Kaybolmak bazen kendini bulmaktır

Geçen gün Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı”nın görselliği tadında bir film izledim. Film, Türk sinemasına imzasını atacak bir yönetmen olacağına inandığım Aytan Gönülşen’e ait. Filmin adı “Kardan Adamlar”. Adı gibi, kendisi de ilginç bir film. Pek alışageldiğimiz türden bir çalışma değil. O yüzden izleyicide değişik duygular bırakacağına inanıyorum. Kimi çok sevecek, kimi de hiç beğenmeyecek ama, izleyen herkes öyle ya da böyle kayıtsız kalamayacak bu filme.


Film 22 Eylül’de gösterime giriyor. Yeni sinema sezonunun ilk Türk filmi olarak izleyicilerin beğenisine sunulacak olan film, seyirciyle eş zamanlı olarak Antalya Film Festivali’nde de jürinin önüne çıkacak.


Antalya Film Festivali’nin Ulusal Sinema Bölümünde Biray Dalkıran’ın “Araf”ı,  Orhan Oğuz’un “Aura”sı, Derviş Zaim’in  “Cenneti Beklerken”i, Ömer Uğur’un “Eve Dönüş”ü, Murat Şeker’in “İki Süper Film Birden”i, Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler”i, Zeki Demirkubuz’un “Kader”i ve Özer Kızıltan’ın “Takva”sı ile yarışacak “Kardan Adamlar”. 
 
Gerçi bu yıl 59’uncu Cannes Film Festivali’nde Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği tarafından festivalin en iyi film seçilen Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler”nin aynı kategoride yarışması pek adil değil ama, bu konumuzun dışında olduğu için sözü fazla dallandırıp budaklandırmak istemiyorum.


Biz gelelim “Kardan Adamlar”a… Yoğun kar yağışı altında dağda kaybolan iki adamın giderek gücünü artıran soğuğa karşı verdikleri hayatta kalma mücadelesini anlatan filmin konusu kısaca şöyle:


“İş ortağı olan Levent (Hazım Körmükçü) ve Can (Ogün Kaptanoğlu), kaybetmek üzere oldukları önemli bir müşterilerini tekrar kendileriyle çalışmaya ikna etmek amacıyla, soğuk bir kış günü, şehirlerarası bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuğu küçük bir hafta sonu kaçamağına dönüştürmek isteyen Can, Levent’in uyuyakalmasını fırsat bilerek otoyoldan sapar ve dağ yoluna girer. Sonra da olanlar olur ve off-road tutkunu Can’ın eğlence merakı yüzünden cip kara saplanır. Ortağının ve eski kayınbiraderinin sorumsuzluğuna sinirlenen Levent, ortamdan biraz uzaklaşınca birbirlerini kaybederler. Birbirlerini bulduklarında ise aniden bastıran tipi nedeniyle yönlerini kaybederler ve cipe ulaşamazlar. Levent ve Can, bir yandan şiddetini gittikçe artıran doğanın karşısında hayatta kalmaya çalışırken, diğer yandan da birbirilerini ve yaşamla ilişkilerini sorgulamaya başlarlar. Bu mücadele onlara, zamanın hüküm sürmediği bir dünyada kendileriyle yüzleşmenin kapılarını aralayacaktır.”


“Kardan Adamlar”ın çekimi bu yılın mart ayında Düzce’nin Gölyaka ilçesindeki Kardüz yaylasında, çetin doğa koşulları altında gerçekleşmiş. 1800 metre yükseklikte ve eksi 20 derecede 25 kişilik bir ekip kar kalınlığının bazı yerlerde iki metreyi bulduğu bir mekanda geceli gündüzlü çalışmış. İlk üç gün sorunsuz çalışmışlar ama dördüncü gün tipi ve yıldırım fırtınası yüzünden valilik ve jandarma ulaşamamış ekibe. Yönetmen orada da ustalığını göstermiş ve ekibe mahsur kaldıklarını hissettirmemiş.


