Kıbrıs’ta neler oluyor (son) Kıbrıs dedikleri…

Aşağıda beş günlük kısa Kıbrıs gezimin değerlendirilmesi olaraktan yazılan satırları, Vejdin Bal ve Mehmet Baysal’ın şahsında, Kuzey Kıbrıs’ta kayıt dışı çalışarak ekmek parası kazanmaya çalışan tüm işçilere ithaf ediyorum…

KIBRIS MI DEDİN? ORA NERESİ KARDAŞ?

Star Haber muhabiri Osman Terkan’ın ‘’Kıbrıs nerede?’’ sorusuna verilen yanıtlar, ‘’Sicilya’nın orada’’dan, ‘’Kardak kayalıklarının yanında’’ ya uzanan bir çeşitlilik arz ederken; askerliğini Adada yapan bir yurttaşımızın ‘’Karadeniz’de’’ demesiyle, ‘’Yavruvatan Kıbrıs’a’’ biz ‘’Anavatandakiler’’in ilgisi, bilgi yarışmasında sınıfta kalıyordu sanki!

Sınavda çakma olasılığımın yaptığı şok etkisiyle, ben de kendi kendime: ‘’Sen Kuzey Kıbrıs’ı az biraz bilirsin, orada olan biteni de izlemeye çalışırsın… Hem sonra Londra’da Kıbrıs Türkleri ile epey muhabbet etmişliğim de var, onların çayını, acı kahvesini içmişliğin de…O zaman ne diye Adanın Kuzeyine gidip bir dosya hazırlamıyorsun? Hem o sayede kendi bilgini de, sınavda çakmayacak seviyeye getirirsin!’’ propagandasını yapmaya (!) başlamıştım.

***

GÖÇMENLER, YERLEŞİKLER DERKEN…

Propaganda yapmak (!) kolaydı da…

Şöyle dişe dokunur ve okunur bir dosya hazırlamak o kadar kolay mıydı?

Sonuçta bir dosya ortaya çıkarmak, emek isterdi. Google’dan kopya çekmeye benzemezdi bu!

İşte ben düşünce dünyamda bu gelgitlerle mücadele ederken, projemin ana teması beynimde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyordu: ‘’Adadaki yabancılar: Türkiyeliler’’

(Benim ‘’yabancılar’’ seçimim de kolay olmadı, bazılarının ‘’yerleşikler’’, ‘’vatansızlar’’ diye anlattığı, kimilerinin göçmenler dediği, kendisi Kıbrıslı bir Türk olan gazeteci-yazar Metin Münir’in ise ‘’ alttakiler’’ diye tarif ettiği bu insanlar için.)

İlk olarak 2003 seçimlerini izlemek için Lefkoşa’ya gittiğimde tanışmıştım, Surlar İçi denilen bölgede yaşayan yabancılarla; Türkiyeli göçmenlerle.

İşte o zaman anlatılanlar benim belleğimde şöyle ya da böyle az bir iz bırakmıştı; kimlik kartı alamamaktan, kaçak çalışmaya kadar uzanan bir mini dert listesi olaraktan!

İşte ben, çok mütevazı denilebilecek bir fikri takip denemesiyle o mini ‘’dert listesi’’nin son durumunu yerinde inceleyebilirdim.

DERTLER HEP AYNI BE ABİ…

İşte bu düşünce üzerine oturan beş günlük Yeşil Ada turum boyunca Türkiyeli göçmenlerle konuşarak, ‘’kanayan yara’’ dedikleri kimlik kartı-çalışma izni ve onlardan kaynaklanan sorunları mercek altına almaya çalıştım.

Bu sürede görüştüğüm Türkiyeli göçmenler, sanki dertlerine bir çare olur umudundan mıdır, büyük bir açıksözlülükle konuştular.

Ancak, tüm bu röportajların sonunda ben, sanki bu yaranın kanamaya bir süre daha devam edeceği kanısına varıyordum. (İki toplum arasında devam eden görüşmelerden tutun da, konuya ilişkin ciddi bir politika olmamasına, oradan da göçmenlere karşı var olduğu söylenen hislere kadar uzanan çeşitli nedenlerden vb)

Keşke aksi yönde bir fikre erişseydim!

