Bu hafta Türkiye’den tatilden dönen arkadaşlarla muhabbetin ortak paydalarını paylaşmak istiyorum. Türkiye’de yoksul daha yoksul, zengin daha zengin artık. Kültürel bir çürüme var. Ülkede daha çok “erkek baskın” bir toplum oluşmuş. Aklın, mantığın ve bilimin değil, tek adam yönetimi ve ona sadık (işinde uzman olmayan) bir güruhun yönetimini her alanda hissediyorsunuz. Partizanlık, adam kayırmaca, yolsuzluk, rüşvet gibi kelimeler artık “kolay gelsin” anlamında. Benim bu görüşlere ekleyeceğim Türkiye’de sevgi ve saygı da azalmış dostlar. Bütün bu çürümeye karşı kendisini koruyanlar da az değil ama koskaca ülke onlar için ne yazık ki bir azap diyarı…
***
Geçen hafta Kıbrıs’ta geçen yıl kurulan Halk Partisi (HP) Genel Başkan Kudret Özersay ve partili arkadaşları Londra toplantılarında HP’yi tanıttı, toplumun nabzını tutmaya çalıştı.
İzleyicilerin çoğunun “cesur” ve “güvenilir” bulduğu Özersay bol alkış topladı. Özersay akademisyen, uluslararası hukuk uzmanı, KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın uzun süreli müzakerecisi, “Toparlanıyoruz Hareketi”nin de kurucusu… Belki de en önemlisi genç, dinamik, mantık süzgecini iyi kullanması ve ağzının iyi de lâf yapması.
Özersay’ın KKTC’deki günlük yaşama ilişkin anlattıkları Türkiye’nin neredeyse aynısı… Yolsuzluk, ihalede fesat, adam kayırmaca, partizanlık, iş bilmezlik, bürokrasi, vizyonsuzluk, kaynakların israfı, çevre katliamı… Fazlası var eksiği yok gibi… Genel Başkan bu tabloyu çizdikten sonra “İyi yönetim ve sosyal adalet kavramlarını ilke edindik, iktidarımızda bu sorunların üstesinden geleceğiz” dedi. Ayrıca dinleyicilerin duymak istedikleri KKTC vatandaşlarına seçme hakkı tanıyacakları sözünü de verdi…
Tabii kapitalist bir sistemde Özersay’ın söyledikleri yalnızca bir vaatten ya da iyi niyetten öteye geçemez. Öyle bir sistemki, mülk ve üretim araçları sahiplerinin büyümeleri için çalmaya teşvik ediyor, Patron işçiyi sömürebildiği, ham maddeyi ucuza kapattığı oranda artı ve artık değer yaratacak, işini büyütecek, sistem de böyle işleyecektir. Kapitalizmde sömürü mübahtır. Hırsızın evinize girmesine hiç gerek yok, taban fiyatı ve asgari ücret en masum çalma yöntemidir. Partizanlık işin doğasından sayılır, yolsuzluğun lafı bile olmaz. Devalüasyon ve kur ayarlarıyla oynandığında yıllarca yaptığınız tasarrufun yarısı bir gecede çalınır ve siz hırsızın farkında olmazsınız.
Özersay’ın KKTC’yi 200 yıl önce sanayi devrimini yapmış, ona göre kültürel ve hukuksal yapısını şekillendirmiş, hırsızlığı kurumsallaştırıp hukuk çerçevesine almış İngiltere ile kıyaslayıp “Biz de böyle olabiliriz” demesini ekonomi ya da Marksizm’i okumamışlığına vermek gerekiyor. Ülkedeki kirliliği başbakan, iktidar ya da milletvekilleri yaratmıyor dostlar. Onlar yalnızca hırsız bir sistemin sunduğu fırsatlardan açgözlüce yararlanıyor. Özersay iktidara gelirse n’olur? Yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot olur. Genç politikacı “Madem iyiden, güzelden ve yeşilden yana bir dünya istiyorsunuz, hadi gelin o zaman yıkalım şu hırsız düzeni” deseydi durum değişirdi. Ancak böyle çıkarız karanlıktan aydınlığa! Gerisi lâf ebeliği dostlar…
***
Geçen hafta izlediğim Nigel Cole’un yönettiği 2010 yapımı “Made in Dagenham – Kadının Fendi” filmini “mutlaka izleyin” derim. “Made in Dagenham” 1960’ların İngiltere’sinde kadın hakları için mücadele eden ve tarihi değiştirecek bir başarıya ulaşan kadın işçilerin gerçek öyküsünü anlatıyor…
Degenham’da Ford fabrikasında çalışan kadınların eşit ücret için başlattığı direniş, kısa sürede tüm ülkeye yayılan dev bir ayaklanmaya dönüşüyor. Hayatları mutfakla fabrika arasında geçen bu sıradan kadınlar, cinsel ayrımcılığa karşı, erkeklerle eşit kazanç ve haklar elde etmek üzere giriştikleri mücadelede patronlarına, kocalarına, devlete ve hatta tabulara karşı durmak zorunda kalıyorlar…
Filmi izledikten sonra yolunuz Dagenham’a düştüğünde o eski Ford fabrikasını da görmek isteyeceksiniz…