Dünya Sağlık Örgütü (WHO), salgınının başından bu yana en yüksek günlük vaka sayısına ulaşıldığını açıklayıp “Yeni ve tehlikeli bir evreye” girdiği uyarısını yaptı. Bilimcilerin 1 Haziran’daki açılmaya karşı cok erken uyarısına karşın kapitalizmin önceliği ekonomiydi. ABD ve onun meczup başkanı Trump küresel bağlamda açılmada, gevşemede belirleyici oldu.
WHO Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus’un, “Halen yüzleştiğimiz en büyük tehdit virüs değil, küresel düzeyde dayanışma ve liderlik eksikliği” sözü ise dikkate değerdi. Salgında AB’nin bile kendi içinde eşgüdümü sağlayamadığı durumda küresel dayanışma nasıl olabilirdi ki? Zaten ayak direten Almanya dışında pek çok ülkenin de Trump’ın şefliğindeki orkestraya ayak uydurmaktan başka çaresi yoktu.
Türkiye’ye gelirek Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Akın, “Toplumda salgının bittiği yönünde bir algı oluştu, toplum kontrolü kaybetti” diyor. Prof. Dr. Akın algıyı oluşturanlardan söz etmiyor. Haklı. Türkiye’de düşünmek serbest fakat ifadesi biraz sıkıntılı. Biz bağımsuz basın olarak bilimcilere kulak verip politikacıları eleştirdik. “Salgın kontrol altına alınmadan erkenden açılmak cinayettir” dedik. İktidarların ise dedikleri dedik çaldıkları düdük oldu.
Görüşlerine değer verdiğim restoran sahibi bir dostum “Faruk kardeşim sence 8 milyar insanı eve hapsedip aşı bulununcaya kadar bekletmek daha mı doğru?” diye Facebook’ta sordu. Evet ama “toplumal çıkar öncelikli” olsaydı çözüm de daha kolay olurdu. Bir ülkede 11 gün karantina salgını kontrol etmeye yetiyordu. Türkiye’de iktidar, uzmanları dinleyip şeker bayramında 4 günlük karantinayı 11 güne çıkarmadı. Şimdi salgın rakamları aldı başını gidiyor. Başta turizm olmak üzere ülkedeki lokomatif sektörler darbe yedi. Yani dostlar dimyada pirince giderken evdeki bulgurdan olma durumu.
Türkiye ekonomisi İngiltere’ye kıyasla zayıf, küçük, kırılgan ve bağımlı. Bakın İngiltere Merkez Bankası’nın tahminlerine göre ülke son 300 yılın en derin krizine doğru ilerliyor. 19,6 milyar sterlin ödenekle, 8,9 milyon çalışanın ücretli izin programından yararlandığı İngiltere’de, buna karşın toplu işten çıkarmaların önü kesilemiyor. Ulusal İstatistik Ofisi verilerine göre, Mayıs ayı işsizlikle bağlantılı sosyal yardım başvurularında bir önceki aya göre yüzde 23,3 artış ile 2,8 milyona yükseldi. Salgında 612 bin işsiz daha işsizler ordusuna eklendi. İngiliz perakende sektöründe Debanhams, Monsoon, Quiz, Victoria’s Secret, Aldo, Johnsons Shoes, Antler, Oasis, Warehouse, Cath Kidston, Autonomy of Clothing, Lombok, Birghthouse, Laura Ashley, Hawkin’s Bazaar, Ashbury Furniture, Beales gibi çok sayıda şirket ise iflas bayrağını çekmiş durumda.
BBC Türkçe’nin 22 Haziran’da aktardığı Resolution Foundation adlı düşünce kuruluşunun araştırmasına göre; koronavirüs salgınında zenginlerin tasarrufları, yoksulların borçları büyüyor… Bir diğer deyişle zengin ve yoksullar arasındaki uçurum da açılıyor.
Geçen yıl Fiscal Studies adlı başka bir düşünce kuruluşunun büyüyen gelir, sağlık hizmeti ve fırsat eşitsizliği üzerine yaptığı araştırmada; derinleşen uçurumların demokrasiye duyulan güveni sarstığını açıklamıştı. Araştırma bu durumun zenginler arasında aşırı gelir artışlarına, yoksullar arasında ise umutsuzluk ve çaresizliğin sebep olduğu intihar, uyuşturucu ölümleri gibi vakalarda artışlara yol açabileceği sonucuna varmıştı.
Türkiye’deki tek seslilikten ülke ekonomisinin üzerindeki karabulutlar tartışılamıyor bile. Belki de iktidar beceriksizliğini pembeye boyayarak kapatmaya çalışıyor. Oysa İngiltere demokrasisinde düşüncenin özgürce ifadesi, halkın karabulutlara karşı gardını da almasını sağlıyor. Bütün bu karamsar tablonun acısını önümüzdeki günlerde hissetmeye başlayacağız. Yani dostlar “N’olcak halimiz” diye sorarsanız “Durum kötü” derim…