Çay koyalım pencerenin önüne
pervazında kar demlensin ağır…
Teorikte ertelediğimiz ödevleri,
atalım içine şeker niyetine.
Pratik açıp kapansın pencere..
Bir ben açayım bir sen kapa,
Içeri girsin rüzgar…
Pencere bizim penceremiz değil mi?
Hadi bir rüyanın içine girelim seninle.
Ağladın belki yoruldun belki
belki tıkandı sabrın umudun…
Ben o sıralar bütün bunlardan habersiz
sana hüküm sürüyordum.
Kime konuşacaktım ki ?
Kim anlayacaktı beni ?
Hadi dök misketlerini önüme
tozlu toprak yolda
oyun oynamak istiyorum seninle.
Olağan günleri geç
Olağan şeyleri geç…
Mesela demlikte çay unutulmuş boşver…
Ne var tekrar demleniriz..
Hayat da böyle değil mi,
ziftleşmeden evvel
tavşan kanı olalım önce.
Kötüleri vurabiliriz
Iyilere madalya filan takarız.
kapıdan uğurlarken biri
illa dönüp el sallar diğeri..
ne olur
bir evcilik oyununda mahsur kalsak birbirimize,
bu tamamen bir ‘ah’ meselesi..
Sen susarsan ben susarsam
kime alacaklanır sevgi?
Şu an tepemizde bir şimşek çaksa,
‘ulan yine ıskaladık be’ diyebilmeyi de itiraflaştıran
bir kaç yağmur damlasından ibarettir aşk.
Üzüldün belki delirdin belki,
belki yine üzülürsün delirirsin belki…
suçlusu biz değiliz ki bizsizliğimizin..
Hem öyle olsa bile,
hangi sihirbaz insanı böyle gangsterleştirebilir..
gel şapkadan tavşan çıkartalım seninle ..
Bize aldırmaz ki kader,
biz o kadar da ciddi değiliz.
neyi yazar şu kader dediğin
sen kalemi reddedersen,
ben silmeyi abartırsam..
Sana dönen başıma
Sana bakir sevgime
es geçme.
Yeniden yazabiliriz kaderi,
ölümlü bir bedenin
ölümsüz bir şiir olma hevesiyle.
Bilemeyiz ki hem
alnından boynuna akan küçücük yağmur damlasının,
bu üstümüzdeki sarsak tembelliği almayacağını.
Hadi..
poyrazları getir dök önüme
zinde bir sevgide
kesişmek istiyorum seninle.