Gazeteci Yaşar Altıntartı Kuzey Kıbrıs’ı yerinde araştırdı

***

EN ALTTAKİLER: KAÇAK ÇALIŞMAYA MAHKUM İŞÇİLER

Ondan sonra da, bir başka dertten musdarip insanlarla konuşmaya çalıştım; çalışma izni olmadığı için kayıt dışı çalışmak zorunda kalan inşaat işçileriyle…

Onlarla konuşmak biraz zor oldu: haklı olarak çekiniyorlardı konuşmaktan.

Nasıl rahat rahat konuşabilerdi ki: Turist vizesiyle çalışmak zorunda kaldıkları için hiçbir, evet HİÇBİR güvencesi olmayan, arkalarında siyasi ya da başka bir destek olmayan sahipsiz işçilerdi onlar…

Ya da: Herkesin dertlerini bildiği, ama ciddi olarak dinleyip de bir çare aramadığı insanlardı…

Amacım duygu sömürüsü yapmak hiç değil; fakat ucuz emek piyasasında çalışmaya mahkum bu insanların çektiğine, ben dram derim ancak!

Dilerim, ekmek kavgası için Kuzey Kıbrıs’ın lüks villa şantiyelerinde kürek sallayan, harç karan, duvar ören bu emekçilerin sosyal güvenceler altında yasal çalışmalarına kolaylık sağlayacak adımlar atılır.

Bunun; krizden dolayı iş bulmakta zorlanan bu insanların kazandıklarını, giriş-çıkış yapmak zorunluluğundan kaybetmelerini önlemenin yanı sıra, suça bulaşmasını önleyerek, sosyal barışa katkı yapacağını da eklesem, abartmış olur muyum acaba?

***

GÖÇMENLERİN UYUMU VE ŞEHİR EFSANELERİNE PRİM VERMEMEK…

Türkiyeli göçmenlerin Kuzey Kıbrıs’a entegrasyonu da çok önemli bir konuydu.

Her ne kadar Türkiyeli göçmenlerle Kıbrıslı Türklerin ortak değerleri çoksa da; iki kardeş halkın arasında olması doğal olan bazı sosyal ve kültürel farklılıklardan ve sosyal ve politik çözümlerin yeterince uygulanmamasından kaynaklanan bazı uyum sorunları vardı ortada.

Dileğim odur ki; bu iki halk, Şule Aker Hocanın da dediği gibi, birbirinin hassasiyetlerine özen göstererek, değerlerine saygı duyarak; ‘’Türkiyeliler =suçlu’’ ya da ‘’Kıbrıslı Türkler daha az dindar, daha az yurtsever, daha az bayraklarını seviyor ’’ vs. vs şeklindeki abartılı, önyargılı genellemelerden azade bir bakış açısıyla, aynı güzel topraklarda yaşamanın ortak mutluluğunu yakalayabilirler…

Kendi değerlerini Adanın kendi özgün karakteriyle KKTC üst kimliği şemsiyesi altında birleştiren Ahmet Yakın, Zeynel Aslan, Özdemir Gül gibi Türkiyeli göçmenleri görünce, diğer göçmenler adına da umutlu oluyor insan.

***

OLMASIN ŞU AYRILIK GAYRILIK…

Ayrımcılık kavramına, ‘’şu yabancılar geldi, işimizi aldı’’dan, ‘’şu yabancılar olmasa memleket ne güzel olurdu’’ ya uzanan malum lafları Avrupa’da duya duya aşinalık kazanmıştım.

Peki benzeri bir tehlike Kuzey Kıbrıs’ta da var mıydı?

Var diyen de var; yok o kadar tehlikeli değil diyen de…

Temennim odur ki; insanlığa bela olan ayrımcılık tehlikesi; hem Kıbrıs Türklerinin hem de Türkiyeli göçmenlerin sorunları sosyal, politik ve kültürel boyutlarıyla çözecek bütünlüklü bir paketle çözülürse daha da azalacak.