Aytan’a ilk uzun metrajlı filmi için neden böylesi zor koşulları tercih ettiğini soruyorum. “Görsel olarak güçlü bir film olsun istedim. Şehirde bunu sağlamak çok zor. Çünkü şehir filmlerine alışkınız. Kar gibi bir malzeme değil Türk sinemasında, dünya sinemasında da çok fazla kullanılmadı. İşte bu yüzden kar ve dağı kullandım ve sonuçtan görsel olarak çok da memnun kaldım.” diyor. Aytan’ı uzun yıllardır tanıdığım için ondan görsel zenginliği güçlü bir film bekliyordum zaten ve ben biliyordum ki, o ister gerilim, ister macera, isterse böylesi iki oyunculu, diyaloglara dayalı bir film çeksin, onu mutlaka görsel bir şölen olarak sunacaktır. 


Nasıl “Sevmek Zamanı” durgun ve insana huzur veren bir göl, gölde bir sandal, sandalın içinde bir adam, bir resim ve gelinlik giymiş bir manken, kıyıda gelinliği içinde bir genç kız sahneleriyle Türk sinemasının görsel yanıyla şiirsel anlatım taşıyan filmlerinden birisi olarak tarihe geçmişse; “Kardan Adamlar” da kar ve dağ görüntüleriyle Türk sinemasının görsel şölenlerinden biri olarak sinema tarihe geçecektir.


“Kardan Adamlar”ın, “Sevmek Zamanı”na görsel duygusu, görsel güzelliği dışında içinde taşıdığı tasavvufi öğelerle de benzediğini söyleyebilirim. Metin Erksan “Sevmek Zamanı”nda eski bir masal geleneğinden yararlanarak “tasvire, surete aşık olmaktan” yola çıkar ve bu da tasavvufi bir düşüncedir. Kardan Adamlar” da ise amaç adamların kaybolması değil, kaybolduktan sonra ne olduklarıdır. Bu kayboluş onları geçmişlerine götürüyor ve iç dünyalarıyla yüzleştiriyor. Zaman donuyor ve donmuş bir zamanda ilk kez kendileriyle yüzleşiyorlar. Yönetmen yüzleşme sahnelerinde aynı kökten çıkmış iki dallı ağaç sembolünü bu amaçla kullanıyor. Özellikle ilk gecenin sabahında uyandıklarında karakterlerden biri gözünü açarken diğeri kapar. Ve o gece Levent’in (Hazım Körmükçü) gördüğü rüyanın imgelendiği yatak sahnesi aslında onların kendi üst benlikleriyle ilk kez buluştukları andır. Belki de o sabah onlar orda öldüler ve uyandıklarında ilk kez kendi, benlikleriyle buluştular. Hazım Körmükçü bir repliğinde “dağ, tepe, ağaç oradaydı, biz geldik. Kaybolmayı belki de biz istedik” der ve tesadüf diye bir şey olmadığının altını çizer. Bu sahneler gerçekten etkileyici, kelimenin bir başka ifadesiyle büyüleyici.


Yönetmene göre filmin büyüleyici bir başka unsuru da oyuncuları… Ona göre nasıl James Stewart boş boş baksa da büyülü yüzüyle insanların ta içine kadar işleyen bir oyuncuysa, Hazım Körmükçü de düzgün yüz hatları ve bakışlarıyla büyülü yüze sahip bir oyuncudur ve ne yazık ki bu büyülü yüzler sadece Türk sinemasında değil, dünya sinemasında da yavaş yavaş yok olmaktadır. Hazım Körmükçü’nün ve ilk filmi olmasına rağmen Ogün Kaptanoğlu’nun yüzünde ve bakışlarında bu büyü vardır.


Gerçekten de filmin afişine baktığınızda her iki oyuncunun da büyülü bir yüze sahip olduğunu göreceksiniz. Filmin afişinde zor doğa koşullarını resmetmesine rağmen iki kentli yüz de göreceksiniz. Aslında yönetmenin filmde anlatmak istediğiyle örtüşen bir görüntü bu. Yönetmenin de amacı şehir insanını kendi mekanından alıp başka bir mekana götürdüğünüzde olacakları tüm doğallığıyla göstermekti. “O yüzden oyuncuların dünyasına girmek istemedim, tarafsızlığımı korudum ve onların da rol yapmalarını engelledim” diyor.
 
