Kömür maden üretiminin tarihsel arka planı ve Soma katliamı

Soma Kömür İşletmelerinden gerçekleşen katliamda 300’ün üzerinde maden işçisinin yaşamını yetirmesinin yankıları bütün dünyada devam ediyor. Sadece katliamın meydana gelmesi değil aynı zamanda, AKP iktidarının, ülke genelinde oluşan tepkilere nedeniyle yapılan protestolara saldırması, Erdoğan’ın yaşamını yetiren bir maden işçisinin yakınını tokatlayarak ‘başbakana istifa dersen tokat’ı yersin’ demesi ve Başbakan müşaviri Yusuf Yener’in bir göstericiyi tekmelemesi, Soma Kömür İşletmelerindeki katliamının uluslar arası alanda çok daha fazla gündemleşmesini sağladı denebilir. Bir bakıma katliam ile iktidarın politik yönelimi arasında bir bağlantı kurulmuş oldu.

Erdoğan’ın, özellikle 152 yıl önce İngiltere’den ve 108 yıl önce Fransa’dan gerçekleşen Kömür işletmelerindeki kazaları örnekleyerek, bu işin ‘fıtratında ölüm vardır’ bakış açısıyla Soma katliamını sıradanlaştırmak istedi. Aynı şekilde işletmenin sahibinin de Erdoğan’ı protokolde karşılamış olması, dikkatleri özellikle AKP ile Soma Holding arasındaki ilişkilere yönlendirdi. Bu bakımdan; Soma Kömür İşletmelerindeki katliamın ekonomik ve politik ağların çok daha derin ve karmaşıktır.

Kömür, sanayi kapitalizmin doğuşuyla en stratejik madenlerden biri haline geldi. Sanayi üretiminde elektrik kullanımının çok kapsamlı bir şekilde artması dünya genelinde kömür madenine olan talebi de arttırdı. Kapitalist üretim alanlarının hızla artmasına bağlı olarak enerji üretiminin ana eksenini kömür işletmeleri oluşturdu. Bu aynı zamanda başlı başına yeni bir söktürün doğuşu oldu. Sadece enerji üretimi değil aynı zamanda doğrudan sanayiye bağlı madenciliğin en geniş kesimini oluşturan işçiler, sınıfının önemli bir halkası haline geldi. Maden işçileri ve özellikle kömür işçileri kapitalist sistemin en çok değer üreten, en çok sömürülen kesimleri olarak ön plana çıktı. Öyle ki, her yıl binlerce işçinin yaşamını yitirdiği kömür-sanayi sektörü, uluslar arası şirketlerin rekabetinin yoğunlaştığı alanlardan biri haline geldi.

Kömür madeni, 160 yıldan fazladır, enerji üretimindeki belirleyiciliğini halen korumaya devam ediyor. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde bu durumun korumaya devam edecek gibi görünüyor.

1960’lı yıllara kadar Kömür madeninin enerji üretimindeki payı yaklaşık olarak % 65 civarındayken, petrol ve son 20 yıldır doğal gazın kullanılmaya başlanmasıyla % 30’lara gerilemiş durumda. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerin teknolojilik alandaki gelişmelere paralel olarak enerji üretiminde ‘yeni’ ve daha ucuz alternatiflere yönelmeye başladılar. Ayrıca bu ülkelerde ekolojik-toplumsal bilinç eksenli artan sosyal hareketler; kömür, petrol ve hatta nükleer gibi hem topluma hem doğaya karşı zararlı hale getirilen maddelerin enerji üretiminde kullanılmasını giderek sınırlandırdı.

Ayrıca 2011 yılı verilerine göre Türkiye’de üretilen toplam 228,4 milyar kWh elektrik enerjisinin, % 28,1’i kömürden (% 17’si linyit ve % 11,1’ide taşkömürü (ithal kömür dahil)), elde edilmiş. Türkiye’nin enerji üretiminde kömür üretimi stratejik önemini koruyacaktır.