Belki o zaman ayrılıkçılık tohumu, yeşerecek mümbit toprak bulamaz!

Hele bir de Ferdi Sabit Soyer’in;’’ ayrılığı-gayrılığı dini ve milli değerleri istismar ederek ya da alt-kimlikçilik bazında bölünmelerle kaşımasalar’’ uyarısı dikkate alınırsa, bu tohum hepten kurur gider.

‘’Yerleşikler Türkiye’ye’’ diyerek adeta Rum tezlerini seslendirenlere de, Kıbrıs Türkleri, geniş demokrasi kültürleri içinde bir çözüm bulacaktır.

Prof. Dr Ata Atun’un sözlerindeki özgürlükçü bakış, göçmenlere ayrımcılık üzerinden Türkiye alerjisini dışa vuranlara bile hoşgörüyü gösterecek kadar kuvvetliyse, o topraklarda ayrımcılığın çok şansı yok demektir…

Birol Ertan Hocanın işaret ettiği mikro faşizm tehlikesini bertaraf edecek bilinçli duruş sergilenir ve siyasi iradeyle de desteklenirse, bu risk daha da azalacaktır kanısındayım.

Şule Aker Hocanın, ‘’Ayrımcılığı kaşımak Rumların işine gelir. Çünkü onlar, Kıbrıslı Türk-Türkiyeli göçmen ayrışmasını istiyor. Buna iki toplum da buna fırsat vermesin’’ uyarısına kulak veren bir çoğunluk da varsa, bu ayrımcılığı körükleyen tuzak boşa çıkacaktır.

AYRIMCILIĞI KÖRÜKLEMEK VE GAZETECİLİK…

Gerek göçmenlerden gerekse de akademisyen Birol Ertan’dan duyduğum ama inceleme fırsatını bulamadığım bir konu da, bazı basın yayın organlarının bile bile Türkiyeli göçmen ayrımcılığı yaptığı eleştirisi oldu.

Türkiyeli insanları suç işleyen ‘kriminal tipler’ olarak lanse etmek için haberlerin manşetlere, sürmanşetlere çekildiği…

Suçluluğu kanıtlanmamış insanları; koca koca fotoğraflar eşliğinde, adını sanını yazarak; mahkemeye bile çıkarmadan sürmanşetlerde mahkum etmek…

Ama aynı suçu işleyen diğer halklardan insanları ise, adının baş harflerini yazarak, küçük olarak vermek…

Ya da onların haberini hiç yapmamak…

Gazetecilerin, ayrımcılığı şu ya da bu şekilde, açık ya da alttan alta körüklemesi, bu kadar planlı programlı mı yani?..

İnsanın buna inanası gelmiyor.

İnansa bile, o gazete ve gazetecilerin azınlıkta olduğuna inanmak istiyor.

YA ÖĞRETMENLER AYRIMCILIK YAPARSA?

Zeynel Aslan gibi kendini bir KKTC yurttaşı kabul eden bir insanın, sözünü ölçerek tartarak kullanan birinin, bazı öğretmen sendikalarının Türkiye kökenli çocukların gittiği okulları grev için seçtiğini söylemesi…

Bu çok üzücü bir iddia, üzücü olduğu kadar vahim bir iddia!

Doğrusu insan, bir öğretmenin küçücük öğrencilerine karşı bu kadar ayrımcılık yapacağına inanmak bile istemiyor.

(Aynı şekilde bir öğretmenler sendikası liderinin miting öncesi Rum lider Hristofyas’la görüşmesi; ‘‘KKTC’ye ve Türkiye’ye karşı ortak hareket ediyorlar’’ değerlendirmesine yol açıyorsa… Bir sendika liderinin söz ve hareketlerinin, sendikal hak arama mücadelesi hakkında soru işaretlerinin oluşmasına neden olduğunu Kıbrıslı Türkler bile söylüyorsa, bir orada bir yanlışlık olabilir mi acaba?)

