalazdan sonraya kalır sıcaklığını yitirmemiş küller.
Ve o küllerin arasında bir kıvılcım ateş böceği gibi yanar söner.
Bize kalan bu kıvılcım şimdi Atam.
Sen Bandırma vapuruna binerken gözlerinde parlayan kıvılcımlardan biri o.
Bizim gözlerimizde parlayacak artık. Ateş böceği kozasını kendi elleriyle kazarak çıkıp ateş olacağı anı, çakıp ta şimşek olacağı bir anı bekleyecek.
Güller ve küller…sanırım renkler ve kokular gidip , gerçeklerin sonbaharı geldiğinde küllerden bir kıvılcım fırlayacak; gerçek bizim gözlerimizde alev alev yanarken
halk ta bu gerçeği anlayacak.
Bilimsel gerçekler olmasa ümitsizlik yakamızdaydı Atam. Ama bilim bütün hurafelere meydan okur galebe çalar, onlara uzayda bir nefeslik yer bile bırakmaz.
Bilim der ki Atam:
Sular tersine akmaz !!!
Bizi bağışlayacağın gün bizim sana borcumuz; hala umut veren o yüce savaşın ise bizi ayakta tutacak
harcımızdır !!!