“Kıbrıs’ta nüfus erozyonu başlayabilir”

Vroişa (Yağmuralan) Derneği Başkanı, yazar, araştırmacı Esat Mustafa, yaşanan müzakere sürecinde görüşmeci heyetin, AİHM’in “Demopoulos ve Diğerleri” kararından iyi bir ders çıkarıp, onu referans alması gerektiğini söyledi. Bu kararların etkin bir şekilde kullanılabileceğine vurgu yapan Mustafa, içeriğinden stratejiler üretilebileceğini ve bireysel hakların korunması yanında toplumsal çıkarların savunulacağını ifade etti.

“Mülkiyet ve Toprak Dağıtımı”; “Yönetim ve Güç Paylaşımı”; “Güvenlik ve Garantiler” konularında başarılı sonuçlar elde edilmemesi durumunda, Kıbrıs Türk toplumunun İngiliz İdaresi ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” dönemlerinde olduğu gibi, geniş kitleler halinde adadan göç etmek zorunda kalıp, nüfus erozyonuna uğrayacağına inandığını dile getiren Mustafa, “İngiliz İdaresi Dönemi’nin başladığı 1878 yılından günümüze kadar, son 137 yıl içinde, Diaspora’ya göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısının, bugün adada yaşayan orijinal Kıbrıslı Türklerin sayısının en az on katı olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum” dedi.

Vroişa (Yağmuralan) Derneği Başkanı Esat Mustafa, Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm süreci gündeminin en hassas maddelerinden birini oluşturan ve toplumları yakından en çok ilgilendiren “mülkiyet” konusunun her iki toplumda da tartışma konusu olmaya ve tedirginlik yaratmaya devam ettiğini söyledi.

“Zorlandıkları tek nokta mülkiyet değil”

Görüşmeler devam ederken, gizlilik politikası uygulandığı ve tadmin edici açıklamalar yapılmadığı sürece, karmaşanın devam edeceğini ve görüşmelerle ilgili spekülasyonların da o denli artacağını kaydeden Mustafa, taraflar arasında sürdürülen kapsamlı çözüm müzakerelerinin zorlandığı tek konunun mülkiyet olmadığını, Yönetim ve Güç Paylaşımı’nın, Güvenlik ve Garantiler gibi konuların da çözüm gündeminin hassas ve zor olan maddelerinden sayıldığını dile getirdi.

Görüşmelerle ilgili bazı çevreler tarafından yapılan ve basına da yansıtılan iyimser açıklamalara karşın, müzakere sürecinin kısa bir sürede sonuçlanmasını beklemenin sadece hayal kırıklığı yaratacağı ve yanılgılara neden olacağı öngörüsünde bulunan Mustafa 2004 “Annan Planı” dönemini anımsattı.

“Halk 2004’de izolasyonların kalkacağına, refah düzeyinin artacağına inandı”

Kıbrıs Türk Toplumunun, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi (AK) gibi Dünya’nın en önemli uluslararası güçleri tarafından verilen vaadlerle, izolasyonların kalkacağına, ambargoların son bulacağına ve refah düzeyinin artacağına inanarak, oyunu uluslararası toplumun da arzuladığı ve teşvik ettiği yönde, çözüm için kullandığını ancak yüzde 65 “Evet” oyuna karşı, Rumların yüzde 76’sının “Hayır” oyuyla hayal kırıklığına uğradığını dile getirdi.

***

“Yarı yolda bırakıldık”

“Kıbrıs Türk Toplumu’nun, uluslararası toplum tarafından hayal kırıklığına uğratıldığını, yarı yolda bırakıldığını ve hatta verilen sözlerin tam tersine, bir yandan Rumları mükâfatlandırırken, diğer yandan da toplumumu izolasyonlar ve ambargolarla ezerek, adeta cezalandırdığını ve gereksiz yere birçok haksızlıklara uğratıldığını hatırlatmak istiyorum” diyen Mustafa, “Avrupa Demokrasisi ile Uluslararası İnsan Hakları bunun neresinde?” diye sordu.

