Salgın haberlerinde iki önemli nokta var. İlki, koronayla ilgili her gün yeni bir şeyin keşfedilmesi. Son bulgulara göre; korona atlatanların yarısının psikolojilerinin bozulması, korononun kalp krizi geçirmiş etkisi yaratması, hayvanlarda korona ölümlerinin başlaması ve çocukların da yetişkinler kadar risk altında bulunması gibi… Bu haberler gına getirse de ailemiz ve toplum sağlığı için bilmek ve gereken önlemi uygulamak zorundayız. Başka yolu yok…
İkinci nokta ise ülkelerin açıkladığı vaka ve ölüm sayılarının kat kat fazla olduğu gerçeği. Örneğin İtalya’da yapılan antikor testleri sonucunda (habersiz korona geçirenlerin sayısına dayanarak) salgının bilinenden üç katı fazla olduğu saptanmış. ABD’den İngiltere’ye İran’dan Japonya’ya benzer iddialar basında yer alıyor.
Türkiye’ye gelince basının yüzde 95’i iktidara yandaş olsa da bu konu açıkca dillendirilmeye başlandı. Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı günlük vaka sayılarının doğruluğuna ilişkin bir yazı kaleme aldı. “Sağlık Bakanlığı pandeminin başından bu yana ilk kez kontrolü elden kaçırmış gibi görünmenin yanı sıra, Bakan Fahrettin Koca’nın açıklamalarına olan güvende de ciddi bir erozyon var” diyen Altaylı, Türkiye’de günlük hasta sayısının (1000’in altında gösterilse de gerçekte) 6 bin civarında olduğunu yazdı. Altaylı’nın uzmanlara ve hastane verilerine dayandırdığı haberine itiraz ve yalanlama gelmediğine göre durum vahim…
Martın ikinci yarısında vaka sayısının azlığına karşın alınan sıkı önlemlerden eser kalmadı. Nasıl olsun ki devlet vatandaşını çalışmaya zorlayıp camiye çağırınca o vatandaşın önlem alma konusundaki bilinçaltı kodlarını da değiştirmiş oldu. Şimdi “evde kal” denilenlerin ilk fırsatta aile ziyareti, düğün ya da tatile gitmesine kim engelleyebiliyor ki?
Şu maske işi de çok matrak bir hal aldı. Diyarbakır Belediyesi maske takma klavuzu yayınladı. Şaka değil gerçek. Klavuzda maskenin çeneye, kola değil ağza takılacağı yazıyor. Maske takmayana ceza vardı, geçen ay mahkemenin biri cezayı iptal edince emsal teşkil etti ve polis de işin peşini bıraktı.
Reuters’ın yaptığı hesaplamalara göre, dünyada coronadan dakikada 4 ölüm gerçekleşiyor. Ne yazık ki kapitalizm sürpriz yapmadı ve salgınla bizi başbaşa bıraktı. Bu yazıyı bu ana kadar okuyuncaya kadar koronodan 4 ölüm yaşandığını düşünmek bile ürkütücü. İşin kötü yanı sağlık elemanlarının yorulduğu ve sağlık sisteminde kapasite kullanımının zorlanmaya başladığı haberleri. “Hani ölüm neyse de aptallıktan ölmemek gerekir” diyorum.
***
Geçen cumartesi Birleşik Krallık’ta (BK) yaşayan Türkiyeli topluluk üzerine çalışmalar yapan Regent’s Üniversite’si Ulusötesi Çalışmalar Merkezi’nden Doç. Dr. Tuncay Bilecen, İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi’nde “Ankara Anlaşmalılar salgından nasıl etkilendi?” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Bizimkilere bir umut ve ekmek kapısı olan Ankara Anlaşması, BK’nin AB’den çıkmasıyla yıl sonunda bitecek. Doç. Dr. Bilecen; İçişleri Bakanlığı verilerine göre, Ankara Anlaşması başvurularının giderek arttığını sadece 2019’da 12 binin üzerinde başvuru gerçekleştiğini aktardı.
Bu artışı Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasî türbülansa bağlayan Bilecen, özellikle Türkiye’de yaşayan orta sınıfın, çocuklarının geleceğinden kaygı duyduklarını ve bunun “aile göçü”ne dönüştüğünü belirtti.
Bilecen, pek çok Ankara Anlaşmalının Türkiyeli işyerlerinde ucuz işgücü olarak düşük ücretlerle uzun süreli çalıştırılmasını “göz ardı edilen etnik ekonomi içindeki sömürü” şeklinde tanımlayarak, “Salgında verilen yardımlardan yararlanamadıkları için birikimlerini harcamak veya borçlanmak yoluna gittiler, başka çaresi olmayanlar ise Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Salgını göçmenleri birçok açıdan olumsuz yönde etkiledi, bunu en çok hissedenlerin başında da Ankara Anlaşmalılar geliyor” dedi. Oysa Ankara Anlaşmalılar’a Büyükelçiliğin kulisiyle BK İçişleri el uzatabilirdi. Ne yazık ki sürpriz olmadı ve Ankara Anlaşmalılar yalnız bırakıldı.