Yönetmen, insanın kendine dönmesini ve kendini bulmasını anlatıyor anlatmasına ama, bir yandan da toplumsal mesajlar vermeden geri duramıyor. Örneğin Levent’in (Hazım Körmükçü) kameraya vasiyetini açıkladığı sahnede ortağı Can’ın ablası olan eski karısı Canan’dan özür dilemesi ve ortaklıklarını tartıştıkları sırada “evlilik de bir ortaklık” diyerek evlilik kurumunu irdelemesi yönetmenin evlilik kurumuna eleştirel bakışını gösteriyor. Boşanmaların her geçen gün çoğaldığına dikkat çekiyor yönetmen ve bu konuda “Evlilik elbetteki bir ortaklık, iyi tamam da evlenmeden önce mal beyanında bulunarak sanki bir iş ortaklığı kuruyormuşçasına bunu bize dayatmaları beni rahatsız ediyor. İnsanlar boşanacakmış gibi evleniyor. Evliliği toplumsal bir kurum ve garanti olarak görmek ve göstermek işin büyüsünü bozuyor. Evliliğin bu kadar duygu tarafı göz ardı edilerek yapılmasından rahatsız oluyorum” diyor.


Filmin “Sevmek Zamanı”na benzettiğim bir başka yönü de müziklerin filmle bütünleşmesi. “Sevmek Zamanı”nın müziği Türk musikisinden düzenlenmiş ve filmin akışı içinde oldukça etkili öğe olarak kullanılmıştı. Halit Refiğ’in “Ulusal Sinema Kavgası” adlı eserinde dediği gibi “Sevmek Zamanı” Osmanlı sanatlarını, saray müziğini, divan şiirini sevmeyenler için kolay kolay yenilir, yutulur bir lokma değildir. “Kardan Adamlar” bir kent filmi olmasına karşın, hemen hemen her kentli gibi köklerimize döndüğümüzde yolumuz Anadolu’ya çıkacağı için Türk halk müziğinden de örnekler taşıyor. Filmdeki kentli karakterler kendilerine döndüklerinde özlerine de dönerler ve şımarık Can, zar zor yaktıkları ateşin başında  Levent’e yaslandığı zaman “Odalarında kuru da meşe yanıyor” adlı türküyü söyler.


Filmin özgün müziği Onur Güven ve Sinan Zarakolu’na ait. Film, Sinan Zarakolu ve Onur Güven’den oluşan SO adlı grubun “Sevgili” adlı müziğiyle  başlıyor. Tam bir kent müziğiyle başlayan film, Suren Asaduryan’dan  “Turnalar”, “Sürmeli”, “Bir Sandığım Var”, Yarkın’dan “Meditasyon” ve Osman Aktaş’tan “Göç Göç Oldu” ile devam ediyor.


Aytan’ın filminde onu yakalayanlar için bir  büyü var. Tarkovski’nin, Kurusova’nın, Soderberg’in, Lynch’ın sinemasının büyüsünden kırpıntılar var. Zar zor yaktıkları ve toplam 9 dakika süren ama, izlerken hiç de o kadar uzun olduğunu fark etmediğimiz ateş yakma sahnesi ve filmin sonlarına doğru Levent’in ağaca sarıldığı sahne gibi onlarca büyülü sahne var.


Bence bu büyülü filmi izleyin, ama sinemada izleyin. VCD, DVD’sini alıp kışın soğuk günlerinde sıcacık evimde izlerim demeyin. Önce sinemada izleyin sonra DVD’sini alıp evde de izlersiniz. Çünkü filmdeki görüntüler kadar sesler de çok etkileyici. Kuş sesleri, tipinin uğultusu, ayak sesleri, su sesi o kadar etkileyici ki, sizi alıp dağda kaybolan o iki adamın yanına kadar sürüklüyor. Böylece sizde kendi benliğinizde kaybolup o 90 dakika boyunca belki varoluşçu değil ama kayboluşçu sinemanın en iyi örneklerinden biri olan “Kardan Adamlar”ın afişindeki slogandaki gibi “Kaybolmak bazen kendini bulmaktır.” felsefesiyle yüzleşirsiniz.


 

668660cookie-checkKaybolmak bazen kendini bulmaktır

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.