İngiltere medyasını dikkatli izleyenler Muhafazakar hükümetin salgın sonrasındaki günlerde büyük yoksulluğun getireceği isyanlara ve yurtdışında da anti emperyalist savaşlara hazırlandığı sezecektir sanırım.
Maliye Bakanı Rishi Sunak 2020’de ülkenin 300 yılın en sert daralmasını yaşayacağını belirterek ülkedeki ve dünyadaki tarihi yoksullaşmayı adını koymadan anlattı. 2020-2021 döneminde 394 milyar sterlinlik bir bütçe açığı öngördüklerini aktaran Sunak, hükümetin koronavirüs salgınının başladığından bu yana ekonomiyi desteklemek için toplam 280 milyar sterlin harcadığını söyledi. Tabii Maliye Bakanı bu destekten aslan payını dev holdinglerin aldığını, emekçilere zaten hakları olan “işsizlik ödenekleri”ni salgın desteği olarak sunma numarası yaptıklarını söylemedi.
Bir diğer kötü haber de İngiltere’nin kamu borcu 1.95 trilyon sterline ulaşarak 50 yıl sonra ilk kez ülkenin ekonomik büyüklüğünü geride bırakmış olması.
“Peki bu kriz ne kadar sürecek?” Bu soruyu da Maliye Bakanı “2022’nin dördüncü çeyreğine kadar kriz öncesindeki seviyelerine dönmesinin beklemiyoruz” diye yanıtlıyor.
Sevgili dostlar Maliye Bakanı’nın kendi ağzından önümüzdeki iki yılın oldukca karanlık geçeceğini öğrendik. Söz edilen ekonomik daralmanın anlamı enflasyon ve işsizliktir. Bunların da getireceği aşırı yoksulluktur.
Şimdi şu iki soruyu sormak gerekiyor. İlki, “Bu karanlık tabloyu tersine çevirmek için ne yapmalı?” Hemen aklınıza “Toplum sağlığı ve halkın yaşam standartını yükseltmek için yatırım” gelmesin. Tam tersine ağlayan bebeğe “meme” yerine “tokat” geliyor. Gelecek dört yıl boyunca 24 milyar sterlin seviyesinde savunma yatırımı yapılarak, altyapı harcamaları 100 milyar sterline yükseltilecek! Evsizlere sadece 250 milyon sterlin destek veren hükümet silahlanmaya 100 milyar sterlin ayırıyor.
Soru iki, “Bütçedeki bu dev açık nasıl kapatılacak?” Bu sorunun da yanıtı mali açıdan çok basit, emekçilere vergi yükleyerek. Sözün özü iki yıl sürmesi öngörülen salgın ekonomisinin sonrası da emekçiler açısından oldukca karanlık. Böyle bir tablo da isyanlara davetiye anlamındadır. Hani demiştik ya “ağlayan çocuk” diye. Hükümetin bunun da önlemini alıyor ve “meme” yerine “tokat”a hazırlanıyor.
Hükümetin küresel boyuta bakışı da aynı. Genel Kurmay Başkanı Nick Carter, salgınının neden olduğu ekonomik kriz ve dünyadaki mevcut belirsizlik ve kargaşa ortamının 3’üncü Dünya Savaşı’nın çıkma riskini artırdığını savunuyor. Yakın bir zamanda geniş çaplı çatışmaların artabileceğini öngören Carter, “Şu anda dünya endişe içinde ve belirsiz bir süreçte yaşıyoruz. Küresel rekabet oldukça yüksek ve sahip olduğumuz risk oldukça büyük. Bunun yanında her geçen gün artan tansiyon da, yanlış hesaplamalar ve planlar yapmamıza zemin hazırlıyor. Bu durum yeni bir dünya savaşı riskini de artırıyor. Bu risklerin bilincinde olmamız gerekir” diyor.
Bir başka demecinde de Genel Kurmay Başkanı, rekabetle çatışma arasına net bir çizgi çekmenin artık mümkün olmadığını vurgulayarak, “Kara-deniz-hava savaşlarına dair savaş konseptleri güncelliğini yitirmekte. Savaşlar internete ve uzaya taşındı. İşimizin merkezinde bilgi olacak. Geleceğin savaşları bilgi merkezli olacak” demişti.
Oysa yurtta ve dışarıda polisiye ve askeri önlemler yerine salgının bozduğu sosyal gelir dengesini yeniden kurmak yani “meme” sağlamak daha mantıklı değil mi? Ne yazık ki bu kapitalizmin ruhuna aykırı. Öyle olmasaydı geçen haftaki G20 Zirvesi’nde salgından kıvranan yoksul ülkelere “iyi temenniler”de bulunmak yerine “ücretsiz korona aşısı” kararı alınırdı.
Korkarım ki dünyamız, “berbat” dediğimiz 2020’yi aratacak yıllara gebe…