İNGİLTERE… Paranoya, gerçekleri perdelemeye başlarsa

Türkiye’yi şaşırmadan izlemek mümkün mü?

Topu topu altı ay önce kanlı bir darbe girişimi atlatan, en sonuncusu Perşembe günü yaşanan bir dizi terör saldırısıyla sarsılan Türkiye’de, Cuma günü tanık olunan manzara, endişe ve belirsizlik değildi.

Şanlıurfa’da kent meydanını dolduran dev kalabalık, toplu açılış töreni için şehirlerine gelen Cumhurbaşkanı ve bakanları, ellerinde bayraklarla, heyecanlı sloganlarla dinliyor, uçuşan konfetiler ve müziğin yarattığı şölen havasına büyük bir doğallıkla ayak uydurdukları izlenimi veriyordu.

Gündelik hayatın normalliğini koruyabilmek, gelecekten umut kesmemek, terör ve şiddetin en büyük panzehiri elbette. Türkiye’nin, içine sürüklenmek istenen kabustan en kısa zamanda, kalıcı zarar görmeden uyanması, hepimizin dileği.

Fakat ülkede hakim olan popülizm ve şovenizm dalgasına bakıp da acaba toplumun önemli bir kesimi, olup bitenin gerçekten farkında mı diye sormadan da edemiyorum.

Son 12 aydır meydana gelen saldırıların bilançosu o kadar yüksek ki, durumun ciddiyetinden kimsenin kuşkusu yok. İnsanlar, terörizm tehdidini hemen yanı başlarında hissediyorlar, huzursuz oluyorlar. Sorguladığım, durumun gerçekçi ve kapsamlı bir analizinin geniş kitleler tarafından yeterince yapılıp yapılmadığı.

Aslında çok da şaşırmamak gerek. Resmi açıklamalar ve anlatılar, çoğu zaman somut verilere dayanmıyor. İddialar ise yüksek sesle sorgulanamıyor. Medya, ya susturulmuş ya da yönlendirilmiş. Kamu çıkarını gözeten bir tartışma mümkün görünmüyor.

Sonuç, dışarıdan görülenden çok farklı bir bakış açısı. Hem öze, hem de yabancıya yaklaşımda.

Son zamanların en tehlikeli dönemlerinden birine girildiği uyarısı yapan Uluslararası Kriz grubu International Crisis Group, 2017 yılında dünyanın karşı karşıya kalacağı en büyük 10 risk arasında, Türkiye’deki gidişatı gösteriyor.

IŞİD’in yarattığı tehdit, PKK ile çatışmanın neden olduğu şiddet sarmalı ve hükümetin siyasi muhalefet üzerindeki baskılarını, ana nedenler olarak sıralıyor.

Ian Bremmer’ın kurduğu The Eurasia Group adlı risk danışmanlık kuruluşu ise, Türkiye’de darbe girişimi sonrası hızlanan operasyonları, 2017 yılındaki uluslararası en büyük 10 risk listesine dahil ediyor. Türkiye’den “artan ölçüde patlamaya hazır bir bölgede, patlamaya hazır bir oyuncu” diye sözediyor.

Dışarıdan bakanlar, Türkiye’nin birden fazla tehditle ve terörizm tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunun bilincinde. Güvenlik güçlerinin hiç bugüne kadar karşılaşmadıkları ölçüde ağır görevlerle başetmeye çalıştıklarını vurguluyorlar.

İngiliz Financial Times gazetesinin deyişiyle, “polis ve haberalma örgütü, bir yandan PKK’yla, bir yandan IŞİD’le, bir yandan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç düşmanlarıyla mücadele etmeye çalışırken, kapasitesini zorluyor”.

Burada altını çizmek istediğim nokta, içten ve dıştan bakanların hem sordukları soruların hem de verdikleri cevapların birbiriyle hiç örtüşmüyor olması.

Türkiye’ye zarar vermek isteyenler kimler? Nereden çıktılar? Nasıl oldu da bu kadar güçlendiler? Ne yapmak istiyorlar?