“Batılılar dostlarına değil, çıkarlarına önem verir”

Mustafa, 1964’de köylerini, evlerini ve okullarını kaybettikten sonra, çaresizlikten dolayı adadan göç ettiklerini, yaklaşık 43 yıl Avrupa’da yaşayan bir Kıbrıslı Türk olarak, Batılıları çok iyi tanıdığını kaydederek şunları söyledi: “Batı toplumunu yakından iyi tanımayanlar ve mentalitelerini anlamayanlar için, önemli bir konuya, kendi perspektifimle açıklık getirmekte yarar görüyorum: Onlar devletleri, milletleri, ulusları, halkları, toplumları, bireyleri, hatta kendi dostlarını bile, geçmişteki kayıtları, davranışları ve sicilleriyle yargılarken, öncelikleri söz konusu olunca, dostlarına değil, çıkarlarına önem verirler: Buna göre, Kıbrıslı Türkler de, toplumsal menfaatleri söz konusu olduğunda, Batılılılar gibi hareket edip, menfaatlerini korumaları ve başkaları için değil, kendileri için en doğru kararları almaları gerektiğine inanıyorum.

“Batılılar gibi düşünüp karar almalıyız”

Müzakere sürecine gelince, toplumumuzun çıkarlarını nasıl koruyabiliriz noktasında, yine Batılılar gibi düşünüp ve onlar gibi hareket edip, toplumumuzun uzun vadeli çıkarlarını korumak için, etkin ve sürdürülebilir stratejiler üreterek, doğru ve cesaretli kararlar almamız gerekecektir.

Güven artırıcı önlemler dahil, müzakere sürecini kapsayan her konuda, diplomatik olmamız gerektiği kadar, Kıbrıs adasının Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki jeo-stratejik ve jeo-politik önemini de dikkate alarak, bölgedeki menfaatlerimizi de korumakla sorumlu olduğumuzu ve bunu gelecek nesillerimiz için yapmamız gerektiğini de düşünüyorum.

“Üç konuya dikkat etmeli…”

Müzakere süreci devam ederken, Kıbrıslı Türklerin varlığını koruyabilecek, dikkat etmesi gereken üç ana konu vardır: 1. “Mülkiyet ve Toprak Dağıtımı”; 2. “Yönetim ve Güç Paylaşımı”; 3. “Güvenlik ve Garantiler.” Bu konularda başarılı sonuçlar elde edilmemesi durumunda, İngiliz İdaresi ve onu takip eden “Kıbrıs Cumhuriyeti” dönemlerinde olduğu gibi, geniş kitleler halinde adadan göç etmek zorunda kalıp, zaman içerisinde nüfus erozyonuna uğrayacağımıza ve etkili bir toplum olma özelliğimizi kaybetme tehlikesiyle tekrar karşı karşıya kalacağımıza inanıyorum. Bunu söylerken, İngiliz İdaresi Dönemi’nin başladığı 1878 yılından günümüze kadar, son 137 yıl içinde, Diaspora’ya göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısının, bugün adada yaşayan orijinal Kıbrıslı Türklerin sayısının en az on katı olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum.”

***

“Ulusal Hukuk tek yol göstericidir”

Müzakere masasında toplumumuzu temsil eden heyetimizin mülkiyet konusunda izlemesi gereken öncü ilkenin ve tek yol gösterici rehberin, “Uluslararası Hukuk” olduğunu ifade eden Mustafa, bunun, örnekleriyle ileri sürülerek, doğru ve etkili bir şekilde kullanılması durumunda, müzakere sürecinin başarıyle sonuçlanmaması için hiçbir neden olmadığını söyledi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2010 yılında aldığı “Demopoulos ve Diğerleri”(Demopoulos and Others v. Turkey) kararının, Kıbrıs’taki mülkiyet tartışmalarına rehber olduğunu belirten Mustafa, bu kararın konuya yeni bir boyut kazandırdığını dile getirdi.

“Titina Loizidou”ve “Xenides-Arestis” davalarının etkileri

AİHM’de Rumlar tarafından açılan mülkiyet davalarının ilkinin,1989 yılında Kıbrıslı Rum Titina Loizidou’nun Girne’de kalan malları için, Türkiye Cumhuriyeti’ne (TC) karşı açtığı dava olduğunu ve AİHM’in Loizidou’nun mülkiyet haklarının ihlal edildiğine hükmederek, davayı Loizidou lehine verdiğini belirten Mustafa, o davanın daha sonra AİHM’de açılan diğer davalar için de emsal teşkil ettiğini söyledi.

TC’ye karşı açılan diğer önemli bir davanın, Maraş bölgesinde malı bulunan Myra Xenides-Arestis olduğunu anımsatan Mustafa sözlerini şöyle sürdürdü: “Söz konusu dava da, davalı olan TC aleyhine sonuçlandırılarak, Kıbrıs’taki mülkiyet davalarına yeni bir boyut daha kazandırmıştı. AİHM’in, 22 Aralık 2005 tarihinde, hakkında gerekçeli karar açıkladığı Xenides-Arestis Davası’nın, Kıbrıs Sorunu’nun siyasi boyutuna da doğrudan yansımaları olmuş, uyuşmazlık taraflarının pozisyonlarını büyük ölçüde etkilemişti.