Gelişmiş küresel kapitalist ülkeler, kömür madeninin enerji üretiminde kullanılmasını önemli oranda durdururken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran çok daha fazla artmak ve enerji üretiminin önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı, 2009 yılı verilerine göre bugün dünya genelinde 723 milyar tonu taşkömürü ve 277,5 milyar tonu da linyit olmak üzere yaklaşık 1 trilyon ton’dan fazla olduğunu belirtmiştir. ABD’de toplam 266,5 milyar ton kömür rezervi bulunuyor. Çin’de toplam 191,6 milyar ton rezerv, Rusya’da 160,0 milyar rezerv ve Hindistan’da toplam 76,9 milyar rezerv bulunmaktadır. Yani dünya toplam kömür rezervinin yaklaşık olarak 695 milyar tonu yani % 69,5’i bu dört devletin elinde bulunuyor.

Burada iki temel olgu ön plana çıkıyor. Birincisi gelişmiş küresel kapitalist ülkelerin kömüre dayalı enerji üretimini minimum düzeye indirirken, tersine küresel sistemin gelişmekte olan ülkelerinde kömür üretimi ve tüketimi çok daha hızla artmaktadır. Çin’in 2008 yılındaki kömür üretimi 2,5 milyar ton, 2011 yılında ise 3,6 milyar tona çıkmış bulunuyor. Dünya kömür üretiminde büyük bir farklı önde olan Çin, enerji üretiminde kömür en büyük payı oluşturuyor. Aynı şekilde Hindistan ve Endonezya gibi gelişmekte olan ülkelerde kömür üretiminde çok ciddi bir artış yaşanıyor. Bu durum, Pekin ve Yeni Delih gibi milyonları barındıran mega kentlerde karbondioksit gibi zehirli gazların artmasına ve çok daha büyük sosyal sorunların oluşmasına yol açmaktadır. Kürsel sermayenin ucuz iş gücünün çok yoğun olduğu Çin ve Hindistan’a akması, üretimin bu bölgelerde yoğunlaşması nedeniyle kömür gibi madenlerin kullanımını da en üst boyuta çıkartmaktadır.

Ayrıca günlük ev yaşamında, doğal havayı kirleten CO2 oranın çok yüksek olduğu kömürün bir ısıtma aracı olarak kullanılması, büyük şehirlerde karbondioksit oranının normal değerlerin üstüne çıkarak yarattığı hava kirliliği çok büyük riskler taşıdığı verilerle ortaya çıktı. Hemen her ülkede sorun olan bu durum özellikle gelişmekte olan ülkelerde hem doğayı hem de insan sağlığını çok açık olarak tehdit ediyor.

ABD kömür üretiminde ikinci sırada olmasına rağmen, enerji üretimindeki payı giderek düşüyor. Almanya ve Fransa gibi AB ülkeleri kömür üretimini önemli oranda durdurmuş durumdalar. Mevcut kömür yataklarındaki kar onarlarının önemli oradan düşmesi ve verimli olmaktan çıkması nedeniyle alternatif enerji kaynaklarına yönelmeleridir. Bu nedenle Almanya 2016’da Fransa ise 2018’de kömür üretimini bütünüyle durdurma kararı aldı. Bugün Avrupa bakımından önemli bir güvenlik tehdit oluşturan nükleer enerji üretiminin de kaldırılmasına yönelik yürütülen kampanyaların etkili olmaya başladığını söylemek mümkün.

Dünya genelinde Kömür üretiminde çalışan maden işçisi 20 milyon olup bunun yaklaşık olarak 5 milyonu Çin’in maden sektöründe çalışmaktadır. Her yıl ortalama olarak meydana gelen kaza sayısı 24.500’dür. Yıllara göre ölümlerde belirli bir düşüş meydana gelmiş olsa ra, kazalarda ölenlerin tespitini yapmak son derece zordur. Özellikle Çin, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerde kaza oranları diğer gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla çok daha fazladır.

