“Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır / Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez / Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde…” Ne güzeldir 1 Mayıs marşı… Sarper Özsan’ın yazıp bestelediği 1 Mayıs Marşı’nı Cem Karaca’dan dinlemek gerekir. Bana göre en iyi o söyler… “1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı / Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı” nakaratları sonunda “Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider / Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider” diye biter…
Prof. Dr. İzzettin Önder “1 Mayıs coşkudur ama bayram değildir” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Gelenekleşerek, Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanmaya başlanan 1 Mayıs, zamanla başlangıçtaki mücadeleci ruhunu kaybederek, nedeni belli belirsiz bir coşku gününe ya da burjuvazinin de yönlendirmesiyle bayrama dönüşme eğilimi içindedir. Oysa ücretli kölelik düzeni olan işçiliğin haklarını geri alma ve her çeşit haksızlığa karşı mücadele ve direniş günü olarak kutlanması gereken 1 Mayıs, halay çekme ve eğlence için tatil günü değildir, olmamalıdır! 1 Mayıs bir bayram günü değildir, olmaması gerekir! 1 Mayıs emekçinin geçmişten geleceğe tarihsel yürüyüşün safhalarını ve sömürü biçimlerini düşüneceği, kendisinin bu yolculuğun anlık durağındaki sefaletini irdeleyeceği ve bilincini bileyeceği gündür. Bu gün meydanlarda enerjinin topraklanarak sermaye için tehlikeli olmaktan çıkarılacağı gün hiç değildir. Bu gün sistemin işleyiş ve ruhunun irdelendiği, anlaşıldığı ve ona karşı nefretin yükseldiği mücadeleye hazırlık günüdür.”
Bu yılki 1 Mayıs’a kızlarım kendi istekleriyle katıldılar. 1 Mayıs’taki bütün çocuklar çoşkulu ve şendi… Yeni bir dünyayı kurma düşüncesinde sol yanımdaki cevahir hiç bir zaman kararmadı, çocukların çoşkusunu gördükten sonra hiç de kararmaz artık…
***
2 Mayıs akşamı da Londra’da bulunan akademisyen Dr. Gaye ve eşi ekonomist Selim Yılmaz ile sohbet toplantısında beraberdik. Can dostum Hüseyin Kaplan ile Kamil Küpeli’nin sazlarıyla da katıldığı toplantıya gelenlerin hepsi 1 Mayıs yorgunuydu ama mutluydu. Gaye’nin “Göçmenlik ve Ev İşçiliği” kitabı fırından henüz çıkmıştı. Gaye, Londra, Berlin ve İstanbul’da yaşayan 120 ev işçisi kadınla görüşerek yaptığı araştırmayı Dr. Sue Ledwith ile birlikte kitaplaştırdı ve İngiltere merkezli PelgraveMcmilan tarafından da yayınlandı.
Gaye’yi yakalamışken araştırmasından çıkan sonuçları da anlatmasını istedik tabii… Sevgili dostumuz, araştırmasında kadınların başta sendikal mücadele olmak üzere yaşama eşit bir şekilde katılmalarındaki engelin artaerkil gelenek mi yoksa din inancı mı olduğunu sorguladığını anlattı. Verdiği örnekler çarpıcıydı. Kadın ve erkeğin göreceli olarak daha eşit olduğu Aleviler de bile kadının gölgede kaldığını, araştırmasında görüşünü aldığı bir Alevi kadının dilinden aktardı:
“Tavuğun budları hep erkeklere verilir. Çocukken tavuğun budunu abim ve babam yerdi. Evlendim kocam ve oğlum yemeye başladı. Ben hayatımda hiç tavuk budu yiyemedim…”
Ne yazık ki inanç ve gelenekler algısal bir körlük de yaratıyor… Farkında olmadan bu körolası sömürüye çanak tutuyoruz belki de…
Geçen gün mezarlıkta farkettim. Kadının adı mezarlıkta da yok… Mezar taşında “Nam-ı diğer ‘terzi’ Hasan, ruhuna fatiha” diye yazıyor. Hasan’ın yanındaki mezarda da “Hasan’ın eşi Ayşe” diyor… Ne büyük haksızlık Ayşe’ye… Büyük olasılıkla çocukları da eğitimli ve demokrattır ama algısal körlükten annelerinin büyük bir haksızlığa uğradığını görmüyorlar…
Gaye gibi dostların araştırmalarıyla algılarımızı açıp daha iyi bir dünya kuracağız. İzzettin hocanın dediği gibi de 1 Mayıs’larda da kendimizi sorgulayıp geçmişten geleceğe tarihsel yürüyüşün safhalarını ve sömürü biçimlerini düşüneceğiz… Herkesin gereksinimine göre tükettiği o gün bizim bayramımız olacak!
Sagol Dstum,
muhabbet dostlarla guzeldir.Sen de ayri bir guzellik kattin masamiza.