Türkiye sorumlu tutuldu

AİHM, Rum davalarında yapmış olduğu tespitlerde, TC’nin kuzeyde etkili kontrolü elinde bulundurduğu için, kuzeydeki mülkiyet haklarının ihlalleri konusunda sorumlu devlet olarak, davalı statüsüne girdiğini ancak kuzeyde Rumlar için etkin bir iç-hukuk yolu oluşturacak ve ihlal edilen mülkiyet haklarına çare olacak yollar kurmasına imkan tanımasının, yani bir iç-hukuk mekanizmasının kurulmasına olanak sağlamasının, KKTC’nin hiçbir şekilde, uluslararası toplum tarafından meşrulaştırılması anlamına gelmeyeceğini; KKTC Anayasası’nın 159. Maddesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uygun olarak teşkil edilmediğini; bu maddede yer alan düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve dolayısıyle, 2003 yılında kurulan Mal Tazmin Komisyonu’nun (MTK), etkili bir iç-hukuk mekanizması olmadığını açıklamıştı.

AİHM’in, Xenides-Arestis Davası kararında, MTK’nin etkili bir iç-hukuk mekanizmasına dönüştürülmesi için yapılması gereken değişiklikleri belirtmiş olması, 2005’de Sn. Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından, TC ve KKTC yetkililerinin işbirliği ile AİHM’nin etkin bir iç-hukuk yolu olarak kabul edebileceği bir komisyon üzerinde çalışmasına yol açmıştı.

2005 yılında, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin yoğun çalışmalarının sonucu olarak, AİHS’e uygun, 67/2005 sayılı Yasa yürürlüğe konarak, Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) kurulmuştu. Ulusal Birlik Partisi bu Yasa’nın Anayasa’ya aykırı olduğunu ileri sürerek, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu ancak mahkeme, Anayasa’nın 159. maddesinin uluslararası hukuk ve sözleşmelere uygun olarak teşekkül edildiğine ve insan haklarıyle uyumlu olduğuna vurgu yaparak, bu başvuruyu reddetmişti.

AİHM’in talep ettiği nitelikte ve AİHS’e uygun olarak yapılan iç-hukuk düzenlemesiyle, 2005 yılında, KKTC’nin 159. Maddesi değiştirilerek, Rumların kuzeyde kalan malları için etkin bir iç-hukuk yolu oluşturuldu ve ihlal edilen haklarına çare bulmayı amaçlayan, AİHM tarafından da tanınan TMK, 2006 yılında bir iç-hukuk mekanizması olarak, yasal çalışmalara başladı. AİHM kararları, Rumların mülkiyet sorunları ve iddia edilen insan hakları ihlalleri için çok önemli bir dönüm noktası olup, KKTC Mülkiyet Rejimini temelden etkilemiştir.

“Demopoulos ve Diğerleri” kararı:

AİHM, “Demopoulos ve Diğerleri” kararında, Annan Planı’na ayrıntılı biçimde geniş yer vererek veönermli noktalarda atıfta bulunarak, 24 Nisan 2004 tarihlireferandum sonuçları hakkında da değerlendirmelerde bulunup, önemli saptamalar yapmıştı. Özetle belirtiyorum:

1. AİHM, Kıbrıs sorununun çözümünün, Kıbrıslı Rumların HAYIR oylarıyle engellendiğine vurgu yaparak, Annan Planı’nın Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarıyle Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’den göç etmiş yerleşiklerden oluşan halihazırdaki kullanıcıların hakları arasında bir denge kurmaya çalıştı,

2. Türkiye’den gelen göçmenlerin sayısının “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin iddia ettiği gibi 100 bin değil, 45 bin olarak öngörüldüğünü,

3. Toprak düzenlemesi yapılacak bölgelerdeki malların eski mal sahiplerine iade edileceğini,

4. Toprak düzenlemesi yapılmayacak bölgelerdeki malların karşılığı olarak, eski mal sahiplerine tam ve etkili bir tazminat ödeneceğini,

