Küba aynasında kendimize dil çıkaralım

Geçen hafta, bir tanışımın da yolcusu olduğu ve Edmonton’dan kalkan AirCanada’nın tıklım tıklım dolu bir uçağı, Havana’nın José Martí havalimanına beş buçuk saatlik bir uçuştan sonra indi ve soğuğun memleketinden gelen Kanadalı turistler, hurraa diye sokaklara dağıldı.
Bu ilk değildir; Kanada uzun zamandır Havana’ya gezgin gönderir.
Şimdi bu turistik atraksiyona ABD de katılmış bulunuyor.
Başkan Obama’nın Küba’yla ballı börek oluşunun üzerinden bir yıl geçti geçmedi derken, Amerikan turistlerinin yeni ¨destineyşını¨ Havana’dır.
Fiyatlar ucuz, hizmet pek fena değildir.
Ama bundan daha önemlisi, Küba’ya gitmeyi zaman tünelinde bir yolculuğa çıkmak gibi düşüneni fazladır. Zira Küba şaşırtıcı bir tarihî kırılma noktasıyla dünyanın hem içinde, hem dışında kalmıştır.
Bu yönüyle bakılırsa üzerine çok şey söylenip konuşulacak bir kısa ama zengin tarihi var.
Amerikan ve Kanadalı turistlerin içinde özellikle aydın merakına sahip olanların, gidip görmek ihtiyacı da bundan kaynaklanıyor; yoksa mambo-çaça yapan teklifsizliğe açık güzel kızlar, şeker kamışından mamûl müskirat rom içkisi ve Havana purosu tek nedeni değil.
Mario Puzo‘nun epik romanının sayfalarında ve bundan uyarlanmış, Francis Ford Coppola‘nın yönettiği iki bölümlük BABA filminin 1950 sonlarında geçen öyküsüyle, beyaz perdeden Küba’yı biliyoruz; tam da faşist diktatör Fulgencio Batista zamanıdır…
Şükürler olsun ki, Hollywood var. Bize tarihi zaman zaman hatırlatıyor…
Geçen yüzyılın önemli filozofu, edebiyat adamı, İspanyol George Santayana‘nın dediği gibi, ¨Geçmişi hatırlayamayanlar, Hollywood’u, kendilerine bir şey göstermediği için suçlar…¨
Nitekim, Küba üzerine pek film falan yok; Küba’nın son elli yılda dünya edebiyatına, sanatına, sinemasına sunduğu bir şey de yok!
Ernest Hemingway‘in Havana hatıraları ve Yaşlı Balıkçı başlığını taşıyan kılıç balığı oltalamış zavallı balıkçının denizcilik hikâyesi dışında bir şey yok!
Küba’dan ABD’ye kaçmış nesillerin çocukları arasında bir iki yazar çıkıyor, ama onların da anlatacağı şeyler Amerikan toplumuna dair; elde var bir hiç!
Edebiyatıyla kendisini anlatamayan toplum, sancılıdır.
Şimdi, bir kez de tersinden bakalım; aynaya dil çıkarıyor gibi olunuz…
Aynaya dil çıkarmak, ayna icat edildiğinden beri insanoğlunun pek sıkça, kendi başına ve yalnız kaldığı vakit yaptığı alay biçimidir.
Castro’nun 1953’te sadece yüz yirmi üç kişiyle başlattığı gerilla hareketinin 1959’da galibiyetle sonlandığı süreç, Küba sosyalist devletini yarattı; bilmez gibi durmayın, hepimiz biliriz.

