Karabaş

Vaktiyle bir köyde iki erkek kardeş vardı. Anneleri ve babaları çoktan ölmüştü. Yoksul mu yoksuldular, mutsuz mu mutsuzdular. O gece onlar için çok kötü bir geceydi. Hem açtılar hem susuzdular hem de üşüyorlardı. O gece onlar bu dayanılmaz durumdan kurtulmak için çare aradılar. Komşu köyde zengin mi zengin bir toprak sahibi vardı. Çevrenin en oturaklı çiftçisiydi.. Açlık insanı deli eder, bu iki kardeşi de deli etmişti. Bir iş çevirmeyi kafalarına koydular ve yola düştüler. Toprak sahibinin sebze bahçesi lahanayla, pırasayla, patatesle, soğanla dolu olmalıydı. Ahırında da elbet kuzular ve koyunlar vardı. Ya kısmet, yürü bakalım! Kardeşlerden biri çiftliğin kapısını açtı ve içeriye daldı. En yağlı kuzuyu alıp gidecekti. Öbür kardeş sebze bahçesine girdi, irisinden iki lahana kesti. Ancak evdekiler gürültüyü duydular. Toprak sahibi hemen oğluna seslendi: “Git bak bakalım dışarıda neler oluyor, köpeği de götür yanında!”

Köpeğin adı Karabaş’dı. Delikanlı kapıyı açtı ve uyuklayan ihtiyar Karabaş’a seslendi. Birinci kardeş bu sese karşılık verdi: “Buradayım efendim!” Delikanlı ne olduğunu anlamadı ve korkudan hızla eve döndü. Babası sordu: “Dışarıda ne olduğunu anladın mı?” Gencin saçları diken diken olmuştu, kolları bacakları titriyordu, sözler ağzında düğümleniyordu. “Karabaş benimle konuştu, yemin ederim benimle konuştu baba. Annemin başına yemin ediyorum. İnan bana, Karabaş benimle konuştu. Buradayım efendim dedi.” Baba tam anlamında şaşkındı. “Ne, Karabaş mı konuştu seninle? Yani bizim köpeğimiz Karabaş seninle konuştu öyle mi?” Oğlancık hala titriyordu. “Evet, konuştu benimle, konuştu. Bana inanmıyorsanız çağırın, sizinle de konuşsun.”

Çiftçinin kafası iyiden iyiye karışmıştı. “Karabaş!” diye bağırdı içerden. “Efendim, buradayım” diye yanıtladı hırsız. Baba da bir anda şaşkına döndü. O zaman köyde her şeyi bilen bir falcının olduğunu düşündü ve yüreğine su serpildi. “Oğlum, bütün ölmüşlerimiz ve yaşayanlarımız adına yemin ederim, bugüne kadar ben böyle bir şey görmedim. Git falcıyı bul getir, bu işi çözse çözse falcı çözer.” Oğul pekiyi dedi ve falcının evine koştu: “Ocağına düştük falcı efendi. Bu gece çok garip şeyler oluyor bizim evde.” Falcı gitmeye eğilimli değildi. “Sen deli misin oğlum, görmüyor musun durumumu, ayağımda ayakkabı bile yok. Benim eski ayakkabıları sabah onarsın diye ayakkabıcıya gönderdim. Çıplak ayakla gidebilir miyim? Hem köpek konuşur mu canım!” Genç hiçbir şey söylemeden falcıyı kucağına aldı ve eve doğru koşmaya başladı. Gece öylesine karanlıktı ki göz gözü görmüyordu. Kucağında falcıyla koşan delikanlı yolda hırsızlarla karşılaştı. Birinin kucağında lahanalar vardı, öbürü yağlı bir kuzuyu sürüklüyordu. Kısmet oğlanın ayağına gelmişti. Bu iki kişiyi nasıl küle oturtabileceğini bir iki saniye düşündü delikanlı. Adamlara ciddi ciddi sordu: “Kuzuyu ve lahanaları satıyor musunuz?”

Adamlar birbirlerinin yüzüne baktılar. “İyi para verirsen satarız, neden satmayalım” dediler. “Lahanalar kendi bahçemizin ürünleri, kuzuyu da elimizle besleye besleye büyüttük.” Delikanlı onlara parasının olmadığını ama kucağında paradan daha değerli bir şeyin olduğunu söyledi. “Şu kucağımda gördüğünüz ufak tefek adam her şeyi bilen, görülmeyeni gören bir bilgedir. Örneğin, cebimde kaç para var dersin, hemen söyler. Şu evde kaç kişi var dersin, hemen söyler. Diyelim ki bir gün, parasız kaldınız. Hemen para bulur. Nerden bulduğunu söylemez. Üzüldüğünüzde sizi avutur, ağrınızı dindirir, masallar anlatır size. Yalnız sakın eve almayın bunu, eve alırsanız uğursuzluk olur. Bırakın bahçede yatsın. Yaz demez kış demez toprağın üstünde mışıl mışıl uyur. Demek ki bunu aldıktan sonra çalışmanız gerekmiyor. Oh, yan gel yat! Akşam akşam çok iyi bir iş yapıyorsunuz gözüm çıksın.” Hırsızların aklı bu alışverişe yattı. Oğlana kuzuyu ve lahanaları verdiler, tir tir titremekte olan ihtiyarı alıp götürdüler. İhtiyarın dili tutulmuştu. Tek söz söyleyecek durumda değildi. Söyleyeceği her söz aleyhine kanıt olarak kullanılabilirdi. “Artık bunu sabah işe koşarız” dediler ve zavallıyı kapının önünde bırakıp eve girdiler. Ertesi gün kim bilir ne biçim sofralar kuracaklardı.
Düşlerinde ziyafet sofraları gördüler. Falcı bir süre sonra kendine geldi ve tabanları kaldırıp kaçtı. Oğlan eve lahanalarla ve kuzuyla girince babası şaşkına dönmüştü. Nereden bulmuş olabilirdi bunları? Oğlan babasına yoldan geçen tanımadığı iki adamı nasıl kazıkladığını, onlara falcıyı verip lahanaları ve kuzuyu aldığını anlattı. Baba bu alışverişten çok hoşnut olmuştu. Yalnız, şu Karabaş’ın insan gibi konuşması sorununu bir türlü çözemediler. Baba oğul günlerce uğraştılar. Karabaş inatlaştı, dayak da yedi, sırtında sopa kırdılar, ama bir daha efendim buradayım demedi.

643440cookie-checkKarabaş

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.