DAY MER’in düzenlediği “Otoriter Yönetim Altında Medya” toplantısındaydım. Çok iyi bir organizasyon, kalabalık katılım ve çok iyi konuşmalarla geçen bir toplantıydı. Gazeteci Can Dündar, Deniz Yücel ve Ethical Journalism Network’tan Aiden White Türkiye’deki basın özgürlüğünün olmamasının bir demokrasi sorunu olduğu, ancak ülkenin demokratikleşmesiyle sektörün de iyileşebileceği görüşünde birleştiler.
Geniş güvenlik önlemi alınan toplantıyı Evrensel Londra Temsilcisi Arif Bektaş yönetti. Bektaş’ın yanı sıra katılımcıların da sorularını yanıtlayan konuşmacı gazeteciler, Türkiye medyasını İngiltere ve Almanya başta olmak üzere batı medyasıyla da kıyasladılar. Konuşmaları sırasında Can Dündar’ın Türkiye’de “Ajan provokatör” ve Deniz Yücel’in “Ajan terörist” olarak suçlandıkları belirtildiğinde katılımcıların gülmeleri dikkati çekti. Konuşmalar sonunda ayakta alkışlanan gazetecilere katılımcılar sevgi gösterisinde de bulundu.
Can Dündar’ın artık Holding medyasının tek okura seslendiği asıl dertlerinin ihale ve rant olduğunu anlattı. Deniz Yücel de tutuklu bulunduğu Türkiye’de serbest kalmasını Almanya hükümetine baskı yapan sivil toplum kuruluşlarına bağlı olduğunu söyledi. Aiden White’ın “Eğer basında oto sansür başlamışsa vay halinize” sözü çarpıcıydı.
Ben de o konuşmalara şöyle bir katkı sunmak isterim. Deveye “boynun eğri” demişler, “nerem doğru ki” demiş. Türkiye’de hukukun üstünlüğünü kurmadan, insan hakları ve demokrasiyi geliştirilmeden medyayı nasıl düzelteceğiz?
Bugünlere gelinen yoldaki taşları döşeyenlerden birisi de günümüzdeki iktidarın mağduru olarak gösterilen Aydın Doğan’dır. Medya imparatorluğundan sendikaları söküp attı. Hatta tavla arkadaşı Emin Çölaşan o yıllarda gazete çalışanlarına gönderdiği e-posta ile “sendikadan ayrılın, her şey daha iyi olacak ben kefilim” demişti. Sendikalar sökülünce basın emekçilerinin kaderleri, adına “ekip” denen patron yalakası taşeron çetelere kaldı. Bu gözlerim İstanbul Hürriyet’in Medya Tower’inde 1998-2001 arasında muhabir olarak çalışırken çok alçaklıklara tanık oldu. Yazsam roman, okuyan da hasta olur.
Şimdi siz söyleyin sınıfsal alt üst olmadan nasıl çıkılacak bu işin içinden… Ha bu arada karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmayın lütfen, biz daha ölmedik! Şairin dediği gibi “güneşli günler göreceğiz” inanın…
***
Yazar Moris (Musa) Farhi 19 Mart’ta sadece yakın dostlarının katıldığı sade bir törenle sonsuzluğa uğurlandı. Musa Farhi toplumdaki en entelektüel üyelerdendi.
Farhi Uluslararası PEN Kulübü’nün 1994-1997 arasında Hapishanedeki Yazarlar Komitesinin (Writers in Prison Committee) İngiltere yöneticisiydi ve International PEN’in 1997- 2000 yılları arasında Yazışma Komitesindeydi. 2001 yılında Kraliçe Elizabeth II adına İngiltere hükümeti tarafından MBE unvanı verilmişti. Musa Farhi’nin bir özelliği de toplumdan kopuk yaşamaması. Çağrıldığı her etkinliğe koşarak geldi.
Açık Gazete, Troy Kitap ve Fieldseat/Kit@pEvi ortaklaşa 14 Mayıs 18.30’da “Moris (Musa) Farhi’nin Yaşamı ve Eserleri” başlıklı bir panel düzenleyecek. Okurlarımızın bu tarihi defterlerine not etmelerini rica ediyorum. O gün Musa abimizi birlikte yâd edelim.