Birleşik Krallık’taki 8 Haziran Genel Seçimleri’nde İşçi Partisi negatif kampanyasında Muhafazakar Lider Theresa May’in yüzünün yarısının göründüğü siyah afiş duvarlarda. Afişte “Ben bir tehditim” yazısının altında “Hastanene, çocuğunun eğitimine, iş güvencene, emekli aylığına, barış ve güvenliğine…” spotu kullanılıyor ve en altta da 8 Haziran’da Muhafazakar Parti’ye oy verme” deniliyor…
Basın Yayında negatif reklamlardan sakınmamız gerektiği, “Örneğin şampuan reklamlarında kel birisinin kullanılması itici olur” diye öğretilmişti. Oysa bu afiş hoş olmuş.
Benzer bir afiş Türkiye’de referandum sürecinde RTE için kullanılır mıydı? Hayır! Zaten OHAL var. RTE referandumda taraftı ama ona yönelik böylesi bir afiş de cumhurbaşkanlığına hakarete girerdi. Öyle değil mi? Yoksa Türkiye’de demokrasi var da benim mi haberim yok?
***
8 Haziran seçimlerine yönelik ilk anketler Başbakan Theresa May’in lideri olduğu iktidardaki Muhafazakar Parti’nin parlamentodaki sandalye sayısını artırarak yeniden tek başına iktidara geleceği öngörülüyordu. Son olarak YouGov araştırma şirketinin Times’da yayımlanan anketine göre İşçi Partisi’nin yükselen grafiği sürüyor. Aradaki fark 39/42’ye indi. İşçi Partisi’nin seçimleri kazanma olasılığı yüksek.
Gün o afişteki gibi “tehdite karşı” Corbyn’e destek olma günü. Corbyn’e toplum olarak vefa borcunu ödeme günü…
İşçi Partisi’ni destek için de kulağı tersten göstermeye gerek yok! Yoksa Jeremy Corbyn’den daha iyisi var da benim mi haberim yok?
***
Gezinin 4’ncü yılı kutlu olsun. İngiltere’deki toplumdan Gezi’ye ciddi bir destek sunulmuştu. Gezi Parkı’nın demir bariyerlerle çevrilmesinden yeni bir Gezi’den korkulduğunu anlıyoruz. Yoksa korkmuyorlar da benim mi haberim yok?
***
Geçen haftaki “Yeni gelenlere ‘hoşgeldin’imdir…” yazıma ilgi sevindirdi. Olay’da ne kadar okunduğunu bilmiyorum ama Açık Gazete’de ve face paylaşımında sevindirici bir rakamdı. Okurların paylaşı da bunu gösterdi.
Geçen haftaki yazımdaki son paragraf şöyleydi:
“Dostlarım biz de sizin gibi 30 yıl önce buraya göçtüğümüzde, bizi de sizin gibi dostlarımız buyur etti. Adına “Türkçe” ve “Kürtçe konuşan” denilen toplum ne yazık ki o günden bugüne farklı bir yönde evrildi. Kara para aklayıcıları, uyuşturucu tacirleri, emek sömürücüleri, yalancılar bizim toplumun hünkarı oldu. Acı yanı da “sol maske”lerle, “sol marketing” yaparak toplumda ekonomiden siyasete, sanattan derneklere velhasılı hayatın her alanına sızdılar.”
Derneklerden “nedir bu sızıntı dediğin” diye merak edip soran olmadığına göre demek ki hallerinden memnunlar… Belki de işlerine gelmiyor, benim haberim yok?
***
Derneklerin faaliyeti aslında üç ayak üstünde oturmalı. İlki içinde yaşanılan toplumdaki hak ve demokrasi mücadelesine katılmak, ikincisi de Türkiye’dekine… Üçüncüsü ise (bana göre ilk sırada olması gerekeni) Türkçe ve Kürtçe konuşan toplumdaki sınıf ve hak mücadelesinde başı çekmek. Ne yazık ki bu üçüncü ayak günümüzde yok! 1974 Wimpy Grevi ile başlayıp 1995’deki JJ Grevi’yle son buldu. Emek odaklı derneklerin Green Lanes’de toplum üyesi işçilerin asgari saat ücretinin üçte birine çalıştırılmasına göz yummalarını anlayabilmiş değilim. Yoksa çok sıkı mücadele ediyorlar da benim mi haberim yok?
Bak şimdi durduk yere kafam karıştı :-)