5. Çözümden sonra, hâlihazırda kullanmakta olduğu malı iade etmesi gereken kişi, çözüm kurallarına uygun olarak, tazmin edilmedikçe ya da kendisine uygun bir alternatif yerleşim yeri verilmedikçe, kullanmakta olduğu malı iade etme yükümlülüğü altında olmayacaktır! – Kararın metninin önemli olan son cümlesini, örnek olsun diye aynen ve İngilizce olarak aktarıyorum: ECHR – GRAND CHAMBER DECISION (1 MARCH 2010): Section 37.The provisions concerning the redress available are set out below in full:Hearing and reaching a decision 8. (2) (A):(Last sentence): “In such a case, the person who is in possession or holds the ownership of the property in question under the legislation in force but would have to abandon the property after a settlement, shall not have to do so unless such person has been provided with compensation or alternative accommodation under the provisions of the settlement.”

6. Tarafların argümanlarının adanın geleceği ve mülkiyet meselesinin çözümü konusunda uzun süreden beri devam eden yoğun siyasi uyuşmazlıkları yansıttığını,

7. Başvurucuların kuzeydeki malları kullanamadıkları dönem üzerinden 35 yıl geçtiğini, nesillerin değiştiğini ve nüfusun sabit kalmadığını,

8. Kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Türklerin bir bölümünün başka yerlere göç ettiklerini, Güneyden gelen Kıbrıslı Türk göçmenlerin Kuzeye yerleştiklerini, Türkiye’den gelen büyük sayıda yerleşimcilerin Kuzeyde evlerini kurduklarını,

9. Kıbrıslı Rumların mallarının en az bir kez satış, bağış ya da miras yoluyla el değiştirdiğini, dolayısıyla Mahkeme’nin önünde, tüm tarafların siyasi düzeyde bir çözümle sonuçlandırma sorumluluğu altında olduğu bir meseleden kaynaklanan, siyasi, tarihi ve olgusal karmaşıklıklarla dolu davaların bulunduğunu; bu gerçeklik, aradan geçen zaman ve siyasi uyuşmazlıktan kaynaklanan ve hala devam eden gelişmelerin, Mahkeme’nin kararını etkilediğini,

10. Mahkeme’nin açık gerçekler karşısında sessizkalmasının ve gelişmeleri görmezlikten gelmesinin beklenmemesi gerektiğini….vs. vs. ifade ederek ve Kıbrıs’taki siyasi sorunla mülkiyet meselesi arasında bir ilişki kurarak, Rumlar tarafından engellenen Annan Planı’nın reddedilmesiyle birlikte, Kıbrıs sorununun ve özellikle mülkiyet sorununun devam ettiğini vurguladı.

“Demopoulos ve Diğerleri” kararının mülkiyet konusuna yaptığı etkiler

1. AİHM, Rum davalarını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK) kararlarına ve Türkiye’nin KKTC’de etkili ve fiili kontrol uyguladığı iddiasına dayandırıyordu. TC davalı konumunda olduğu ve KKTC’de etkili bir iç-hukuk mekanizması kurulmasına olanak sağlamadığı sürece, davalı konumunu koruyacak ve dolayısıyle, BMGK ile AKBK kararlarından da sorumlu tutulacaktı.

2. Kıbrıslı Rumlar, mülkiyet hakları konusunda, Kıbrıs sorununun çözülmediği sürece, mallarının kendilerine ait olacağını, hukuk mücadelesi neticesinde o malların kendilerine iade edileceğini ve kullanım kaybından doğan zararlarını da elde edebileceklerini düşündükleri için, çözüme motive olamıyorlardı. Yani, çözümsüzlüğün devamının onların yararına olduğuna kanaat getiriyorlardı.

3. AİHM, mülkiyet konusu ile siyasi sorun arasında herhangi bir bağ kurmadığı için, Kıbrıslı Rumlar, kararların da etkisiyle, müzakere masasında, halihazırdaki kullanıcıların haklarını, aradan geçen uzun zamanı ve iki kesimlilik ilkesini dikkate almaksızın, ana ilkenin iade olmasının, uluslararası hukukun bir gereği olduğunu ileri sürüyordu.”