Göçmen çocuklarına okullarda ayrımcılık yapılırsa…

Çocuklar ilkokul çağında bile ayrı okullara gönderilirse…

Gelecek kuşakların uyumu nasıl gerçekleşecek o zaman?

Birlikte yaşama kültürü ta kökünden zedelenmez mi, değerli öğretmelerimiz?

***

KIBRIS TÜRK HALKINA NANKÖR MUAMELESİ YAPMAK NE KADAR DOĞRU?

Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs Türk halkına verdiği desteği buradaki halkın büyük çoğunluğu kabul ediyor.

Yani, nankörlük eden falan yok!..

Ya ‘’Barra çekenler’’ mi dediniz?

Gazeteci Sefa Karahasan, ‘’Bunlar yüzde 1 bile alamayan insanlar’’ diyor ve soruyor:’’İki kardeş halkın arasını bunların bozmasına mı fırsat verelim yani? Yardımın daha fazlasını verebilecek olan ABD gibi ülkeler mi destek olsun bu halka? Bu halkı onlara mı kaptırmayalım yani!’’

O zaman sorun nankörlük falan değil galiba.

Bu yardımların yanlış kullanıldığını, bir kısmının israf edildiğini, Kıbrıs Türk halkının cebine değil de bazı kesimlerin cebine gittiğini kabul eden pek çok insan var bu ülkede.

Ancaaak… Bu insanların kabul edemedikleri bir şey var bu konuda: ‘’Ben sana yardım ediyorum ha! Ben olmasam senin halin perişan!’’sözlerinde sırıtan ‘’diyet’’ anlayışı!

Bu da Kıbrıs Türk halkını üzüyor; sağcısından solcusuna herkesin tepkisini çekiyor.(En son ‘’besleme’’ lafına duyulan tepkiye, burada girmek istemiyorum. İnanmayan gelir ve Kıbrıs Türk halkına duygu ve düşüncelerini sorar!)

Gönderilen yardımların denetiminin yapılması başka; DP Genel Sekreter yardımcısı Mehmet Erol Aktoprak’ın ‘’demokrasimize hem içten hem dışarıdan herkesin saygı duymasını istiyoruz’’ sözündeki ince mesaj başka!

Türkiye-KKTC ilişkilerine büyük önem veren Birol Ertan Hocanın ‘’Ağabeylik yaparken küstürmeyen bir üslup gerek…Tanıdığın ülkeye diplomatik saygıyı göstermek gerek…’’ yorumuna ne demeli peki?

Bu Türkiyeli akademisyen de bunları söylüyorsa, Kıbrıs Türkünü bizden uzaklaştıracak söz ve davranışlardan kaçınması gerekenlerin biraz durup düşünmek gerekmez mi acaba?

BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDE YARDIMI YÜZÜNE VURMAK NE ZAMAN ADET OLDU?

Yapılan yardımları insanın yüzüne vurmak Türk kültüründe yok; en azından ben böyle biliyorum!

O zaman niye bazıları, sürekli,’’ bak ben sana yardım ediyorum,’’ lafını bu insanların yüzüne kakmakta?

Ama yardım yapmak birilerini çok rahatsız ediyorsa, Ata Atun Hocanın:’’Bizim mallarımıza Mersin gümrüğünde engel çıkarmayın. O zaman belki yardıma ihtiyaç olmadan ayakları üzerine duran ekonomimiz bile olur!’’ sözüne kulak verilsin o zaman.

***

TÜRKİYE KURTARMASAYDI SİZ BİTMİŞTİNİZ DEMEK, FAKAT…

Kıbrıs Türk halkını üzen bir başka konu da;’’Biz geldik sizi kurtardık!’’ cümlesini sürekli yüzlerine vuran bazı insanlar.

Sanki Türkiye’nin yaptığını Kıbrıs Türk halkı inkar ediyormuşçasına, yaptığımız katkıyı o halkın yüzüne vurmak…

Evet, dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in 1974 Barış Harekatını büyük çoğunluk-herkes değil belki- zaten desteklerken, sürekli ‘’biz olmasaydınız Rumlar sizi bitirmişti’’ demek, ne kadar doğru?

