KIBRIS’TAN… AB’nin anladığı dili biliyor muyuz?

Hayır bilmiyoruz. Aslında Türkiye de bilmiyor.


1838 Balta Limanı anlaşması ile dönemin Avrupalı güçlerine tanınan imtiyazlar ile 1995 yılında dönemin Başbakanı Çiller’in yaptığı büyük hata sonucu AB ile imzalanan Gümrük Birliği anlaşması tamamen aynı. İkisinde de yenen kazık çok büyük.
Bu Gümrük Birliği anlaşması ile Türkiye elindeki en büyük kozu da, daha başında Avrupalılara kaptırmış.


Avrupalı’nın anladığı bir tek dil var ve o dilin içinde de sadece bir tek kelime var;  “Güç”. İşte bu çok önemli tek kelime de sadece “Parasal Güç”ü tanımlıyor. Aynı tanım altındaki “Siyasi güç”, “Hukuk gücü”, “Askeri güç” ve Mağusa’mızın futbol takımı “Türk Gücü” ise ikinci ve sonraki sıralarda önem taşıyan güçler. Hiçbir “kıymet-i harbiyyeleri” yani değerleri yok.
Varsa da yoksa da, “Parasal Güç”.


Batı, geldiği aşamada Hukuksal Haklılığınız olsa dahi kendisinin “Siyasal Gücü”nü daha üstün görüyor ve politikasını da ona göre planlayıp yönlendiriyor. Bu kavramı artık resmen hem dile getiriyor hem de uyguluyor.


Böylesine bir anlayışın karşısında artık Politik ve Hukuksal bir mücadele ile değil,  başka bir yöntem ve güçle durmak gerekiyor. İşte bu güç de “Para”.


Yapmamız gereken, bazı ülkeleri yanımıza çekmek, çizdiğimiz hedefe yönelik çalışmalarımıza kapı açılabilmesi için söylemek istediklerimizi onlara söyletmek, olanaklar içinde çok fazla sayıda ses çıkarttırabilmek ve AB’yi can evinden vurmak.


Neresi bu AB’nin can evi?. Demin söylemiştim ya! “Para”.


AB mallarını almamak, devlet ihalelerine AB’li şirketleri sokmak ama ihale vermemek ve benzeri ekonomik ambargo uygulamalarına işlerlik kazandırmak. İşte AB’ye Türkiye’yi ciddi bir şekilde muhatap aldıracak ve yirmi dört buçukuncu AB üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile muhatap ettirmeyecek yöntem bu.   


Gümrük Birliğinden hemen ve derhal çıkmak gerekiyor. Zaten bu Gümrük Birliğinin Türkiye’ye zararından başka hiçbir faydası yok. AB ile yapılan bu Gümrük Birliğine alternatif olarak, ABD’nin Kuzey Amerika ülkeleri ile yaptığı NAFTA anlaşması tipinde ikili, üçlü, dörtlü anlaşmalar yapmak, Türkiye’nin elini çok daha fazla güçlendirecektir.


Türkiye AB ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşmasıyla, AB’nin ortak gümrük politikasını uygulama yükümlülüğü altına girdi ve AB’nin kendi çıkarları doğrultusunda üçüncü ülkelere karşı aldığı dış ticaret kararlarını, Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişse dahi uygulama zorunluluğunda kaldı. Mesela Mısır’la veya Pakistan gibi üçüncü ülkelerle yaptığı karşılıklı ticarette, AB Gümrük Birliği nedeni ile hep kaybeden taraf oluyor Türkiye.  


Bu nedenle, öncelikle 1995 yılında AB ile yapılan Gümrük Birliği anlaşmasından Türkiye’nin son 11 yılda gördüğü onarılmaz zararlar, AB tarafından tazmin edilmelidir. Sonra da zamanı gelince girmek üzere AB’den kopmak gerekiyor.


Türkiye’nin bileklerinde, anahtarı AB’de olan Gümrük Birliği kelepçesi bulunduğu müddetçe içe dönük veya dışa yönelik, hiç bir politikası başarılı olamaz. Bırakın başarılı olmayı, ağza bile alınmaz.
   
AB’nin bir tek anladığı sözcük olan “Parasal Güç”e pranga vurduğunuz vakit veya onu gemlediğiniz vakit AB sizi dinlemeye ve dikkate almaya başlar.


Zaten Batı kültüründe “Başkalarına hak vermek” gibi bir kavram yoktur. Bükemediği bileği öpmek kavramı vardır.  Şimdilerdeki söylemleri “Haklarını bilenlerle dostça anlaşmalar yaparız”dır.


Bu nedenle, Türkiye AB Gümrük Birliğinden kopmalı, biz Kıbrıs’lı Türkler de tatlı birer hayal olan  “Mali Yardım Tüzüğü” ve “Direk Ticaret Tüzüğü” gibi AB kökenli her tür kandırmacalardan ve elma şekerlerinden vazgeçmeliyiz.
 


*Prof. Dr

654830cookie-checkKIBRIS’TAN… AB’nin anladığı dili biliyor muyuz?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.