Türkiye açısından, Kürt militanlar, Fethullah Gülen’in destekçileri ve IŞİD, birbirinden farksız terör örgütleri. Militanlarını, ülke içinden devşirmiş olabilirler ama kontrollerini elinde tutan güçler dışarıda. Türkiye hükümeti ve toplumun büyük bir kesimi tarafından dış güçlerin birer maşası olarak görülüyorlar ve bir ‘üst akıl’ tarafından ülkenin ayağını kaydırmaya, istikrarsızlık yaratmaya ve hatta Türkiye’yi bölmeye teşvik edildikleri düşünülüyor.

‘Üst akıl’ tanımı da yıldan yıla, hatta günden güne değişebiliyor. Bir dönem ‘faiz lobisi’ oluyor, bir dönem ‘Yahudi lobisi’. Türkiye’nin ‘altyapı yatırımlarını, hava meydanlarını, hatta ulusal havayolunu kıskanan Almanlar’ olabildiği gibi, ilişkilerin gergin olduğu günlerdeki gibi ‘ateşle oynayan Ruslar’ da.

Çoğu zaman tarihten gelen garezlere ya da mezhep ayrılıklarıyla körüklenen rekabetlere de atıfta bulunuluyor. Küllenmiş gibi görünen düşmanlıklar, hiç beklenmeyen anlarda yeniden günyüzüne çıkıveriyor.

Ama hiç gündemden düşmeyen, modası hiç bir zaman geçmeyen bir dış ‘düşman’ var ki, sağcısını, solcusunu, milliyetçisini, siyasi İslamcısını her zaman, her koşul altında biraraya getirmeyi başarıyor.

15 Temmuz darbe girişiminin arkasında o var. PKK ile mücadeleyi baltalayıp, NATO müttefiğini sırtından vurmakla, ve son zamanlarda da bizzat IŞİD’i yaratan güç olmakla da o suçlanıyor.

Dışişleri bakanı, ‘tahammül edilmez’ buluyor, Cumhurbaşkanı, uyarı üzerine uyarı yapıyor.

İslamcı Yeni Akit, o ülkenin başkanının fotoğrafını, Yeni Yıl’da istanbul’da yaşanan terrorist saldırının sanığı olduğu düşünülen kişinin yüzüne yapıştırıp, ‘katilin en net görüntüsü’ diyerek sunarken, ‘solcu’ Aydınlık, ‘şer odağı’ Amerika’nın İncirlik üsünden atılması için kampanya başlatıyor.

Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliğinin Tweeter’da #Türk-Amerikan Dostluğu etiketiyle yayınladığı arşiv fotosunda, zamanın başkanı Nixon ile başbakan Nihat Erim’in Beyaz Saray önündeki resmi görülünce, ortalık karışıyor. “Amerika, üstü kapalı tehditte mi bulundu? Darbe mi yoksa lidere suikast mesajı mı verilmek isteniyor” soruları soruluyor. Başbakan, büyükelçinin giderayak zevzeklik yapmış olabileceği açıklamasını getiriyor.

Çocukça komplo teorileri ve bitmek bilmeyen demogojiyle, ülkeyi birleştirmek, kısa süreli siyasi çıkarlar sağlamak belki mümkün, ama dost ve müttefiklerle, ya da en azından dünya düzeni içinde birarada yaşamak zorunda olunulan camia ile Türkiye’nin arasındaki uçurumu hergeçen gün derinleştiriyor.

Daha da önemlisi, bir yandan varolan gerçek tehditlerle etkili ve sorumlu bir şekilde mücadeleyi bulandırır, sekteye uğratırken, gelecekte önümüze çıkacak tehlikeleri önleyici stratejiler geliştirilmesini de geciktiriyor.

__________________

Firdevs Robinson
Freelance journalist, commentator
http://www.firdevstalkturkey.com/
[email protected]

2050000cookie-checkİNGİLTERE… Paranoya, gerçekleri perdelemeye başlarsa

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.