Batista Fire Squad

Hatta, o kadar ki, İspanya iç savaşından kalma eski general Alberto Bayo‘nun Kübalı devrimcilere temel eğitim için okutulan ve bizde, ANT yayınlarınca basılmış, elbette toplatılmış askerî taktikler gösteren kitabı ¨Gerilla Nedir?¨ i, nostaljik biçimiyle hatırlayanınız da pek çok olmalıdır.
İşkenceci, katil Batista Rejiminin Küba’yı bir cendere içinde tuttuğu yıllarda, deniyor ki, Küba ekonomisi 1940’tan itibaren bu dönemde büyüme göstermiştir.
Deniyor ki, Küba, üstelik II.Dünya Savaşının her türden yıkıcı etkisine karşılık bütün Latin Amerika’daki ülkelerin içinde milli hasıla-GSMH açısından kıyaslarsanız 1950’lerin birinci ülkesidir.
Deniyor ki, o yıllarda Küba proleteryasının aldığı asgarî ücret, sosyal hizmetler İngiliz sendikacılığının hedefleri üzerindeydi, 1960’ların İsveç ve Norveç’in sosyal-demokrat seviyesine yakındı; tuhaf, ama sayılar böyle söylüyor.
Deniyor ki, Batista döneminde Kübalı işçilere yılda bir ay ücretli izin ve kadınlara doğum hakkı olarak 6 ay parasız çocuk besleme zamanı ayrılıyordu.
Deniyor ki, 1958’e kadar ABD’yi hariç tutarsanız Latin Amerika’nın telefon, otomobil [Elbette Amerikan Buick-Plymouth-Dodge markaları…], radyo, buzdolabı-çamaşır makinası ve elektrikli süpürge [Graham Greene’nin Havana’daki Adamımız adlı romanını unutmayınız, elektrikli süpürge satıcısının hikâyesiydi, o yıllara ait…] kullanımı ve tüketiminde Küba, bir numaradır…
Deniyor ki, 1950’lerin Küba’sında sağlık hizmetleri, o günün İngiltere ve Almanya-Fransa dahil birçok Avrupa ülkesinden, GSMH’ye göre kıyas ederseniz, öndeydi.
Diyorlar ki, Küba o yıllarda çocuk ölümlerinde dünyanın 13.en düşük seviyesine sahip ülkesi, Latin Amerika’nın ise 1 numarasıdır; Dünya Sağlık Örgütü raporlarına kızmalısınız, ben sadece yazıyorum.
Bugün ise doktorlarını dış borçlanma yüzünden yurtdışına, Chavez’in petrol müsrifi olarak para harcadığı yıllardında Venezuela’ya meslek vazifesiyle gönderen Küba’nın, şimdi hastanelerinde kuyruk olduğu söylenmektedir; söyleyen Kapitalizmin medyası!
Financial Post, Wall Street Journal gibi kapitalizmin meşhur gazeteleri veryansın ediyor; ben aktarıyorum, işim aktarıcılık; gazetecilik…
Faşist ve katil Batista’nın yönetimi altındaki Küba’nın, UNESCO’nun raporlarına bakarsanız, İspanyolca konuşan ülkeler arasında İspanya’dan sonra okur-yazar oranıyla ikinci geldiğini, Latin Amerika’da birinci olduğunu görürsünüz; şaşırmamak ne zor!
Bugün Küba’da otuz üniversite ve benzeri kuruluşların yayımladığı her konuda farklı akademik makalelerin uluslararası jüriye sahip dergilerde yer almadığını görüyoruz da, üzülüyoruz. Batista yönetimi daha fazla akademik mecmuaya yazı gönderen bilim adamları ve hocalara sahipmiş; bunların ABD’ye kaçtığını söylemekteler.
Birleşmiş Milletlerin ülkeler sıralamasında Küba eğitim açısından Sri Lanka’yla Arnavutluk arasına sıkışmıştır; rakamlar öyle söylüyor, kızmayın…
Turistleri gezdiren bilim adamları, profesörler, teknik adamlar akşamleyin evlerine Amerikalı-Kanadalı-Avrupalı gezginlerin bahşişleriyle dönmenin mutluluğu içindedir; öyle diyorlar…
Batista yönetiminde kumarhaneler, kârhaneler, seks kölesi çalıştırılan masaj salonları, uyuşturucu kaçakçılığı, mafya düzeni, karaborsa var; bugün yok.
Yabancılara ve Dolara meyilli kadın satıcılığı, Küba’daki sosyalist yönetimin düşmanlarına göre, devlet tarafından düzenleniyor; Küba sosyalizmi onlara göre pezevenk…
Sadece 2015’de 35 bin Kübalı, köpekbalığının ham yapması ve boğulma tehlikesini göze alarak ABD’ye lastik bot-şamrel üzerinde kaçıyor, sığınıyorsa bütün bunları biraz kulak kabartıp dinlemeliyiz.

Yanlış giden bir şey var diye…
Tarih herkesin kendine göre yazdığı hikâyedir; Latince Historia hikâye demektir…
Dünya Solu’nun, hepimizin sevdiği, yere göğe koyamadığı, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür diye âşığı olduğumuz romantik ülkesi, kurtarıldığına hepimizin kanaât getirdiği Küba’da tersine giden şeyleri vahşi emperyalizme, kapitalizmin şu berbat ve lanetli işlerine bağlayabiliriz; bu kolay bir yoldur.
Böylece üzerimizdeki yükü azaltmış oluyor, sloganlarla konuşuyoruz.
Romantizm zaten pek güzel bir şey…
Akademisyen Hasan Aksakal’ın yakın zamanlarda romantizm üzerine yazdığı eserleri hatırlayacaksınız. Romantizm, kapitalizmin dünyayı ele geçirdiği esnada bireyin içine sığındığı muhteşem bir hayâl dünyasıdır.
Che’
nin efsanevî, ikonografik tasvirli, âdeta İsa Hazretlerini anıştıran o eşsiz fotoğrafı ardında başka bir hüviyet yatıyor deseler, tüm SOL ROMANTİZMİ kızdırıp ayaklandırırız.
Zira bizler için bir vakitler ve hâlen, hepimize, Küba sosyalizmin umut vaat eden, başka hiçbir yere benzemeyen tek ülkesidir.
Böyle düşünülmesinin nedenini söyleyip recm edilmeden kaçayım; n’olur, n’olmaz!
Zira Küba bir ada ülkesidir.
Ada
, edebiyatta bildiğiniz gibi Robinson Cruose‘dan tutununuz, W.Golding’in Sineklerin Tanrısı’ndaki adaya, Jules Verne‘nin İki Yıl Okul Tatili başlıklı romanında kazazâde adasına, Gulliver’in gittiği Lilliput adasına kadar hem dünya içre’dir, ama hep dünyanın da taşrasıdır, işte ondan severiz.
Küba ada’mızı seviniz, ben pek severim, ama rakamları da unutmayınız.

1593810cookie-checkKüba aynasında kendimize dil çıkaralım

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.