Ama bunu inkar edenlere anımsatmak başka; bunu gururla söyleyenlere sürekli söylemek başka…

Ben böyle bağlamak isterim bu nazik konuyu.

KIBRIS TÜRKÜNÜN DİRENİŞİNİ BİLMEDEN KIBRIS TARİHİ ANLAŞILAMAZ…

Unutmak gerekir ki; on arkadaşını şehit vermiş Tanju Müezzinoğlu gibi mücahitlerden oluşan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş gibi liderlerin önderliğinde, Kıbrıs Türk halkına Rumların uyguladığı şiddete, teröre direndi.

Yani Kıbrıs Türk halkı, EOKA çetelerine teslim olmadı; onlara karşı savaştı!

Anlatılan bir Erenköy Direnişi var ki; yurtsever Kıbrıs Türklerin adını tarihe yazdıracak kadar büyük…

Onu öğrensek hiç olmazsa.

Bu gerçekleri bilmek; Kıbrıs Türkünün Türkiye’nin maddi ve manevi desteğiyle Rumlara karşı 1974’e kadar yürüttüğü hayatta kalma mücadelesini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

KATKI KOYAN HERKESE TEŞEKKÜRLER…

Kuzey Kıbrıs’taki Türkiyeli göçmenleri, onların sorunları üzerinden anlatırken en büyük katkıyı ‘’bir göçmen, bir hikaye’’nin esas kahramanları yaptı.

Onlar hem kendi hikayelerini anlattılar, hem de o hikayelerden hareketle Kuzey Kıbrıs’ın dününe, bugününe ışık tuttular.

Sağolsunlar, varolsunlar…

Bana düşen kısmı ise basitti: sadece birkaç soru sorup, onları konuşturmak.

Ya değerli Akademisyenler?

Onlar da anlatılan hikayeleri, bilim insanları olarak kuram dünyasından tahlil ettiler bizler için.

Bu yüzden Prof Ata Atun Hocaya, benim uzadıkça uzayan sorularıma geniş hoşgörüsüyle katlanıp, onları bir de uzun uzadıya yanıtladığı için teşekkürler…(Başbakan İrsen Küçük’le randevu ayarlama çabası için de ilave bir teşekkür.)

Doç.Dr Birol Ertan Hocaya da, sosyal bilimlerdeki kavramlarla bezenmiş cevapları için teşekkürler…

Doç.Dr Şule Aker’e de, günün yoğun ders temposuna rağmen, Mağosa’dan kalkıp, dediği gibi tam beşte Lefkoşa’ya gelmesi ve konuya iktisadi pencereden ışık tuttuğu için teşekkürler…

(Toplumbilimci Prof. Dr Gencay Şaylan’la konuşmak ise mümkün olamadı maalesef. Bir dahaki sefere o da olur inşallah, diyelim.)

Siyasi parti liderlerinde sadece CTP lideri Sn. Ferdi Sabit Soyer’le görüşebildim.

Soyer, Türkiye medyasından ancak Sami Kohen gibi bir deneyimli dış haberler gazetecisinin bilebildiği konuları, tarihsel süreç içinde çok ayrıntılı bir şekilde anlattı.(O kısımlar ayrı bir yazıda işlenmeyi hak ediyor.)

Bizim konumuza ilişkin de çok açık ve net yanıtlar verdi.

Kendisine teşekkürü borç bilirim.

İrsen Küçük’ün yoğun gündemi, Serdar Denktaş’ın Adada olmaması, onların katkılarından yoksun bıraktı bizleri.

Diğer parti liderlerini dinleyecek zamanı yaratamamam ise, bu dizinin nesnel olma çabasına umarım fazla gölge düşürmemiştir. Akay Cemal, Reşat Akar, Sabahattin İsmail, Şener Levent gibi gazetecilerle görüşme fırsatını yaratamamak da ayrı bir eksiklik oldu.

Gazeteci Sefa Karahasan’ın katkısı, umarım bir nebze de olsa bu eksikliği kapatmıştır.

