Komşudaki postmodern darbe…

Finans dünyasındaki kriz, önüne geçilmez bir tsunami gibi Avrupa’da ilerlerken neoliberalizm, artık göstermelik bile olsa demokrasi, adalet, hukuk gibi kavramlarla vakit kaybetmek istemiyor. 12-11-2011, CumartesiYunanistan başbakanı Yorgos Papandreou’nun IMF ve küresel bankaların dayattığı önlemler paketini referanduma sunmak istediğini açıklamasından sonra AB’nin aldığı politik tavır, neoliberalizmin, küçük bir elit adına krizden sağ çıkabilmek için her şeyi göze aldığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Evet, Papandreou’nun referandum istemi, demokratik süreçle ilgili endişelerinden çok AB’nin Yunanistan’dan imzalamasını istediği anlaşmanın ağırlığını kaldıramaması ve bu yükü paylaşmak isteğindendi. Ancak referandumun sonucunu kestiremeyen AB, halkın en demokratik haklarından birini Sarkozy ve Merkel’in deyimleriyle, “mantıksız ve tehlikeli”, “sinir bozucu” ve “olumsuz” buldu. Halka danışılması halinde yardımları vermemekle tehdit ettiler. Yunanistan hükümetinin önüne iki seçenek koydular; ya bizim dediğimiz her şeyi eksiksiz yaparsınız ya da 130 milyar Avroluk yardımı vermeyiz, ki bu seçenek Yunanistan’ın bir iki hafta içinde iflas etmesi anlamına geliyordu.

AB’nin istemleri orada da bitmedi. Bu yardımla ilgili her türlü tartışma, kararsızlık, karşı çıkma da görmek istemediklerini açıkça belirttiler. Kısaca, Yunanistan’da politik süreç askıya alındı. Bununla birlikte elbette demokrasi de. İşgal kuvvetlerinin dayatmaları veya IMF’nin diktatörlükle yönetilen Afrika ülkelerine verdikleri ültimatom örneklerinde gördüğümüz tarzda bir baskıyla başbakan istifa ettirildi. Geçici bir ‘ulusal birlik’ hükümeti kurulması dayatıldı. Ekonomik konularda alınacak hiç bir kararın tartışılmadan meclisten geçrilmesini, halkın seçtiği milletvekillerinden hiç birinin itiraz belirtmemesi istendi. Diğer bir deyişle, meclis askıya alındı. Ve ulusal birlik hükümeti daha baştan, bundan sonra alınacak kararları (yani AB ve IMF ve finans bankalarının dayatmalarını) aynen geçireceğine dair yazılı bir anlaşma imzalaması gerekiyordu. Başbakan da öyle sizin her istediğiniz bir kişi olmaz denildi. Hiç itirazsız küresel bankaların kararlarını yerine getirecek biri olmalıydı. Ve onun da, daha göreve gelmeden kararlara imza atacağını yazılı olarak teyit etmesi gerekiyordu. Bugün açıklandığına göre de böyle biri bulundu: Lucas Papademos. Avrupa Merkez Bankası’nın eski başkan yardımcısı. Finans dilini iyi bilen, küresel şirketlerin adamı, yaşamı boyunca bir defa bile seçimle halkın karşısına çıkmamış, herhangi bir kamu kuruluşunun başına gelmemiş Lucas Papademos başbakan ilan edildi. “Ama önemli olan ülkenin geleceğidir.” dendi. “Ülkeyi kurtarma” sözleri verildi. “Ülke kurtarılınca seçim yapılacaktır” dendi. (Garip, bu sözler size de tanıdık gelmiyor mu?) Oysa bugün Yunanistan’ı kurtarma sözü verenler bizzat krizi yaratanlar değil miydi?

“Yardım paketi”nin ise kimi kurtaracağını anlamak için şöyle bir içine bakmak yeterli. Yeni hükümet, en başta, AB’nin dayattığı kısıtlama, kemer sıkma programını hayata geçirecek, vergileri artıracak, kamu çalışanlarının büyük bölümünün işine son verecek, emeklilik maaşlarında yüzde 30’a varan kesintiler yapacak, emeklilik yaşını yükseltecek, her şeye zam yapacak.. İkinci olarak, Yunanistan’ın ekonomik politikasını belirlerken, bakanlık toplantılarına Avrupa Merkez Bankası görevlileri de katılacak ve onlar ana stratejiyi belirleyecek. Ve son olarak da, bu strateji her yönüyle planlanıp hayata geçirilmeden seçim yapılmayacak.! Yani halkın düşünceleri alınmayacak.

Bu anlaşmanın her hangi bir Afrika, Asya veya Güney Amerika ülkesinde gündeme geldiğini ve bir elitin (üniformalı veya sivil) ülke halkına benzer kararları zorla dayattığını düşünün; “özgür dünya” tek bir ağızdan bu ülkeyi kınar, yönetimi devralanları demokrasiyi ayaklar altına almakla, darbe yapmakla suçlardı. Oysa Yunanistanda meclisi fiilen işlevsiz kılan, politik süreci dondurarak yönetimi devralan finans cuntası, dünyaya, Yunanistan’ın ve dolaylı olarak da Avrupa’nın kurtarıcısı olarak sunuldu.

Dikkat çeken diğer bir noktada, Türkiye’de, seçilmişleri adeta kutsayan, seçimlerin her şeyin üzerinde olduğunu sürekli vurgulayan ‘sol’un komşudaki bu postmodern darbeyi sessizce geçiştirmeleri oldu. Sadece üniformalıların darbe yaptığını sanan, her devrimin ilerici olduğunu düşünen ‘yeni sol’, herhalde komşudaki darbeyi göremedi ya da destek verdikleri AKP iktidarının keyfini kaçırmak istemedikleri için görmemezlikten geldiler. Oysa, 21 Nisan 1967’de Albaylar Yunanistan’da yönetime silah zoruyla elkoyduğu zaman, bu darbeyi dünyada ilk protesto eden Türkiye soluydu. 12 Eylül 1980 darbesine karşı Türkiye soluyla dayanışmasını ilan eden ve aynı gün Atina’da parlamento binası önündeki Syntagma Meydanı’nda binlerce kişiyle Evren Cuntasını protesto eden de yine Yunanistan soluydu.

1632840cookie-checkKomşudaki postmodern darbe…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.