1850’lerden 1970’lere kadar geçen süreçte Maden ocaklarında özellikle kömür maden işletmelerinden meydana gelen kazalardan binlerce işçi yaralandı ve yaşamını yetirdi. İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Avustralya ve Amerika Birleşik Devletlerinde kömür işletmelerinden çalışan işçilerin çok önemli bir kısmı, bir dönem Afrika’dan köle olarak getirtilen siyahlardı. Marks’ın kapitalde İngiltere’deki kömür madenlerinde çalışan işçilerin durumuna yönelik yapmış olduğu değerlendirmeler, bugün özellikle Çin, Hindistan, Endonezya, Türkmenistan ve Türkiye gibi ülkelerde çok daha belirgin olarak yaşanmaktadır. Ayrıca ikinci dünya savaşından sonra özellikle Almanya, İtalya gibi ülkelere gelen Türkiyeli göçmen işçilerin çok önemli bir kesimi kömür madenlerinden çalıştırıldılar.

Kömür-sanayi üretimi gibi merkezlerin özellikle devletlerin stratejik alanları olması nedeniyle bu iş kollarında meydana gelen kazaların ve bu kazalardaki ölümlerin önemli bir kısmı kamuoyundan gizleniyor. Çin’de 2000 yılında Çin’de meydana gelen maden kazası 2.853 ve ölen maden işçisi 5.789 olarak belirlenmiş, 2009 yılında kaza sayısı 1.616’ya, ölümler ise 2,631’e gerilemiş. 2013 yılında ise maden kazalarında ölen işçi sayısı 1,049 olarak gerçekleşmiş. Bu oran halen oldukça yüksek olmakla birlikte, Çin’de maden üretimin yüksek teknolojinin kullanılmaya başlanmasıyla ölüm oranları hızla düşmeye başladı. Buna rağmen işçilerin iş güvenliği bakımından dünyanın en sorunlu ülkelerinden biri Çin’dir.

Türkiye, Kömür maden işletmelerindeki meydana gelen kaza ve ölüm oranları bakımından dünyanın en önde gelen ülkesidir. Öyle ki bu oran Çin’in çok ilerisidedir. Örneğin dünyanın kömür madeni işleten iki önemli ülkesi ABD ve Çin’de ise ölüm oranları Türkiye’ye göre oldukça düşüktür. Çin’de milyon ton başına ölüm oranı 2000 yılında yüzde 4,8’iken; 2008 yılında % 1,27’ye, 2013 yılında ise 1,2’ye düşmüş bulunuyor. ABD’de ise aynı yıllara oranla 2000 yılında % 0,03’e ve 2008’de ise % 0,02’ye gerilemiş durumda.
TMMOB’nin 2010 yılındaki madenlerdeki iş kazalarına ilişkin raporuna göre işletmelerde üretilen milyon ton taş kömürü başına düşen ölüm sayısı 2000 yılında TTK’da % 3,98 iken, özel sektörde % 59,25’ti. 2008 yılında ise oran TTK’da % 4, 41’e ve özel sektörde ise bu oran % 11,50 olarak gerçekleşmiş bulunuyor. Türkiye’nin kömür madenlerinden meydana gelen kazaların ve ölüm oranları bakımından dünyadaki maden işçilerinin % 25’ini oluşturan Çin’in çok ilerisinde olması, devletin özellikle maden işçilerine yönelik izlemiş olduğu politikaların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

TEPAV Uzmanlarında Selin Arslanhan ve Hüseyin Ekrem Cünedioğlu tarafından hazırlanan “Madenlerde Yaşanan İş Kazaları ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme” isimli raporda ‘kömür sektöründe 1991-2008 döneminde iş kazaları ve meslek hastalığı nedeniyle toplam 2 bin 554 kişi hayatını kaybettiği, sürekli iş göremez hale gelenlerin sayısının ise 13087 olduğu’ belirtiliyor. Soma Madenci katliamı ile gündeme gelen, sorunların tahmin edilenden çok daha büyük ve kapsamlı olduğu verilerle ortaya çıkmış durumda.

