Kendigider

Dildeki dönüşümleri toplumdaki değişimlerin ruhsal çerçevede bir yansıması olarak değil de, toplumsal olguların bilinçsel düzeyde bir açınımı olarak değil de dilin ırkçı bir anlayışla yabancı ögelerinden ya da katışıklarından arındırılması olarak görenler oldu. Bu kişiler kanı temiz olmayan sözcüklerin yerine yenilerini koymak gereğini duydular ve bu yolda son derece anlamsız öneriler yanında yaşayan dile geçebilen ya da geçebilecek olan olumlu önerilerde de bulundular. Bu yolda epeyce yenilik yapıldı. Yeniliklerden bazıları pek hoşuma gider, bazılarını da çokça yadırgarım. Öneriler tümüyle tutmuş olsaydı benden şu cümlelerle başlayan bir yazı bekleyebilirdiniz: “Ellerinde betiklerinden başka bir nen bulunmayan dörüterleri yırlarını okumak için geldiler.” Olabilirdi. Dil bir sözleşmeler ya da uzlaşmalar ortamıdır. Nitekim çocukluğumuzda ortaya atılmış olan bazı sözcükler tutsaydı bugün daha da basit bir dil kullanıyor olacaktık. “Üniversite” yerine “bilgitay”, “millet meclisi” yerine “kamutay”, milletvekili yerine “saylav” deseydik kötü mü olurdu?

Çocukluğumda yılda bir kere trenle ailece yolculuk yapardık. Savaşın ardından gelen yılların bütün sıkıntılarını yaşadığımız zamanlardı. Trenler tıklım tıklımdı. Vagona girip daracık da olsa bir yere sığışabilenler mutlu insanlardı. Vagonların koridorları insan yığınıydı. Tuvalete gitmek için yol isteyene “Üstüme bas geç” derlerdi. Kompartımanlardan biri boş tutulurdu. Kapısı sıkı sıkı kilitliydi. Oranın neden boş olduğunu üstüne yapıştırılmış olan kağıttan anlardınız: “Saylav kompartımanı”. Babam demiryolcu olduğu için dört köşeli anahtarıyla saylav kompartımanının kapısını açar, bizi içeriye sokardı. O sırada bizimle birlikte sekiz on kişi de koridorun öldürücü havasından kurtulmuş olurdu. O kadar yolculuk yaptık, ben o vagonlarda hiç saylav görmedim. Saylavın o boğuntulu trende ne işi olabilirdi! Bizim bütün çocukluğumuz dildeki dönüşümleri gözlemlemekle geçti. Gençlik yıllarımda dildeki değişimden yana oldum ama bu işin kan temizlemekten daha başka bir anlamı olabileceğini ya da olması gerektiğini de düşündüm. Daha sonra yazılarımda yapay bir dil kullanmak gibi bir katılığa hiç düşmedim. Bu katılığa düşmedim ama dilin dönüşerek güzelleşmekte olduğunu da, dolayısıyla bu dönüşüme katkıda bulunmak gerektiğini de biliyordum. Öte yandan dili kolay yoldan arındırmak adına “cümle”ye “tümce”, “organ”a “örgen” deme kurnazlığı iyiden iyiye sinirime dokunuyordu. Sinirime dokunan bir şey de dili arındırmak adına köylü gibi konuşmak tutkusuydu. Bugün bile öldürseler “sabaha dek” ya da “sabaha değin” demem. Dil her şeyden önce bir tattır, bir lezzettir. Dilin kanını temizlemek adına bu tattan, bu lezzetten vazgeçemem doğrusu.

Bazı sözcükler önerildi. Bunlar tutsaydı bence güzel olurdu. Elbet zordu tutmaları. Belki de tutabilirdi çoğu, ama olmadı. Buzdolabı bu topraklara bir markanın adıyla girdi, “frijider” diye girdi. O zaman peyniri buzdolabına değil frijidere koyarlardı. Sağduyulu halkımız onu sonunda buzdolabı yaptı, ağzına sağlık. Çünkü frijiderin buzdolabı olması milletvekilinin saylav olmasından daha zordu. Neden derseniz, uluslararası sanayi bir ülkeye mallarını sokarken o mallarını adını ulusal dile uydurmak diye bir kaygı gütmüyor. Aynı şey “bilgisayar” için de geçerli oldu. “Kompüter” deme salaklığından kurtulmuş olduk. Bu alet bilgi sayıyor mu saymıyor mu, o başka iş. Önemli olan uygun bir ad koymaktır. Bütün Zeki’ler zeki mi? O zamanki önerilerden tutmayanlar arasında benim gözüm “otomobil” yerine kullanılmak istenen “kendigider”de ve “asansör” yerine kullanılmak istenen “inerçıkar”da kalmıştır. “Kendigider” demek “otomobil” demekten daha kolay bizim için, “kendigider” çok daha uygun dilimize. Ne yaparsınız, tutmayınca tutmuyor.

“Kendigider”i ad olarak kullanamadık ama sıfat olarak kullanabilirdik belki. Neden olmasın? Bence olurdu. Tembelliklerimizle, sorumsuzluklarımızla, çıkarcılıklarımızla, aldırmazlıklarımızla kurduğumuz bu düzen için “kendigider” terimini bal gibi kullanabilirdik. Dere yataklarına ev yapabilen bir topluma; fay çizgisi üzerine derme çatma yerleşim alanları kurabilen, en verimli toprakların bağrına kümes gibi yazlık evler kondurabilen, bu uğurda bağları bahçeleri yok edebilen bir topluma; isteyenin istediği kadar vergi ödediği, eğitimin tam bir plansızlık içinde olağan akışına bırakıldığı ve isteyenin ilkokul isteyenin lise isteyenin üniversite kurabildiği bir topluma kendigider sıfatını yakıştırmak bana olmaz bir iş gibi görünmüyor dostlarım. Konuyu oradan alıp buraya getirmemiz domuzluğumuzdan değil üzüntümüzdendir.

642720cookie-checkKendigider

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.