Kuzey Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu solun desteğini kazanan Mustafa Akıncı kazandı.
Kuzey Kıbrıs’ta ikinci tur seçime katılma oranı yüzde 64 olduğu, geçerli 108 bin oyun yüzde 60’ını da Akıncı’nın aldığı açıklandı. Akıncı’nın kazanmasına sevinmeyi bir yana bırakırsam, yapılan seçim eksik bir demokrasiydi… KKTC dışındaki Kıbrıslı Türklere seçimlerde oy hakkı tanınmadı. Oysa adadaki kadar yurtdışında da KKTC vatandaşının yaşadığı sanılıyor.
Akıncı’nın seçilmesiyle adada yeni bir dönem başlayacak… Ben çekimser bir iyimserlik içindeyim. Kıbrıs’ın Güneyi’nde AKEL’in lideri Dimitri Hristofias ve Kuzey’inde AKEL ile benzer çizgideki CTP lideri Mehmet Ali Talat’ın cumhurbaşkanlıklarının 2 yıllık süre içinde (2008-2010) denk düştügünde çok iyimserdim. İki yoldaşın adanın makus talihini değiştirecek bir çözüme ulaşacağını sanmıştım. Soldaki iki lider haybeye 60’dan fazla görüşme yaptılar.
Kıbrıs’ın yazgısı ne yazık ki Kıbrıslılar dışında yazılıp çiziliyor. Türkiye, Yunanistan, üsleri bulunan İngiltere ile ABD, Rusya ve AB adanın geleceği ile yakından ilgili… Adanın toplam nüfusu tek başına Erzurum kadar, 800 bin dolayında. Neredeyse dünya nüfusunun üçte biri olan ülkeler topluluğunu yönetenler bu küçük fakat stratejik adanın iplerini elinde tutuyor.
Bir zamanlar Lefkoşa’nın başarılı belediye başkanı olan Akıncı, seçim öncesinde BBC’den meslektaşım Hüseyin Alkan’a seçilmesi durumunda yeni bir vizyon doğacağını öngörerek “(Görüşmeleri sürdüreceği Güney’in cumhurbaşkanı) Anastasiades ile hemen hemen aynı kuşağa aidiz. Biz de beceremezsek bizden sonraki kuşaklar ne yapar bilemem” demişti.
Akıncı iplerin Kıbrıs dışında olduğunu iyi bildiği için temkinli yaklaşarak “Vatandaşlarımıza dört boyutlu bir siyaset açıklaması yapıyoruz. Birincisi, çözüme odaklı siyasettir. Bir diğeri toplumsal konulara duyarlılıktır. Üçüncüsü, Türkiye ile ilişkilerde karşılıklı saygıya dayalı yeni bir ilişkidir. Dördüncüsü de bağımsız ve tarafsız bir cumhurbaşkanıdır. Türkiye ile ilişkilerde temel kural şudur. Ne çatışmacı ama ne de teslimiyetçi. Uzlaşmacı bir yaklaşım sergileyeceğimizi söylüyoruz” diyor…
“Şimdi bir doğal gaz dinamiği var” vurgusunu yapan Akıncı, “Tehditlerden arınmış bir Doğu Akdeniz ve bir Kıbrıs adasını, 9 bin kilometrekarelik küçük bir adayı, iki ayrı idare, iki siyaseten eşit varlık ama tek bir coğrafya olarak planlamanın akılcılığı ortadadır” diye devam ediyor.
Adaya kalıcı çözümün; BM gözleminde görüşmeleri sürdüren iki toplum liderinden öte, saydığım ülkelerin irade göstermesiyle geleceğini düşünüyorum. Belki adanın çevresindeki zengin doğal gaz rezervleri ya da Ortadoğu’daki konjontürel değişimler bu harici ülkeleri istikrarlı ve kalıcı barışa sahip bir ada paydasında biraraya getirebilir. İşte o zaman adada barış olur… Yoksa Akıncının akınlarıyla olacak iş değil. Çekimserliğim bu…
İyimserliğim ise Akıncı’nın cumhurbaşkanlığı döneminde adadaki rüşvet, adam kayırma, yolsuzluk gibi olayların üzerine gidileceğini, doğanın korunacağı, hakların gelişeceği velhasılı Kuzey’in daha yaşanılabilir bir bölge olacağını söyleyebilirim. Ötesi ise hayalkırıklığı…
“Mücadele Yılları” başlıklı kitabın yazarı, Kıbrıs’ta 1958 öncesindeki sendikacılardan Hulus İbrahim’in sözleriyle, Kıbrıs Sorunu’nun başlangıcını yinelersem:
“ABD ve İngiltere soğuk savaş döneminde kapitalizmin en zayıf halkası Kıbrıs adasını sosyalist bloğa kaptırmamak ve güçlü sendikal örgütlenmeyi dağıtmak amacıyla, yerli halkı Rum ve Türk diye birbirlerine düşürerek çatışma yarattı ve sonuçta adayı ikiye böldü. Kıbrıs’ta 1958 öncesinde örgütlü emekçi oranı, fazla mesai ve yıllık izin hakkı Avrupa’dan çok ileri olduğu görülecektir. İşverenlerin emeği, sendikalardan kiralaması da başta ABD ve batıyı ürkütecek bir modeldir.”
Çekimser iyimserlikte haklı değil miyim?