Karınca kararınca

kadar hiçbir aksaklığa meydan vermeden tıkır tıkır sürdürmektediler.


İnsanoğlu familyasından onca üstün zekalı bilim adamı ve sosyolag dahi, ideal sosyal paylaşım düzenlerinin sağlıklı işleyebildiği bir sistemi veya yönetim biçimini, böylesine mutlak bir mükemmeliyet ahenginde kuramamışlardır bu gezegende asırlardır… Dünya insanı ,  ideal bir sosyo-ekonomik toplum düzenine, eşitliğe, mutlak adalete, adil paylaşıma ulaşılabilmiş değildir… En sağlıklı demokrasilerde bile kapitalizmin düdüğü ve emperyalizmin borusu öter… Ve şuursuz tüketim kavalı çalınır, koyun sürüleri ve dağ keçileri için, o yemyeşil meraları, çayırları çöle çevirsinler diye…


Mağara adamının, gözüne kestirdiği avı sahiplenip, başkasıyla paylaşmamasından ve bunun için kavga edip, hasmını öldürdüğü günden beri, tabi kaynakların günümüzün mağara adamı olan devlet yöneticileri tarafından paylaşılamaması ve daha fazla güç için savaşılması sürecine kadar, insan toplulukları,  içinde daima rekabete ve kişisel / toplumsal çıkarlara dayalı bir düzen anlayışı sürdürmüşlerdir, gözleri başka birşey görmeden… Taa ki bugün hasıl olan sonun başlangıcına kadar…


İnsanın, duyarsızlıktan ve açgözlülükten sınıfta kalmasını, nüfus artışından dolayı pasta diliminin incelmesine de dayandıramayız, çünkü her doğan insan başına 20 milyon karınca dünyaya gelmektedir… Ki onların içinde güçlü dev karıncalar ve dahi gözle zor görülecek kadar küçücük olanlar vardır… Birbirlerinin rızklarında gözleri yoktur… Cüsse gücüyle, kaba kuvvetle, katakulli ile, büyük karınca, küçük olanın sofrasından yem kapmaz, yuvasına taşıdığı yeme göz koymaz… Kolonilerin, birbirlerinin yaşam alanlarında gözleri yoktur…  Bu nedenle de, 80 milyon yıldır ahenkle tırmandıkları evrim basamaklarının en üst düzeyindeki böceklerdir onlar…


Bu nasıl bir evrim düzeyidir ki , büyükbaş hiçbir canlıda görülmeyen, feragat ve fedakarlık hasletleri oluşmuştur gen kodlarında… Çünkü zengin, fakir ayrımını ve iktidar mücadelesi gibi kavramları bilmemektedirler… Bir merkezi idare veya yönetici yoktur… Bir kolonide birkaç kraliçe olabilir. Rol biçimlerinde ve hayatı paylaşmak için kurdukları iş bölümü sistemlerinde üç grup vardır… Soy devam ettiriciler, askerler ve işçiler…  Askerler arasında rütbeli olan yoktur, hepsi erdir, ama müthiş bir askeri disiplin vardır… İşçiler yuvalar inşa eder, yeni yaşam alanları keşfederler ve labirent gibi galeriler kurarlar… Temel amaç soyun devam ettirilmesidir ve bu görevi kraliçeler ile birlikte üstlenmiş olan erkekler, bu görevlerinden sonra öleceklerini bilirler…


İşte bu karıncalar, orman yandığında, işlerini güçlerini bırakıp hep birlikte, ağızlarında minicik su zerrecikleri ile yangını söndürmeye koşarlar… Böylesine duyarlı varlıklar, tek başlarına buna güçleri yetmeyeceğini ve yangını böyle söndüremeyeceklerini bilmeseler de,  burdaki asil davranış, içgüdüsel olarak durumdan vazife çıkarma mesuliyetidir ve tehlikeye karşı bir taraf olarak karşı durmak asaletidir… Çünkü amaç soyun devam etmesidir…


Soğuk kış günlerinde hayatta kalabilmek adına, yaz boyunca besin depolamak için kurdukları müthiş ekip çalışmasının aynısını, korunma güdüsüyle ve toplumsal bilinçle bir güçbirliği  oluşturup, hayat koşullarını bozan şartlara direnme eylemi olarak ortaya koyabilirler onlar, milimetrik cüsselerine bakmadan…


Oysa dağ gibi cüsseli, dev adımlarla yürüyen koca bir Başbakan’ın talimatıyla basın toplantısı düzenleyen , Çevre ve Orman Bakanı, Enerji Bakanı ve Tarım Bakanı’ndan oluşan, kocaman adamlardan müteşekkil komedi üçlüsü,  hissi kabl el vuku kararıyla, bırakın yokolan çevreyi, yakılan ormanları, kaybolan tarım arazilerini korumayı, yakında toptan kavrulacak olan dünyamızdaki küresel ısınma faciasında pür-i pak bir ak kaşık olduğumuzu ve ülkemizde böyle bir tehlike olmadığını dünyaya beyan edebilirler…


Velev ki,  Çevre ve Orman Bakanlığı, ülkenin orman yasalarına ayak uydurma ve  uyum sağlama mutasyonundadır ve deforme çevre koşullarının içinde metamorfoz sürecindedir… Enerji Bakanlığı’nın, bitki örtüsünü katleden termik santralların zehirli havasında soluğu kesilmiştir… Ve Tarım Bakanlığı’na kımıl zararlıları musallat olmuştur muhtemelen… Dünya gitse ne yazar… Bir Türk dünyaya bedeldir nasılsa…


Ve  koltuklarından sorumluluk topunu bizlere atarlar, mavi küf bürümüş dünyayı kurtarmamız için…Ve bizler, sorumsuz koca koca insanlar, o karıncalardan utanmadan, nasılsa bize birşey olmaz diyerek herşeye, her yangına duyarsız kalabiliriz… Tıpkı yönetiliş mantalitemize olduğu gibi…


Karıncayla dalga geçen o meşhur tembel Ağustos böceği bile, yanmakta olan ormanında, bir nevi şarkılar çığırır gibi, hiç olmazsa bağırır, çağırır, tepki koyar ama, doğadan dersler çıkarmaktan aciz insanoğlunun soyu, doğadaki büyük yangını öylece seyrederken için için yanar ve böylece söner gider kavrulan dünyayla birlikte…


Herşey mukadderattan dolayı başımıza gelir elbet… Tıpkı kadersizliğimizle mütenasip hükümetler gibi… Kaderdir herşey… Heyhaaat… Zaten, dünya yokolsa da bizim ülkemiz yokolmaz nasılsa…


Gerçi, millet olarak dünyanın bu halinden büyük sorumlu olduğumuzun  kokusu çıkmıştır kesif olarak…  Çünkü, yönetici imam olunca, cemaat  meşhur atasözüne uymaktadır sadece…


Kaynak : Hayvanlar Alemi

697190cookie-checkKarınca kararınca

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.