Görüşebildiğim dernek temsilcilerine de ayrıca teşekkürler.

TEŞEKKÜRÜN EN BÜYÜĞÜ DE FARUK ESKİOĞLU’NA…

Ben bu dizi için Kıbrıs’ın yollarına düşerken, yazdıklarımı yayımlatacağım birkaç gazete vardı aklımda. (yandaş medya bir yana tabii ki!)

Onlardan daha işin başındayken konuya ilişkin bir temasım oldu.

Ancak…‘’Yavruvatan edebiyatı’’ yapmayı seven bizim Türkiye medyası, konuya pek ilgi göstermedi. (Canım Prens Charles’ın haberini yayımlamak varken, ya da Papua Gine’deki güzellik yarışmasının(?) finalistlerinin fotoğraflarını basmak varken, kim dinler göçmenlerin entegrasyonunu, kim takar Kıbrıs Türklerinin derdini tasasını!)

İşte bu karamsar halet-i ruhiye içindeyken aklıma, ‘’Yahu Faruk Abin var. Onun Kıbrıs, Türkiye dışında İngiltere’de e takip edilen Açık Gazete’si var. Orada yayımlat,’’ fikri gelir gelmez de açtım telefonu:

-Faruk Abi, sana en fazla bir okur (rakamla yazarsam; 1) kazandıracak bir bomba gibi(?) dizim var. Yayımlamak ister misin, dedim.

O da, her zamanki emeğe saygı içeren tavrıyla:

-Ya babacım, gönder de bi bakalım. Emeğin boşa gitmez, dedi. (Şu an aklıma, bir dış haberler müdürünün, 2 Mart öncesi yazdığım iletime verdiği :’’Kıbrıs şu an soğuk gündem maddesi. O yüzden ilgilenemeyeceğiz. Sıcak gündem olursa bakarız.’’ cevabı geldi! Hava raporu gibi bir laf salatası!))

Buradan ona da teşekkürün en büyüğü Faruk Abime gidiyor: emeğe değer verme teşekkürü kategorisinden hem de!

Bitirirken…

Neyse, bu olumlu cevapla birlikte ben işe tam koyuldum: sabah akşam kaset dinlemeler, onları kaplumbağa hızında bilgisayara aktarmalar, eli ayağı düzgün, Türkçesi pek kırık not almayacak bir şekilde haber diline çevirmeler, vs. vs derken.

Açık Gazete’nin okurlarının az da olsa beğenisini kazanacağı bir dizi için çabalarken, misafiri olduğum evin halkına sıkıyönetim uygulamalar, onları Hüsnü Mübarek tarzı bir diktaya maruz bırakmalar falan da oldu! Onlara, Kıbrıs Türk halkındaki hoşgörünün benzerini bana gösterdikleri için kocaman bir teşekkür!

Evet Açık Gazete okurları, sevgili dostlar,

Dilimizin döndüğünce, kalemimizin yettiğince sizlerin okumaya layık göreceği bir şeyler ortaya çıkarabilmişsem eğer, ne mutlu bana.

Yok çıkaramamışsam, bilesiniz ki o da benden kaynaklanmıştır!

Nokta yerine virgül, ünlem yerine dört nokta koyma, düşük cümleler kurma gibi sonradan fark edebildiğim basit(!) hatalar olmak üzere, tüm eksik ve gedik için de kusuruma bakmayın.(Faruk Abi; sorry be ya!)

Bir dahaki Kıbrıs dizisine kadar hepiniz sağlıcakla kalın.

Yeşil Ada’dan getirdiğim selam ve saygılarımla…

AÇIK GAZETE: Gazeteci dostumuz Yaşar Altıntartı, büyük bir özveriyle Kuzey Kıbrıs’a giderek adanın bu yarısında neler olup bititğini objektif bir biçimde aktardı. Toplumsal duyarlılıkla kaleme aldığı bidizi için Altıntartı’ya çok teşekkür ederiz.

1524470cookie-checkKıbrıs’ta neler oluyor (son) Kıbrıs dedikleri…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.