Kömür Madeni İşletmelerinde kazaların sıklıkla gelmesi ve bazen yüzlerce işçinin yaşamına neden olması Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi bir kaçınılmaz son değildir. Bu tamamen kapitalist tekellerin yüksek kar hırsına dayanan politikaların bir sonucudur. Toplumsal duyarlılığın arttığı, işçilerin kendi ekonomik, sosyal ve politik sorunlarına sahip çıkma düzeyinin yüksel olduğu ülkelerde, özellikle maden sektöründeki kazalara yönelik önlemler alınmaktadır. .

Soma’da Yaşanan Madenci Katliamıdır.

Soma Holding tarafından üretilen kömür işletmelerinden meydana gelen katliam esasen küresel sermayenin dayattığı özelleştirme politikalarının bir sonucu ve yansımasıdır. Soma’da olan sıradan bir iş kazası olmayıp, gerçekleşme olasılığının oldukça yüksek olduğu ve önceden tahmin edilen bir katliamdır. Şirketin karını maksimal yapmak için iş güvenliğine dair hiçbir önlemin alınmadığı daha ilk gününden itibaren ortaya çıktı. Soma maden işçilerinin net aylığı yaklaşık olarak 900 TL civarında olduğu bizzat işçi aileleri tarafından açıklandı. Bir bakıma 300 Euro’ya denk gelen aylık ücretiyle, Türkiye’deki madencilerin ekonomik koşullarının Çin, Hindistan, Bangladeş, Pakistan gibi ülkelerin seviyesinde olduğu ortaya çıktı. Şirket sahiplerinin övünerek kamuoyuna yapmış oldukları açıklamada ton başına maliyeti 120 dolardan 23 dolara indirdiklerini açıklarken, aslında bunun işçilerin emek güçlerinin nasıl çalındığını, hangi düzeyde sömürüldüklerini anlatıyorlardı. Aynı şekilde teknoloji transferi yapmadıkları ve halen verimliliği düşük ve riskli olan makinelerle üretim yaptıkları, özellikle bin metre yerin dibinde olası bir kaza karşısında işçilerin can güvenliğinin söz konusu olduğu alanlarda hiçbir önlem almadıkları kanıtlanmış durumda.

Soma Madenci katliamı, birincisi, iktidar ile sermaye ilişkisinin çok yönlü sorgulanması bakımından pratik bir fırsat sundu denebilir. Özellikle şirket sahiplerine en büyük desteği veren AKP’nin arka plan kirli ilişkilerin bir sorgulanmasına olanak yarattı.

İkincisi, işçi sendikaları denen örgütlerin sermaye ve iktidarın birer yan kurumları olarak çalıştıklarını ortaya çıkardı. Özellikle İslamcı iktidarın bir politik bürosu gibi çalışan ve üretim faaliyetinin olduğu hemen her yerde örgütlenen ‘İslamcı Sendikal Örgütlerin’ işçilerin çıkarlarını hiç şekilde savunmadıkları Soma örneğinde bir kez daha görüldü.
Üçüncüsü, devlet-sermaye ittifakıyla işçilere yönelik çok kapsamlı saldırıların örgütlendirildiğini gösterdi. Devletin bütün silahlı ve bürokratik gücüyle, Soma katliamının gerçek nedenlerini gizlemek için işçileri ve ailelerini çok yönlü tehdit ettiği ortaya çıktı.

Dördüncüsü, işçilerin yaşamlarının sermaye bakımından hiçbir değerinin olmadığı ve olmayacağı, onlar esas amacının daha fazla kar elde etmek olduğu, Soma işçilerine yönelik uygulanan toplu katliamla bir bakıma belgelendi.

