Kültür varlıkları neden tehdit altında?

İstanbul’da restorasyon adı verilen uygulamalarda kendisinden farklı olanı sürekli kendi kurmaca dünyasına katmaya çalışan ideolojik bir yaklaşım söz konusu. Yalnızca bir örneği ele alalım: İstanbul’un surlarında yaklaşık yirmi yıldır süren inşaat İstanbul’a yeni simgeler yaratma telaşındaki yöneticilerin İstanbul’daki bin misli değerli, ilgi çekici yapıları nasıl algıladığını gösteren tipik bir örnek.

Ortaçağ’dan bugüne kadar surlarını koruyabilmiş ender kentlerden biri olan İstanbul, en önemli kültür varlığını çok büyük bütçeler harcayarak yok ediyor. İstanbul’da kültür varlıkları zamanın, doğanın yıpratıcı etkilerinin, deprem riskinin değil, öncelikle ‘restorasyon’ adı verilen uygulamaların tehdidi altında. Surların yeniden inşa edilen bölümlerinde bir karpuz sergisindeki gibi dizilmiş olan taşları görenler şaşırıyor. (Merdiven biçimindeki yeni mimari düzenlemeler yıkıntıların ‘restorasyon’ sonrası kazandığı yeni biçimler.) ‘Restorasyon’ adı altında İstanbul’da yıkıntıların dahi taklit edilmeye çalışıldığına inanmak gerçekten çok zor.

Oysa şaşıracak bir şey yok. İstanbul’da yalnızca sivil mimarlık eserleri değil, arkeolojik yapılar, anıtlar yenileniyor. (Küçük bir istisna ile: Bir avuç duyarlı mimarlık tarihçisi, restorasyon uzmanının olağanüstü çabaları ile gerçekleştirdikleri hariç.) Neden diye sorarsanız: Kent yönetimi işe tersten bakıyor, tersten başlıyor. İlk önce uygulamaya, ihale yapmaya girişiyor. Yaptığı ihalelerde araştırma kurumları, uzmanlar ise sanki ‘adet yerini bulsun’ diye uygulamaya bağımlı olarak işlev kazanıyor. İstanbul halkının “aman ne olur şu surlar yeniden inşa edilsin” diye kent yönetimine talepte bulunduklarını zannetmeyin. Yöneticiler halk istediği için surları yeniden inşa etmeye kalkışmıyor.

Böyle bir talepte bulunan yok. Yönetimler restorasyon uygulamaları ile yalnızca -kapalı bir karar ortamında etkin hale gelen- hizmet üreticilerinin, proje ve inşaat işleri yapanların taleplerini karşılıyor. Kent yönetimi bu talepleri karşılayarak tarihsel mirasa, kültür varlıklarına sahip çıktığını düşünüyor. Müteahitler ne yapıyor? Bugüne kadar yapılan uygulamalarda olduğu gibi belki taşla kapladıkları alanların metrekaresi üzerinden para alıyorlar. İnşaat işleri başlamadan önce hazırlanan projeleri gerçekleştirmek için gayret ediyorlar.

Proje dediğimiz şey ise başlı başına bir sorun. Ne kadar iyi hazırlanırsa hazırlansın, ihale dosyaları, projeler, her şey kağıt üzerinde kalıyor. Müteahhitlerin çalıştırdıkları insanların niteliği, niyeti ne olursa olsun, asıl sorun böyle bir uygulama için gerekli olan hizmetlerin profesyonelleşmemiş olması. Profesyonellikle ilgili en basit, en temel yöntemler dahi ihmal ediliyor.

Projelere bakarsanız,  ‘yeniden canlandırma’, ‘işlevlendirme’ temaları öne çıkıyor. Kültür mirasının ayrım gözetilmeden ‘turizme kazandırılması’, yani yeniden üretilerek, işlevlendirilmesi düşünülüyor. Çok kültürlü bir yaklaşım yerine ‘restorasyon’ adı altında tek boyutlu, homojen bir mekan anlayışı egemen hale geliyor.

Oysa tarihi binalar, anıtlar bugünkü teknik araçlarla ve yöntemlerle elbette betimlenebilir. Hatta yeniden dahi üretilebilir. (Örneğin Londra’da Sheakspeare’in oyunlarının nasıl bir ortamda sergilendiğini göstermek için yapılan Globe Tiyatrosu böyle bir şeydir.) Oysa yeniden canlandırma, ‘restorasyon’ değildir.

Bu tür çalışmalar kültür mirasının korunması anlamına gelmezler. Yalnızca araştırmalara bağlı varsayımlar olarak geçmiş hakkında fikir verebilirler. Örneğin İstanbul’da da surlarının ve çevresinin eski hallerine yönelik varsayımlar dijital ortamda yeniden canlandırılabilir. Gezenlere, ilgi duyanlara gösterilebilir. Hatta İstanbul surlarının -bugün kaybolmuş bir bölümü- güncel bir canlandırma yapma amacıyla (yani geçmişte nasıl olduğunu göstermek için) yeniden inşa edilebilir. Buna karşılık bir temsili dokümanı mekanda tekrar kurmaya çalışmak, ‘restorasyon’ adı altında -surların büyük bir bölümünde olduğu gibi- yeniden inşa etmeye kalkışmak, yüzyılların birikimini bir anda yok ediyor.

Bu nedenle restorasyon, ihale, uygulama vs. gibi bütün bu kavramlar araştırmaların, profesyonel uğraşların en son aşamaları olmalıdır. Bugünkü uygulama sonuçlarına bakılırsa, bir deneyim oluşturacak süreç yaşanması için bu müteahitlik terimleri hiç kullanılmamalı, bu aşamada yalnızca bir araştırma-belgeleme süreci ile yetinilmelidir. Yapılması gereken ilk iş, profesyonellerin, bağımsız uzmanlık kurumlarının nasıl işlev kazanacağını düşünmektir.