Karardan sonraki etkileri

Karardan sonra BMGK’nin ve AKBK’nin KKTC’nin yasal statüsü ve uluslararası konumu ile ilgili kararlarında herhangi bir değişiklik olmadığını ve Kıbrıs’taki fiili durumun da değişmediğinin altını çizen Esat Mustafa, Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün yalnızca Kıbrıslı Türklere değil, kendilerine de zarar verdiğini fark edeceklerini, bunun da çözüm konusundaki motivasyonu artırabileceğini kaydetti.
“Rumlar, mülkiyetin bireysel davalarla çözülemeyeceğini kavrayacaklar”

“Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türk tarafının savunduğu, mülkiyet konusunun siyasi sorunun bir parçası olarak görülmesi gerektiği ve Kıbrıs sorunu çözülmedikçe mülkiyet meselesinin de ortadan kalkmayacağı tezinin uluslararası toplum ve mahkemeler tarafından da kabul edilmeye başlandığını ve yıllarca devam eden mülkiyet sorununun bireysel davalarla çözülemeyeceğini kavrayacaklar” şeklinde konuşan Esat Mustafa, AİHM’nin, mülkiyet sorununun yalnızca iadeyle değil, tazminat ve takas gibi yollarla da çözülebileceğini ve iadeye ağırlık verilmesinin de gerekmediğini son derece açık biçimde açıklamış olmasının, Kıbrıs Rum tarafını, müzakere masasındaki pozisyonunu gözden geçirmek zorunda bırakacağını belirtti. Mustafa, bu karar neticesinde, Türk tarafının mülkiyet konusundaki tezlerinin uluslararası hukuk tarafından kabul edilmediği yönündeki iddialarının etkisiz kalacağını ve uluslararası hukukla çelişen tezlerin de tamamen çürütülmüş olacağını ifade ederek,
“Çözümsüzlüğün uzaması durumunda, mal üzerinde yaşayan kullanıcının haklarının da o denli artacağını kavrayan Rumlar, Kıbrıs sorununun bir an önce çözümlenmesi konusunda motive olacaklar ve olası bir çözüm referandumunda, büyük bir ihtimalle, 2004 yılında kullandıkları ‘HAYIR’ oyuna karşı, bu kez ‘EVET’ oyu kullanacaklardır” dedi.

***

“Demopoulos ve Diğerleri” kararından çıkarılacak dersler

AİHM’in, “Demopoulos ve Diğerleri” kararında, Birleşmiş Milletler tarafından büyük emek harcanarak hazırlanan ve uluslararası toplum tarafından da tam olarak desteklenen Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddedilmesine rağmen, planın içeriğine büyük önem vermiş ve çözümlenemeyen Kıbrıs sorununun, hem nüfus hem de toprak mübadelesi konularında büyük fedakârlıklar yapmayı ve önemli oranda taviz vermeyi kabul eden Kıbrıslı Türklerden kaynaklanmadığına vurgu yaparak; adadaki mülkiyet sorunlarının ancak siyasi bir uzlaşma ile çözümlenebileceğini saptadığını vurgulayan Mustafa sözlerini şöyle tamamladı: “Halihazırda malı kullanan kişi (kullanıcı) ile kullandığı mal arasında manevi bir bağ oluştuğu için, onun da hakları olduğuna saptama yapan AİHM, çözümsüzlüğün uzaması halinde, kullanıcı haklarının da o denli artacağı açık bir şekilde anlaşılmaktadır ancak kapsamlı bir çözümde, malı terketmesi gereken kullanıcının temel haklarının, taraflar arasında karara bağlanacak kapsamlı çözüm kuralları çerçevesinde belirleneceği de bilinmelidir.

“Yeni mağduriyetler yaratılamaz”

Çözümden sonra, hâlihazırda kullanmakta olduğu malı iade etmesi gereken mevcut kullanıcının, çözüm kurallarına uygun olarak tazmin edilmedikçe, ya da kendisine uygun bir alternatif yerleşim yeri verilmedikçe, kullanmakta olduğu malı iade etme yükümlülüğü altında olmayacağının Mahkeme tarafından açık bir ifade ile atıfta bulunması, kullanıcı haklarının önemini ortaya sermektedir. AİHM aldığı kararla, eski mal sahibinin haklarını teyit ederken, o mal üzerinde uzun yıllar yaşayan mevcut kullanıcının da hak sahibi olduğuna ayrıca, bir hak iadesi yapılırken, başka bir insanın hakkına tecavüz edilmemesi ve mağduriyetler karşılanırken, geniş halk kitlelerini etkileyecek yeni bir mağduriyet ortamının yaratılmaması gerektiğine hüküm vermiştir. Dolayısıyla yaşanan müzakere sürecinde görüşmeci heyet, AİHM’in ‘Demopoulos ve Diğerleri’ kararından iyi bir ders çıkarıp, onu referans alması gerekmektedir.”

1576280cookie-check“Kıbrıs’ta nüfus erozyonu başlayabilir”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.