Beşincisi, maden işçilerinin aylık yaklaşık olarak 300 euro ile çalıştırılarak iliklerine kadar sömürüldüğünü gösterdi. Böylelikle, ‘işçiler için canımız feda’ gibi yalanların pratik bir değerinin olmadığı anlaşıldı.
Altıncısı AKP’nin büyük bir kararlılıkla uyguladığı taşeronlaştırma politikasının işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve politik haklarına veya çıkarlarına nasıl bir saldırı olduğu bir kez daha gözler önüne serdi.
Yedincisi Erdoğan’ın Soma katliamını savunmak için 1862 yılında, İngiltere’deki meydana gelen bir maden kazasını örnek vermiş olması, aynı zamanda madencilerin soysal ve iş güvenceleri bakımından, halen İngiltere’nin 152 yıl gerisinde olduğunu kabullenmiş oldu.

Bütün bunlara paralel olarak, Erdoğan’ın ve AKP’nin Soma Holdinge yönelik bu düzeyde korumacı bir politika izlemiş olmasının hiç şüphesiz ki başka nedenleri de var. Biri bir devlet politikası olarak kapitalist sermayeye verilen kayıtsız şartsız destektir. Bu bakımdan sermaye hangi sıfatla tanımlanırsa tanımlansın, toplumsal üretimi gerçekleştiren işçiler karşısında alacakları tutum aynıdır. Devlet, toplumsal ilişkilerde işçi sınıfının değil sermayenin stratejik çıkarları için vardır. Diğeri ise AKP ile Soma Holding arasındaki ilişkilerdir. Soma Holding, Yerel seçimlerde AKP’nin bir kuruluşu gibi çalışmakla kalmadı, çok aktif destek verdi.

Katliamda AKP iktidar gücü olarak doğrudan sorumludur. CHP-MHP-BDP’nin ortaklaşa Soma Kömür İşletmelerindeki olası kazaları önlemeye yönelik verdikleri önergenin AKP tarafından reddedilmesi Soma Holding ile olan ilişkilerin bir sonucudur. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın büyük bir gururla gidip gezdiği ve Türkiye’nin en güvenilir ve modern kömür üretimi yapan şirket olarak tanıttığı Soma Holding, 300’dan fazla işçinin katili oldu. Erdoğan’ın madencilikte işçilerin ölümünü kaçınılmaz bir son olarak görüp savunması, katliamı doğal ve sıradanlaştırması da bilinçli bir yönlendirmedir. Kirli işler ve ilişkiler üzerinde bir imparatorluk kurdukları anlaşılan Soma Holdingin AKP iktidarı ile olan ilişkilerinin boyutu çok daha derin ve karmaşıktır. Özellikle İnşaat alanına yönelik ve İstanbul’un çok önemli ve maddi değeri yüksek olan yerlerde plazalar, büyük iş ve alışveriş merkezleri, gökdelenler kurması bir tesadüf olmadığı ve AKP’den büyük bir destek aldığı biliniyor.

Akla birkaç soru geliyor, AKP yöneticilerle Soma Holding arasında nasıl bir çıkar ilişkisi bulunuyor? Soma Holding Yönetiminde AKP’li olan kimler var? Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu vâkıfa, Soma Holding her hangi bir yardımda bulundu mu? 300’ün üzerinde işçinin ölümünden sorumlu şirket sahibinin protokole girerek Erdoğan’ı karşılamış olması, nasıl bir politik mesaj içeriyor? Önümüzdeki dönemde Soma katliamı gerçekten ciddi bir araştırmaya tabi tutulacaksa bu tür soruların yanıtını bulmak oldukça önemlidir.