Kent yönetiminin bağımsız uzmanlık kurumlarını bu çok önemli arkeolojik mirası ‘bir tarihsel doküman’ olarak araştırmaya çağırması gerekir. Yeni teknikler kullanılarak, zeminde henüz arkeolojik kazı yapılmamış alanlardaki kalıntıların yerleri belirlenmelidir. Surlardaki değişik kullanım ve onarımların izleri dahi bir ‘mekansal doküman’ olarak bu anıt yapıların değerine katılan unsurlar olarak görülebilir. Çalışmaların her adımında, özellikle rölöve ve temizlik çalışmaları (hem dolgu toprağın hem yapının temizliği) sırasında- dikkatli bir arkeolojik araştırma gereklidir.

Araştırma çalışmaları mutlaka uzmanların katılacağı workshoplar ile birlikte yürümelidir. Kent yönetimi uluslararası araştırma kurumları ile işbirliği yapmalı, deneyim paylaşmalıdır. Bağımsız bir kurul arkeolojik kazı, temizlik, konsolidasyon, konservasyon ihtiyacı gibi ne gerekiyorsa belirlemelidir. Bu yapılmadan kent yönetimin tarafından hiçbir ihale yapılmamalıdır.

SONUÇLARDAN KİM SORUMLU?

Unutmayalım ki kültür mirası konusundaki çelişki hala ideolojik: “Bizans, diyerek onlar bu kenti bizim elimizden almak istiyorlar. Camileri müze yapmak istiyorlar! Bu yüzden tarihin izlerini silmeli, geçmişten kalan her şeyi kendimize mal etmeliyiz.” Hiçbir zaman açık olarak dile getirilmese de kentin aklını peynir ekmekle yemesi anlamına gelen bu korku siyaseti yönetiyor.

Böylece fetihçilik kendisini sürekli tehdit altında gören yönetimin kendi gölgesi gibi yanından ayrılmıyor. Diğer tarafta akademya ve aydınlar siyasal iktidar karşısında ötekini temsil eden ‘Bizans’a dönüşüyor. (Fetih metaforunun bu durumda -iktidar ele geçirilmiş olduğuna göre- temsil kabiliyetini kaybettiği ve dışlanan halkın iktidarı ele geçirmesini değil, ‘saray içi’ bir mücadeleyi simgelediği söylenebilir.) Bu durum da gösteriyor ki mesele henüz anlaşılmış değil.

Olayı yeniden okumayı önermemiz gerekiyor: ‘Kültür mirası’nın korunması neden gereklidir? Birinci yaklaşıma göre kültür varlıkları ecdadımızdan kaldıkları için korunmalıdır. (Bu yaklaşımın modern ulus kimliğinin inşa edilmesi sürecindeki sahiplenme biçiminin bir uzantısı olduğu söylenebilir.) İkinci yaklaşım ise kültür mirasının ‘tarihsel bir belge’ niteliği olduğu ve dünya için değer taşıdıklarını varsayar. (Bu yaklaşım da kültür mirasının kendiliğinden bir değer taşıdığı ve bu değerin fiili olarak ortada olduğu kabulünden yola çıkıyor.)

Kökeninde böylesine bir tercih olsa da akademik ilgi bugün bu yaklaşımların ötesine geçmek zorunda: Kültür mirası bize geçmişten kalan bir belge ise, bu ne tür bir belgedir? Geçmişi güncel olandan ayırt eden nedir? Bu soruları sormaya ve sorunu tanımlamaya başlamak, ilk önce farklılığı anlama çabasına girişmek demektir. Kültür mirası geçmişi göstermeye değil, güncel olandan geçmişe uzanan bir farkındalık biçimine işaret eder. Tarih yalnızca bize geçmiş hakkında bilgi vermez, yaşadıklarımızı tanımlamamıza yardımcı olur. Kültür varlıklarının korunması meselesi ‘ecdadımızın eserlerine sahip çıkma’ dürtüsü ile gerçekleşen bir olgu değil, modernleşmenin bir göstergesidir. İstanbul’un modernleşmesi bugünkü tepeden inmeci, ulus devletin inşası sürecinden bugünlere uzanan bir uzmanlık paradigması ile yürütülemez.

Kültür varlıklarını halka rağmen korumaya çalışmak, olsa olsa seçkinci/korporatist bir uzmanlık iktidarının ütopyası olabilir. (Bu ütopya sınırlı bir kamu alanı içinde kentsel hareketliliği kapsadığını varsayıyordu.) Bugün halk yönetim işlevlerinden yararlanmak yerine, kurtulmak için uğraşmakta. Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılması (ve Tehdit Altindaki Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması) tartışılan İstanbul’da bugün kültür varlıklarının bugün tehdit altında olmasının en önemli nedeni halkın kültür varlıkları konusunda bilgi sahibi olmaması. (Korumacılık denen şeyin kendisine eziyet etmek için seçkinler tarafından uydurulmuş bir takım kurallar olduğunu düşünüyor.) Bu nedenle bugünkü durum herkes için bir sınav niteliğinde. Kötü restorasyon uygulamaları nedeniyle kent yönetimleri sorgulanırken, uzmanlık işlevleri de sorgulanmalı. 

______________
Korhan Gümüş / [email protected] [email protected]


 
 
 

 

 

1633710cookie-checkKültür varlıkları neden tehdit altında?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.