AKP’nin Soma katliamını yönelik protestoları çok sert bir şekilde bastırmaya yönelmesi ve özellikle Soma’da fiilen sıkıyönetim uygulaması, bir bakıma karantinaya almış olması, AKP iktidarının çok yönlü korkularının yansımasıdır. Öncelikli olarak AKP’nin prestijinde belirgin bir sarsıntı meydana geldi. Erdoğan ilk kez Başbakan istifa sloganları içinde yürüdü, oluşan tepki nedeniyle bir markete sığında. Erdoğan politik bir darbe yedi ve bu onu kontrolden çıkartarak doğrudan fiziki saldırıya geçmesine neden oldu. Bunu psikolojik bir yıkım olarak tanımlayabiliriz.

Soma’ya giriş çıkışların durdurulması, Soma halkının gerçekleri açıklanmasının engellenmesine yönelik bir taktiktir. Özellikle işçilerin basına konuşmaya başlayıp gerçek durumu açıklamaları AKP’yi oldukça zorda bırakacağı biliniyor. Örneğin Soma holding patronları ve yönetimi tarafından işçileri tehdit edilerek AKP’ye oy vermelerinin sağlandığı bizzat işçi aileleri tarafından ifade edildi.

Soma’nın kontrol altına alınması aynı zamanda, eylemlerine ülke geneline yayılmasını engellemeye yönelik bir plandır. Çünkü Somalılar yani yaşamını yetiren işçi ailelerinin sesinin yükseltmesi, toplumsal tepkiyi ateşler. Türkiye’nin iç toplumsal dinamiklerinin çok kırılgan olduğu bir dönemde, Soma katliamı sistemi bütünüyle sarsan bir toplumsal harekete gerekçe olabilecek koşullara sahiptir.

Ayrıca iddia düzeyinde olan ama çok ciddi olarak tartışılan bir konu; tünellerde ölülerin olduğudur. Özellikle Suriye kökenli kaçak çalıştırılan işçilerin cesetlerinin içeride tutulduğu ve üzerlerinin betonla kaplandığı iddiasıdır. Savcılığın henüz ciddi bir soruşturmaya yönelmeden aceleden tünel girişlerinin kapatılması söz konusu iddiayı güçlendiriyor.

İç politik ilişkiler bakımından dikkate aldığımızda bir iki noktanın altını çizmekten yarar var.

MHP, gezi sürecinde olduğu gibi Soma Katliamını da yok hükmünde saydı. Böylelikle AKP ile stratejik buluşma noktalarının aynı olduğunu bir kez daha gösterdi. CHP, nispi bir duyarlılık göstermiş olsa da, esasen politik bir reflekse dönüştürmeme kararı aldı. HDP, ÖDP, Halk Evi gibi diğer sol kurumsal yapılar, Soma katliamını hem Türkiye içinde, hem de ve uluslar arası alanda gündemleştirmede aktif bir rol üstlendiler denebilir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Gezi’den çıkarttığı dersle, sürece anında müdahil olması ve toplumsal tepki için yaptığı çağırının Kürt illerinde karşılığını bulması, Soma katliamının bütün Kürt illerinde protesto edilmesi, Kürtlerin önümüzdeki süreçte Türkiye’nin toplumsal sorunlarına yönelik oluşturacağı politikalar bakımında bir fikir verdi.

Oluşan toplumsal baskı sonucu, Holding yöneticilerinden bir kaçını tutuklandı. Hatta bunun bir taktik ve AKP ile Holding yöneticileri arasında önceden varılan bir anlaşma olduğu da iddia ediliyor. Eğer bu katliam takip edilmez ve toplumsal tepki süreklileştirilmezse, tıpkı 17 Aralık operasyonunda olduğu gibi tutuklananlar kısa sürede bırakılırlar. Ayrıca yargılanması gereken Holding yöneticileri ve onları aktif destekleyen politikacılar tutuklanmış değil. Dikkatleri bu noktaya çekmek oldukça önemlidir.

_________________________

[email protected]

1608560cookie-checkKömür maden üretiminin tarihsel arka planı ve Soma katliamı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.